Ölüm yokluk değil

Çevremizden sıkça ölüm haberleri almaktayız. Yakın akrabalarımızın, arkadaşlarımızın, sevdiklerimizin vefat haberleri bizi ister istemez müteessir ediyor. Onların ölümü ile sarsılıyor ve ümitsizliğe kapılıyoruz. Kendimizi çaresiz, hayatı karamsar bir vaziyette görüyoruz.

Evet, ölüm var. Kimse inkâr edemez. Biz de öleceğiz. Onlar da ölecekler. Asıl müşkül olan, ölümü nasıl gördüğümüz ve nasıl görmemiz gerektiğidir?

Biz ölümü, ahirete inanmayanlar gibi ebedî yokluk mu zannediyoruz? Yoksa iman saikasıyla bakarak, sonsuz bir âleme geçiş için bir kapı olarak mı görüyoruz?

Veya ölümü, ebedî firak tevehhüm ederek kalbimizi, ruhumuzu ıztırap içinde mi bırakıyoruz? Yoksa ehl-i imana yakışır bir vaziyet alıp, ölümü ‘âlem-i berzaha giden ve âlem-i bekada olan ahbablara visal (kavuşma) ve mülâkat (görüşme) mukaddemesi’ olarak mı görüyoruz?

Üstad Bediüzzaman ölümü şöyle tanımlıyor:

“Ölüm bu âlem-i fâniden âlem-i bâkiye gitmektir.”

“Ehl-i hidayet ve ehl-i Kur’ân için, öteki âleme gitmiş eski dost ve ahbablarına kavuşmağa vesiledir. “

“Hem hakikî vatanlarına girmeye vasıtadır.”

“Hem zindan-ı dünyadan, bostan-ı cinana bir dâvettir.”

“Hem Rahman-ı Rahîm’in fazlından, kendi hizmetine mukabil ahz-ı ücret etmeye bir nöbettir.”

“Hem vazife-i hayat külfetinden bir terhistir.”

“Hem ubudiyet ve imtihanın talim ve talimatından bir paydostur.” (Sözler, 765)

Bu kadar ‘hem’ler varken bu karamsarlık, bu ümitsizlik niye?

Allah’a teslim olup, O’nun kudretine boyun eğmek varken, kendimizi bu kadar hırpalamak niye?

Necip Fazıl’ın şu satırları ölümü çok iyi anlatıyor:

“Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber.

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber?..

Öleceğiz müjdeler olsun, müjdeler olsun!

Ölümü de öldüren Rabbe secdeler olsun!”

Peki ölümden korkmalı mıyız? Bence, ölümden değil, imansız ölmekten korkmalıyız.

Ölüm, ne zaman aklımıza gelse, ya da ne zaman bir vefat haberi alsak, ‘İnna lillahi ve inna ileyhi raciun’ (Allahtan geldik, yine O’na döneceğiz) diyerek, ahiretimize ciddî çalışmalıyız. İmanımızı, tahkiki iman seviyesine çıkarmak için çalışarak, daha bir gayret göstermeli ve dünya-ahiret dengesini daha iyi ayarlamalıyız. Ölümü, gaflet bataklığından kurtulmaya vasıta yapmalıyız.

Şeytan ve nefsin oyalamasıyla gaflete dalarsak ve dünyevî meşgalelere kendimizi kaptırırsak, birisinin ölüm haberi imdadımıza yetişir. Bizi o gaflet halinden kurtarır.

Ve o şeytanlara karşı deriz ki:

“Eğer ölümü öldürüp, zevali dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı, beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle dinleyelim. Yoksa sus. Kâinat mescid-i kebirinde Kur’ân kâinatı okuyor! Onu dinleyelim. O Nur ile nurlanalım, hidayetiyle amel edelim ve onu vird-i zeban edelim. Evet söz odur ve ona derler. Hak olup, Hak’tan gelip Hak diyen ve hakikatı gösteren ve nuranî hikmeti neşreden odur.” (Sözler, 32)

İşte, sabır ve tevekkül ile Rabbimize itaat ederek O’nun rızasını kazanmalı ve ölümü gülerek karşılamalıyız. Kabir kapısına hızla yaklaşırken, yanımıza imanımızı da götürebilmek için çok çalışmalı ve asrın tefsiri Risale-i Nur ile imanımızı tahkikiye çıkarmaya gayret etmeliyiz.

Mustafa Gönüllü

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*