On bir ayın sultanı on ikinci ay…

Mübarek Ramazan ayı geldiğinde, bu cümleyi hep duyarız “on bir ayın sultanı” diye.Ve ben de hep düşünürüm, “ yahu niye on iki ayın sultanı değil de, on bir ayın sultanı ? “ Öyle ya, aynı cins şeylerden biri seçilerek, seçkinleşerek diğerlerine baş olur, sultan olur. Ramazan da; o, on iki aydan bir tanesi, ama sultan tabii. Neyse fazla filozofluk yapmayalım da, on iki de olsa, on bir de olsa, Ramazan o ayların sultanı ya, biz ona bakalım.

Evet; Rahmet, mağfiret, bereket, af v.s gibi sıfatların bolca görüldüğü, tezahür ettiği Ramazan ayı, gerçekten bizim memleketimizde ayrı bir idrak edilir. İslamın beş şartının birincilerinden olan oruca milletimizin verdiği değer bir başkadır. Devamlı namaz kılmayan insanımız bile, oruca karşı hassaslaşır o ayda. Teravih namazlarının müdavimi olur bir anda, hem de o ay boyunca.

Gecenin bir yarısında, hem de uykunun en tatlı yerinde, yarı uykulu gözlerle,  hangi güç kaldırıp sofranın başına oturtabilir o insanı? İşte, Rabbinin rızasını kazanmak buna denir.

Ya, o cehennem sıcaklarında, aç-susuz on altı saat, sahura kalkamamış ise yirmi dört saat,  akşama kadar beklemek, nerede var böyle bir şey? Hangi aşk bu insanı böyle yapabiliyor? Demek ki, Allah aşkı, Allah sevgisi böyle tarif edilir ancak. Ya Rabbi! bu cehennem sıcaklarında senin rızanı gözeterek aç-susuz, senin emrettiğin, müsaade ettiğin saate kadar bekleyen kullarını cehenneme atma, cehennemden halas eyle, uzak et İnşaallah!

Açlıktan susuzluktan kıvranan biri, gözünün önünde annenin bebeğine yedirdiği sütün içine doğranmış bisküviyi görünce, istemeyerek de olsa heveslenmesi, sair zamanda dikkatini dahi çekmeyen o mamaya bile razı olması… Küçük yavrucuğun şapır, şapır içtiği suya bakarak, dudaklarını yalaması ve bütün bu hallere sabır göstererek kazanacağı cenneti düşünmesi, ne büyük bir haz, ne büyük bir saadet değil mi? Mükafatını Allah’tan bekleyerek tutulan bir orucun değerini bilmek, o insanı ne kadar da yükseltip, terakki ettiriyor?

Akşam iftara bir dakika kalmış, suyu bardağa dolduruyor, ama içmeye izin yok ki daha. Mükellef bir sofradaki çeşitli yemek ve yiyeceklerin kokusu, burnunun ucunu yalayarak geçiyor, ama o yine dokunamıyor, emir yok, emre daha bir dakika var. Ve o an geliyor. Müslümanın Rabbine kavuştuğu ana denk gelen bir iftar sevinciyle orucunu açıyor. Hamdediyor, şükrediyor. “ey nefis! Senin fir’avuniyetini kırıp, beni melekler seviyesine çıkaran oruç sayesinde başıma konan bunca talih kuşuna nasıl şükretmeyeyim ben? “

İftardan sonra bir rehavet çöküyor üzerine.Akşama kadar yorgun argın bir halde bulunmuş zaten, o da üstüne gelince, şöyle bir uzanıp, keyfetmek geliyor içinden , ama deniliyor ki “haydi kalk, yirmi defa eğilip doğrulup, yatıp kalkacağız !” melül melül bakıyor, “ne yatıp kalkması yahu?, ben akşama kadar ölmüşüm zaten, bu da nereden çıktı? “ diyor. Gerçekten de onu oradan hangi güç kaldıracak şimdi? O yatıp kalkmaları bir zarfın içine koyuyorlar ve üzerine de “teravih” yazıyorlar ve diyorlar ki ; “işte bütün o yorgunlukların, bitkinliklerin ve yemekten sonra gelen rehavetin aslı, esası, devası, seni gerçekten rahatlatacak olan bir namaz, bir ibadet bu. Peygamber(asm) emretmiş bunu. Ama senin için tabii. Neticesinde mutluluk var, saadet var bunun .” Kalkıyor ve “lebbeyk!” diyor. Yirmi defa alnını secdeye koyuyor,” Ya Rabbi! Hamdedilmeye layık, en büyük sensin” deyip, emre uymanın rahatlığı içinde bir günlük Ramazanını bu şekilde geçiriyor.

Eee, rızay-ı ilahiye nail olmak için melekleşip, melekleri taklit eden bu müslümanı nasıl cennetine koymaz ki Allah?

Bizlerin; bu iyiliklere, güzelliklere, ihsanlara ermemize vesile olan on bir ayın sultanı on ikinci ay, tekrar hoş geldin, safalar getirdin!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*