“Okumak, yine okumak, yine okumak”

Asırların ötesinden, Hira Mağarasından İlâhî bir ses yankılandı: “İkra” “Oku! Senin yaratan Rabbinin adıyla oku.” Bu ses, Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kelâmıydı ve Hazret-i Cebrail (as), Kâinatın Efendisine (asm) tebliğ ediyordu.

Yirmi üç sene boyunca âyet âyet, sûre sûre nazil olan Kur’ân-ı Kerîm’de yüzlerce emir ve yasaklar manzumesi varken, ilk emrin “Oku!” olması ne kadar anlamlıdır! Bu âleme ilim ve duâ vasıtasıyla tekâmül ve terakki için gönderilen insanoğlunun ilerlemesi, elbette okumaktan ve ilim tahsil etmekten geçiyor.

İslâm tarihi boyunca Müslümanlar ciddî manada okudular ve yazdılar. Batı toplumları Ortaçağ’da cehalet karanlığından boğuluyorken, onlar ortaya koydukları eserler ve keşfettikleri ilimlerle Avrupa’ya üstadlık ediyorlardı. Müslüman ilim öncüleri olarak tarihe geçen âlimler, yalnız din alanında değil, dünyevî ilimler cihetinde de insanlığın önünü açıyorlardı. Bugünkü medeniyetlerin temelinde, onların miras bıraktığı eserler vardır.

Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinden sonra gelinen Cumhuriyet Türkiyesinde, adeta eski eserlere savaş açıldı. Harf inkılâbıyla, bin senedir yazılıp gelinen kıymetli kitaplar, kütüphane denilen modern mezarlıklara gömüldü. Yeni yetişen nesiller onları okuyamaz hale getirildi. Ecdatla dil ve yazı köprülerimiz yıkıldı, tahrip edildi.

Böylesine vahim ve dehşet verici vaziyet içinde din adamlarının ümitleri söndü, şevk ve gayretleri tükendi, kolları ve kanatları kırıldı. Maneviyat depoları boşaltılan genç nesiller ise, ulvî hedefler ve yüce gayelerin peşinde koşmak yerine, süflî ve bayağı duygularının kurbanı oldu. Din hissinden mahrum bırakılan gençler, ecdadına yabancı hatta düşman haline getirildi.

Bu atmosfer içinde manevî cihad meydanına atılan Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, genç nesillerin elinden tuttu. Telif ettiği Nur Risaleleriyle onların imanlarının kurtulmasına vesile oldu. Ecdadıyla onları barıştırdı. Mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i okuyabilir hale getirdi. Din ilimleriyle birlikte fen ilimlerini de öğrenmeye teşvik etti. Böylece hem aklı hem de kalbi aydınlanmış yepyeni bir neslin meydana gelmesine vesile oldu. İnsanlara ne dünya için dini ve ne de din için dünyayı terk etmemek olan dengeli bir hayatı temin etti.

O yeni neslin en parlak simalarından olan merhum Zübeyir Ağabey “Şimdi oku, kabirde okuyamazsın. Okuyamamaktan kork!” ikazlarını yaptı. Nur Risalelerini kendisi ölünceye kadar defalarca okuyup bitirdi. Risale-i Nurları okumanın, kendisinde bir hastalık haline geldiğini söyleyecek kadar ileri gitti. “Günde on sayfa okuyan imanını muhafaza eder. On beş sayfa okuyan şevke gelir. Yirmi sayfa okuyan hizmet eder” tesbitleriyle belli bir ölçü ve hedefi gösterdi.

Bahsi geçen hakikatler ışığında, şimdiki genç nesiller de Nurları okumayı ve yazmayı vazgeçilmez bir hayat prensibi olarak görüyorlar. Bir ay gibi kısa bir zamanda Külliyat’ı bitirme programlarıyla bu azimlerini gösteriyorlar. Eğitim sezonu boyunca da, belli bir plan çerçevesinde okumalarını sürdürüyorlar.

Risale-i Nur mesleğinin bu Zübeyrî çizgisini bilen Nur aşıkları, yaşı ve cinsiyeti ne olursa olsun, her şart altında Nurları okumayı bir hayat prensibi olarak uygularlar. Üç düşmanımızdan biri olan cehaleti yenmenin yegâne yolunun okumaktan geçtiğini kabul ederler. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi: “Okumak, yine okumak, yine okumak. Sonra birbirimizin elini sıkı tutmak, ittihat etmek, ittifak âleminde yaşamak.” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 25)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*