Ölçümüz sayı çokluğu, başarı değil, ihlâstır

Geçenlerde bir okuyucumuz, e-posta ile de gönderilen ortak bir mesajı telefonda şöyle seslendirdi: “Biz gayet az ve maddî cepheden güçsüz kaldık, her kesim ne mesafeler aldı, ne yollar kat etti. Başarmak için ne yapabiliriz, ne yapmalıyız?”

Bediüzzaman, güç ve kuvvetin kalabalıklar ve maddî imkânlarda olmadığını vurgular sık sık: “Bu dünyada, hususan uhrevî hizmetlerde en mühim bir esas, en büyük bir kuvvet, en makbul bir şefaatçi, en metin bir nokta-i istinad, en kısa bir tarîk-i hakikat, en makbul bir duâ-yı mânevî, en kerâmetli bir vesile-i makasıd, en yüksek bir haslet, en sâfi bir ubudiyet, ihlâstır.” Cenâb-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değildir. (Lem’alar, s. 156.)

Demek ki, ölçümüz “maddî güç, sayı çokluğu veya başarı” değil, ihlâstır. Risâle-i Nur’un “Bir milyon talebesi bir milyar hükmündedir… Belki, inşaallah, o görüş, yüz sene sonra nurların ektiği tohumların sümbüllenmesiyle aynen o geniş daire Nur dairesi olacak, onun yanlış tâbirini sahih gösterecek.” (Emirdağ Lâhikası, s. 345.)

Yüz sene sonranın içinde değil miyiz? Öyle ise, manevî gücümüzü şu hakikatle takviye edebiliriz:
“İmân, hem nûrdur, hem kuvvettir. Hakikî imânı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir.” Hem iman ile “insanın kalbinde öyle bir kuvve-i maneviye meydana gelir ki, insan, o kuvvetle her musîbete, her hadiseye karşı mukavemet edebilir.” (İşârâtü’l-İ’câz, s. 45)

Ayrıca, işimiz; Kur’ânî ve Nebevî emirleri anlamak, uygulamak, tebliğ etmektir. Sonuç almak değil. Ve sonuca üzülmek hiç değil. Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı ve etbâı ona demişler: “Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.”

O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek O’nun vazifesidir.” (Lem’alar, s. 134.)

Bizim işimiz riyadan uzak, ihlâsla namaz kılmaktır, kabul ettirmek değil. Bizim işimiz meşveret etmektir, sonuç almak değil. Bizim işimiz hizmettir, netice almak değil.

Ayrıca, moralimizi bozmak, aşk ve şevkimizi yitirmek doğru değildir. Zira, Kur’ân ve hadislerde haber verilen en dehşetli deccalizm fitnesi devrindeyiz. Mehdiyet ve deccaliyet savaşı her yerde devam ediyor. Hz. Ali’den (ra) gelen bir rivayette Hz. Mehdi ve askerlerinin faziletleriyle ilgili olarak şöyle denilir: “Hz. Mehdi’nin ordusu zaman zaman darbeler yiyecek, zaman zaman o çetin görevi üstlenememek, rahatlık meyli; can, mal, mevki korkusu gibi çeşitli sebeplerle kendisinden ayrılanlar olacaktır. Ama onlar buna aldırmayacak.” (İbni Mace/Ramuzü’l Ehadis, s. 476.) Aşk, şevk, sebat ve metanetimizi kaybetmemeliyiz: “Evet, evet, neam, neam. Sivrisinek tantanasını kesse, balarısı demdemesini bozsa sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zira, kâinatı nağamatıyla raksa getiren hakaikin esrarını ihtizaza veren musika-i İlâhiye hiç durmuyor; mütemadiyen güm güm eder.” (Münâzarât, s. 46.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*