Ölüm, hayatın ikiz kardeşidir

Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman: “Ölüm, yaşamın ikiz kardeşidir. Yaşamla birlikte var edilmiştir. Alınan her bir nefesin yarısı yaşam, yarısı ölüm için alınır. Ölüm bize bu kadar yakındır. Ölümü unutmak toplumsal yaşam içinde gün içindeki koşuşturmaca ve bitip tükenmek bilmeyen hırsları ile çok gülünç durumlara düşürür insanları.”

Ölüm, hayatın ikiz kardeşidir

Siyasetin bitmez tükenmez bilmeyen tartışmaları, şehir hayatının kaosu, kapitalizmin esareti bizleri ölüm gerçeğinden uzaklaştırıyor. İlk başta güzel gibi görünse de ölüm aslında terbiye edici, insanın kendine gelmesine sebep olan bir hakikat. Biz de bu hafta Yrd. Doç. Dr. Emre Dorman’la kapitalizmin toplum ve hayatımız üzerine etkilerini konuştuk. Dorman’ın “Duânız olmasa ne ehemmiyetiniz var,” “Modern Bilim: Tanrı Var,” “İnsanlar Uyurlar, Ölünce Uyanırlar” adında üç kitabı var.

Modern dünyanın ölümü insanlara unutturmasının toplumsal hayat üzerindeki etkisi nedir?

Modern dünya kendi idealleri doğrultusunda şekillenmiş, anı yaşamaya, sürekli tüketmeye, düşünmemeye, sorgulamamaya ve ötesini hesap etmemeye göre programlanmış bir insan modeli yaratma peşinde. Etrafımıza baktığımızda pek çok insanın, dünya hayatının geçici ışıltısına aldanıp istek ve arzularının peşinde yok yere ömrünü tükettiğini görüyorsunuz. Tıpkı bir yaprak misali savrulup duruyorlar yaşam içinde. Bir gün ölecekleri gerçeğini unutup ölüm sonrası için kayda değer bir hazırlık yapmadıkları gibi değersiz ve anlamsız bir şekilde yaşıyorlar hayatlarını. Oysa ölüm, yaşamın ikiz kardeşidir. Yaşamla birlikte var edilmiştir. Alınan her bir nefesin yarısı yaşam, yarısı ölüm için alınır. Ölüm bize bu kadar yakındır.

Ölümü unutmak…

Ölümü unutmak toplumsal yaşam içinde gün içindeki koşuşturmaca ve bitip tükenmek bilmeyen hırsları ile çok gülünç durumlara düşürür insanları. Bencil, doyumsuz, tüm dünyayı kendinden ibaret sayan, yaptığı her şeyden hesaba çekileceğini dikkate almadığı için yapabileceği kötülüklerin sınırı olmayan bir insan tipi ile karşılaştırır bizi. Bir gün herkes gibi ölecek olmasına rağmen hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak ve öldüğünde dünya hayatındaki her şeyini ardında bırakmak, geride kalan ve aynı gaflete düşen kimseler için ibret olmalıyken çoğu insan aynı hatada ısrar eder.

Allah’a olan inancımızı sorgulamamız mı gerekir?

Pek çok insanın Allah’a inandığını ifade ettiğini, ancak yaşantılarına baktığınızda sanki Allah yokmuş gibi bir yaşam sürdüklerini görüyorsunuz. Derin bir uykudalar sanki. Ölümü düşünmek istemiyorlar. Çünkü ölümü düşünmenin yaşadıkları anın tadını kaçıracağına inanıyorlar. Bu durum insanların hem yaşam, hem de ölüm hakkındaki bilgisizliklerinden kaynaklanıyor. Ölümü düşünmemek ölümden kurtarır mı insanı? Bankaya borcunuz var ve evinize ipotek konulmuş. Ama siz size gelen banka bildirilerini dikkate almayarak yok sayıyorsunuz. Ne olur? Eviniz elinizden gider. Siz ölümü düşünmeseniz de ömür sermayeniz tükendiğinde gelir el koyarlar sizdeki emanet bedene. Pek çok insan yaşarken mezar yeri satın alıyor kendine. Öldükten sonra ortada kalmayalım, yerimiz belli olsun diye. Kendine yer hazırlıyor, ama kendini o yere hazırlamıyor hiç kimse.

Gerçekten ölüme hazırlanmak diye bir şey var mıdır?

Yaşama geldiğimiz andan itibaren bir yandan yaşamaya, bir yandan ölmeye başlarız. Üstelik zaman daima ölümün lehine işleyen bir saat gibidir. Kur’ân-ı Kerîm âyetleri insanlara kılavuzluk ettiği gibi varoluşsal sorulara, yaşama ve ölüme dair her şeye temas eder. İnsanların dünya ve ahiret dengesini kurabilmelerini sağlar. Her an ölebileceğini, ölümün bir nefes kadar kendisine yakın olduğunu kavrayan insan tüm yaşantısını bu gerçeğe göre şekillendirir. İçinde bulunduğumuz dünya hayatındaki hemen her şeyin bir şekilde telâfisi olduğunu, ama ölümün telâfisi olmadığını bilir. Ahireti için yapacağı hazırlıkları dünyası için yaptığı hazırlıkların önüne geçirir. Varlığının bir amacı olduğunu bilir ve bu amaca uygun yaşamaya çalışır.

Ahireti dikkate almayanların hayata bakışı nasıldır?

Bunu dikkate almayan insanların gaflete düşmeleri kaçınılmazdır. İnsanların gündelik yaşantılarına baktığınızda nelere ilgi merak duyduklarını, ne gibi sorular sorduklarını görüyor ve nasıl olup da asıl sorulması gereken soruları sormadan yaşamlarını sürdürebildiklerine hayret ediyorsunuz.

Dünyevî pek çok şeye karşı yoğun bir ilgi ve merak duyar insan. Kendine fayda sağlayıp sağlamayacağına bakmadan sayısız şeyi merak eder de hayatı boyunca bir kez olsun “Neden var oldum?” ya da “Varlığımın bir amacı var mı?” diye sormaz kendine. Oysa ünlü filozof Sokrates’in de hatırlattığı gibi “Sorgulanmamış bir hayat yaşanılmaya değer değildir.”

Öyle ya kaçımız sorgulamışızdır hayatı? Kimim ben? Neden varım? Varlığımın bir amacı var mı? Varlığımın sonsuz olmadığını biliyorum, peki ya öldükten sonra bana ne olacak gibi pek çok soruyu sormadan, göçer gideriz bu hayattan. Aslında insan için daha önemli bir soru yoktur hayatta. Çarçabuk geçecek olan dünya hayatıyla ilgili soruların ve cevapların hiçbir değeri bulunmamaktadır, sonsuz yaşamını belirleyecek soru ve cevapların yanında. Dünyevî tüm soru ve cevaplar ölümle birlikte anlamsızlaşacak ve kişiye hiçbir fayda sağlamayacaktır. Hangi yatırımın daha kârlı olacağı; dövizin mi yoksa altının mı yükselişe geçeceği, bu senenin modasının ya da popüler renklerinin ne olduğu, derbi maçlarının nasıl sonuçlanacağı, bu yıl kimin şampiyon olacağı ya da müptelâsı olduğumuz bir dizinin izleyenlerine nasıl bir final hazırladığı gibi pek çok soru anlamsızlaşacaktır. Asıl anlamlı olacak ise insanın yaşarken Allah’ın rızasına uygun olarak yaptığı hayırlardır.

Konforlu bir hayat içinde yaşıyor olsak da sürekli gelecekle ilgili korkular üzerine kurulu bir sistemin içinde olduğumuzu düşünüyor musunuz?

İnsan bu dünyadaki yaşamı ile ilgili her türlü detayı; örneğin nasıl bir evde oturacağını, mobilyasını, aksesuarlarını, duvar rengini, mutfak-banyo dolabını, fayansını, perde ve avizelerini dikkatle, özenle seçip, kendine dert edinip en iyisi olsun isterken, hangi elbisenin hangi ayakkabıyla ya da hangi rengin hangi renk ile uyum sağlayacağını düşünürken, tüm bunların yanında asıl özen gösterilmesi gereken gerçekleri nasıl oluyor da düşünmeden yaşayabiliyor? Bu kadar önemli midir küçücük ayrıntılar? Yoksa meşhur filozof Platon’un dediği gibi: “Küçük şeylere gereğinden fazla önem verenler, ellerinden büyük işler gelmeyenler” midir? Bu kadar ucuz mudur insan hayatı, değmeyecek geçici şeyler uğruna harcanacak kadar…

Hayatı madde üzerinden yorumlamakla ilgili galiba?

Hayatı maddeden ve sadece dolu dolu yaşamaktan ibaret görerek, varlığını ve sonunda kendisine ne olacağını bir kez olsun sorgulamadan bu dünyadan göçüp gitmiş sayısız insan yaşamıştır. Yaşamın amacı ne olabilir ki? Gezmek? Eğlenmek? Bolca tüketim? Alış veriş? Hırslar? Tutkular? Kariyer? Makam? Mevki? Şan? Şöhret?… Sürekli olarak bunlar pompalanmakta insanlara. Kitle iletişim araçlarıyla hissettirmeden enjekte edilmekte bu maddeci ve tüketim tutkunu zihniyet. Peşinden koşulan ve hayatın asıl hedefi yapılan makam, mevki, şan ve şöhrete daha önce ne kadar çok insanın sahip olduğunu, ama şu anda hiçbirinin hayatta olmadığını hiç düşündünüz mü? Ya film artistleri, hayranlık duyulan ünlüler! Güzellikleri ve yakışıklılıkları ile göz dolduran kişiler! Hani şimdi neredeler?

Ölmeden önce gezilmesi, görülmesi, yaşanması gereken mekânlar, mutlaka izlenmesi gereken filmler, içine dalınması gereken maceralar. 101 ya da 1001 maddede sıralanan dünyalık uğraş ve lezzetler…

Dünyadayken insan seyahate gideceği yere göre hazırlık yapar. Oranın hava sıcaklığı gibi iklimsel şartlarına ve genel imkânlarına bakar ve ona göre ihtiyaç duyacağı şeyleri yanına alır. Yine kürekleri olmayan bir kayıkla denize açılmaz, sağanak yağış olduğunu gördüğünde şemsiyesiz dışarı çıkmaz. Çünkü bunlara ihtiyaç duyacağını bilir. Ama aynı kişiler öldükten sonra ahirette gitmek istedikleri yere göre hazırlık yapmazlar. Oysa insan ahirette gitmek istediği yere göre hazırlığını yapmalı, ateşe dayanabileceği kadar günah işlemelidir. Evet, ateş bizi çağırıyor. Şeytan ise bu çağrıya uymamız için elinden geleni yapıyor.

Ölüm ortak kılar tüm canlıları

İnsanlar birbiri üzerine şan şöhret yarışı içine giriyor. Dün camide hoca ise “Gerçekten bir zengin varsa o da Allah’tır” dedi. Bu çelişkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Allah tüm kullarından kendi yolunda hayırlı işlerde yarışmalarını bekler. Kulların büyük çoğunluğu ise dünya hayatının gelip geçici hevesleri için kıyasıya yarışırlar. Oysa ölüm zengin, fakir, genç, ihtiyar ya da herhangi bir ayrım yapmadan alır bizi. Ölümün bize sandığımızdan çok daha yakın olduğunu unuturuz çoğu zaman. Aslında insanın bırakın geleceğe dönük olanları, günlük planlarını bile yapabileceği garanti değildir hayatta. Sabah evden çıktığımızda eve tekrar döneceğimiz, uygun fiyatlı olsun diye erken rezervasyon yaptığımız tatilimize çıkabileceğimiz garanti değildir. Diğer tüm canlılarla ortak olan tek bir paydamız vardır: Ölüm! Ölüm ortak kılar tüm canlıları. Üstünlükleri ortadan kaldırarak herkesi eşit hale getirir. Kişi ayrımı yapmaz. Gelmeden önce randevu almaz. Şarkılardaki gibi “bir ihtimal daha” değildir. Kesindir. Hatta siz hiç farkında olmasanız da bu satırları okuduğunuz birkaç saniye içinde, birkaç insan öldü bile yeryüzünde. Yapılan araştırmalara göre dünyada her saniye ortalama bir insan hayata gözlerini yummaktadır. Bugünün sonunu getirdiğinizde yüzlercesi daha buna katılacaktır. Peki, bu insanlardan biri olmamamız için ne sebep var sizce? Gün boyu izlediğimiz dizi ve filmlerde sayısız insanın öldüğünü görmemiz ölümü gözümüzde önemsizleştirebilir. Oysa dizi ve filmlerdeki gibi değildir gerçek yaşamdaki ölüm. Bir canlandırma değildir. Geri dönüşü olmayan bir gerçektir. Erken ya da geç değildir hiçbir ölüm. Olması gerektiği zamandadır sadece. Vakti dolup da bittiğinde kula verilen ömür, insanlar onu genç ya da ihtiyar görür. Dolayısıyla şöhret, makam, mevki ya da güç sahibi de olsanız, sıradan biri gibi de yaşasanız ölüm herkes için aynıdır. Makamına bakarak torpil geçmez kimseye.

Dünya üzerinde çok çalışmaya başladığımızda dünya ile ilgili beklentilerimiz de yükseliyor. Bu nasıl aşılabilir?

Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, her an ölecekmiş gibi de ahiret için çalışmalı sözünü söyler de çoğu kimse, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmaktan her an ölecekmiş gibi ahireti için çalışmaya fırsat bulamaz her nedense. Şu an birilerinin sahip olduğu zenginlik ya da mala daha önce ne çok kişinin sahip olduğunu, ancak şu an hiçbirinden eser kalmadığını düşündünüz mü hiç? Kurulan medeniyetler, krallık ve imparatorluklar. Sahildeki yalılar… Kefenin cebi yok! Mal edinmek bu kadar değerli midir? Neden pek çok insan hem kendisinin, hem de başkasının hayatını hiçe sayabilir gerektiğinde mal ve servet edinmek uğruna… Hatırdan çıkarmamak gerekir: Ölen kişi kim olursa olsun; ister bir devlet başkanı, zengin bir iş adamı ya da sıradan biri. Geride bırakır şanı, şöhreti, unvanı, malı. Er kişi ya da hatun kişi niyetine kılınır namazı!

Cimridir, doyumsuzdur insan, ama şu gerçeği unutur her defasında: Fizyolojik ve biyolojik kapasitesi çok sınırlıdır aslında. Örneğin yemeklerle doldursa da bir masayı, midesinin alabileceğinden fazlasını yiyemez. Birden çok sahip olduğu hiç bir şeyi, aynı anda kullanamaz. Birden fazla arabaya binemez aynı anda ya da birden fazla evde yaşayamaz. Aynı evde yirmi odası olsa aynı anda birden fazla odada kalıp, birden fazla yatakta yatamaz. Bedeni ölçüsündedir kaplayacağı alan. Binlerce hektar toprağa sahip olsa da, öldüğünde toprağın altında işgal edeceği yer de bedeni ölçüsündedir. Kefeni de boyu ölçüsünde.

Öldüğünde kefene sarılması çok da yabancı değildir aslında insana. Öldüğümüzde kefen giydiğimiz gibi hemen hepimiz kundaklanıp sarılmıştık bir örtüye doğduğumuzda. Belki de geldiğimiz gibi gideceğimizi ve çok kalıcı olmadığımızı anlatıyordu bize bu manzara.

Bir de son dönemde insanların inançları ve ideolojileri görünmez hale geldi. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Aslında demokratikleşme süreci ile pek çok kişinin inanç ve düşüncesini eskiye göre daha kolay ifade edebildiği ve yaşayabildiği bir dönemdeyiz. Ancak diğer taraftan toplum içindeki kutuplaşma ve çatışmalar sebebiyle sessiz kalmaya ya da başka bir ifade ile düşüncelerini ve inançlarını kendine saklamaya çalışan hatırı sayılır bir kesimin olduğu da bir gerçek. Her dönemin kendi içinde baskın bir ideolojisi ya da kültür projesi olur. Müslümanların söz sahibi olduğu yerlerde her zaman için adaletin, başkalarının inanç ve özgürlüklerine saygı göstermenin esas alınması gerekir. Baskıcı ve dayatmacı tutum ile Müslümanlık arasında doku uyuşmazlığı vardır. Buna dikkat etmek gerekir. Uzlaşmanın ve İslâm dininin özünü oluşturan barış ve esenliğin ihmal edilmemesi gerekir. Bir diğer sebebi de insanların önemli bir kısmının artık kutuplaşma ve çatışmalardan sıkılmış olması. Pek çok genç aynı üniversitede birbirinden farklı inanç ve kültürden gelen kişi ile arkadaşlık ediyor, iletişime geçiyor. İnanç ve düşüncelerinin bu ilişkilerine yansımasını istemiyor gençler. Aslında onlar birbirlerini daha iyi anlamaya çalışıyor. Ama kimi çevreler toplumda huzursuzluk oluşturmayı kendine görev edindiği için çatışma ortamı bu kişilerin işine geliyor.   

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*