Ölünce konuşulanlar, yaşarken oluşanlardır

—Sungur Ağabey ve Fehmi dayıma birer Fatiha temennisiyle…—

Rabbim her insana güzellikler vermiş. Kimi sabırlı, kimi iyimser, kimi yardımsever, kimi iyilik meleği, kimi de başka başka güzellikler taşıyor. Zaten insan bu güzelliği ile özel. Bu pencereden bakınca da, ‘Her insanın alkışlanacak bir tarafı mutlaka vardır’ kanaatine ulaşıyor insan.

Ve kabul edelim ki, her insanın başında bir ‘güzellik’ tacı bulunuyor.

Onun için en çirkin, en kötü denilen insanda bile, bir güzellik tacı gizli duruyor olabilir. Onu keşfetmek ve işlemek lâzımdır. Zaten kötüler de insandaki kötü damarı bulup, onu işliyorlar. Yani şu yapılmamalıdır. Bir adam hayatının bir döneminde bir hata yapmışsa, hayatı boyunca o hata ile anılmamalıdır. Yoksa o da o tanımlamayı kabul eder ve öylece yaşamaya alışır.

Belki güzellikler için, iyilikler için bu yapılmalıdır. Çünkü insanın, ‘İyisin iyisin desen iyileşmesi kuvvetlidir.’

Bir insan hayatının bir döneminde bir iyilik yapmışsa, bir hayır, bir hasenat yapmışsa, o pencereden o insanı hep değerlendirmeli ve hep o iyiliğini gündeme getirmeli ki, onun dünyasına o iyilik iyice yerleşsin.

Biz de bir de şu var, bir kişi çocukluk yıllarında bir yaramazlık yapmışsa, o kişi o yılları çook gerilerde bıraktığı halde, o kötü huyu terk ettiği halde, ne zaman o kişi ile karşılaşsalar veya onun bir muhabbeti bir yerde geçse, hemen çocukluk yıllarındaki ya da hatalar dolu yıllarındaki gündemlerle o kişiyi anmaya, değerlendirmeye başlıyorlar. Bu da güzel değil.

Bu konuda da belki yapılması gereken, bir kişi ile ilgili olan kötülük görüntülerini derhal hafıza kayıtlarından silmek. Hatta geri dönüşüm kutusundan dahi silmek ki, bir daha gündeme gelmesin.  

İnsan, iyilikle anılmaya lâyıktır.
***
Bu yazıyı kaleme almama vesile, önceki günlerde Hakk’ın rahmetine kavuşan Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin birinci talebelerinden olan Mustafa Sungur Ağabey ve yine aynı günlerde vefat eden kıymetli Fehmi dayım.

Şunu anlıyorum ki, bir insanın hayatına ‘çocukluktan geldiği yaşa kadar’ ne çok büyük; iz bırakıyor, derin tesir ediyor. İnsan, kolay büyümüyor.

Yüzlerce, binlerce gencin, insanın hayatına olumlu etki eden, onların hem dünya hem de ahiret hayatlarına ciddî katkı yapan bir kahramanı olarak Mustafa Sungur Ağabeyin ne çok insanın hayatında olumlu izleri vardır. O, fani hayatını bakiye tebdil etmiş bir nümune-i imtisâl. Şimdi ondan daha bahtiyar kim olabilir? Meleklerin bile gıpta ettikleri bir hayat, ne mutlu!

İşte Fehmi dayımı da bu çerçevede ele alıyorum. Onun bir büyük olarak hep güzel taraflarına şahit oldum. Evinde okuttuğu çocukları, akrabalarına olan büyüklük ilgisi, okumaya-yazmaya olan teşvikleri ve iyi insan yetişmesi için gösterdiği çaba bir çırpıda hemen gözümün önüne serilen güzellikler.

On yıl kadar önceydi. İçel-Bozyazı’nın Toros yaylalarında bir grup arkadaşla okuma programı yapacaktık. Bizim Sarnıç yaylasında karar kıldık. Burası Ermenek ilçesinin karşı taraflarında bir yer. Kızılca Köyüne bağlı bir yazlık yerleşim yeri.

Beş kişilik akademisyen arkadaş grubumuzla, benim çok ince tasvir ettiğim ve arkadaşlarımın da “Madem öyle o zaman sizin yaylaya gidelim” dedikleri mekânımızdayız. Tabiî nereye yerleşelim diye düşünürken, hemen evimizin karşısında dayımların evleri bulunuyordu. Dayımlar kendi evlerinin bu arkadaş grubumuz tarafından kullanılmasını uygun gördüler. Bu arkadaşlarımız da kabul ettiler ve tabir yerindeyse ‘yayla otelimize’ yerleştik. Orada sadece akşamları kalıyorduk. Gündüzleri ise, hemen kaldığımız yerin yakınında bulunan, büyük ceviz ağaçlarının bulunduğu, soğuk su oluğunun bulunduğu ‘Oluk’ semtine gidiyor, orada ceviz ağaçlarının serin gölgelerinde risale okumaları yapıyorduk. Hatta kırk kilometre uzaktan (sahil) nur ilgilileri geliyor ve gündüz okumalarına, ders müzakerelerine onlar da katılıyordu.

Hatta şimdilerde Bozyazı Nur Talebelerinden olan Ersan kardeşimiz de o grubumuzla ilk kez o yaylada tanışmışlar ve sonrasında da üniversite tahsili esnasında Nur medreselerinde kalmıştı. Kendisi, Nur Talebesi olmasının altında o yaylaya gelen ağabeylerin etkili olduğunu her fırsatta ifade eder.

Diyeceğim o ki, insan dünyadan ayrılınca, sadece uhreviye yaptığı yatırımı ile gündeme geliyor. Dayım şükür ki, namazlı, niyazlı bir insandı. Güzel evlâtlar yetiştirdi. Hastalandığı dönemde dahi zor yürüme şartlarına rağmen cami cemaatinden hiç geri kalmadı.

Okuma programı yaptığımız arkadaşlarımıza vefat eden dayımı tanıtırken, hemen ‘yayla otelinin sahibi’ diye takdim ettim. Onlar da hemen tanıdılar. Gıyaben de olsa, hemen Yasinlerini, Fatihalarını ilettiler.

Rabbim güzel temennilerle, güzel ziyafetlere katılanlardan razı olsun. İnşaallah onlar da öyle güzel, manevî ziyafetlerle karşılanırlar.

Tabiî bir de bir cemaatin mensubu olmak, böyle durumlarda daha bir güzel oluyor. Düşünün ki bir anda onlarca hatim programları, Yasinler, Fatihalar, iyi temenniler gibi tam bir manevî ziyafet ortamı.

Bu, camianın içinde olan için böyle olduğu gibi, camianın içindeki kişinin akrabaları, komşuları ve bütün mü’min ve mü’minat için de aynıdır. Yeter ki, şirket-i maneviyeye hissedar olsun ve hissesi de ziyade olsun.

Üstadın birinci talebelerinden olan Sungur Ağabeyimizin de aynı günlerde vefat etmesi, ülke genelinde ‘ölüm’ düşüncesini bir kez daha gündemimizin ilk sıralarına çekmemize vesile oldu. Tabiî on binlerce, yüz binlerce hatimleri, Fatihaları düşününce yeryüzü ölüm dersini bir kez daha dinledi. Manevî bir dalgalanma oldu. O büyüklerin hayatları da vefatları da manevî tefekküre vesile. Rabbim, ölenlerimize rahmet, kalanlarımıza da sıhhat-afiyet nasip etsin.

Son sözü yine Bediüzzaman’dan dinleyelim: “Ahirette seni kurtaracak bir eserin olmadığı takdirde fani dünyada bıraktığın eserlere de kıymet verme.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*