Öncelikli mesele ve AB

Dileğim bu yazının bir ikaz ve duâ hükmüne geçmesidir. Ayrıca bazı tesbitleri böylece tarihin kucağına bırakmak istiyoruz. Belki de Siirt seçimlerinden sonra bazı şeyleri söylemenin pek mânâsı da kalmayabilir. Siyasete “vatan, millet ve din” lehine bakanların endişeleri git-gide büyürken “Konuşmak susmaktan şimdilik evlâdır” kaidesince bir kaç noktaya işaret etmek istiyoruz.

AB sürecine girmiş ve dinozorlardan kurtuluşunu—yansıtılmak istenen—bu süreçte arayan Türkiye’nin birinci meselesinin ekonomi olmadığını AB’deki dostlarımız yıllardır söylüyorlar. Ekonomikman Özal’ın düştüğü hatalara maalesef Özalperver Tayyip Beyin de düşme ihtimali giderek artıyor. 12 Eylül sonrası başlayan “ekonomi seferberliği”nin ülkeyi musibetten-musibete yuvarladığı ortada iken, birinci meselenin ekonomi olması size de endişe vermiyor mu?

Askerin açık-gizli ikide bir müdahale ettiği bir ülkede, kanun hakimiyetinin olmadığı bir devlette, şeffaflık yerine siyah perdeler arkasında iş görmenin neredeyse komite ve kurum diktatörlerince benimsendiği bir memlekette ekonominin düze çıktığı hiç vaki değil. Yıllarca Menderes’in, Demirel’in ve son olarak Erbakan-Çiller hükümetlerinin topladıkları, komite ve kurum müstebitlerinin ağız sularını büsbütün akıtarak onları müdahaleye sevk etti. Bu durumumuzu gören AB’deki dostlarımız; “Karanlık hiç bir köşe kalmaksızın ışıklarınızı açınız, kapıyı-pencereyi hırsızlara karşı tahkim ediniz, yasalarla fert ve kurumlara yaptığınız ayrıcalıkları bertaraf ediniz, hukuk önündeki eşitliği sağlayınız!” diyorlarsa bize düşmanlık mı yapıyorlar?

AKP bu söylemlerle ve daha öncekilerin hatalarının yardımıyla tek başına iktidara geldiği halde, “demokratikleşme, temel hak-hürriyetler ve yargının bağımsızlığını” bir tarafa bırakarak, henüz hiçbir icraat ortaya koymadan AB’ye diklenirse, bu ülkenin zararına ve Amerika’daki dinozorların hayrına olur.

“Diklenmeyeceğiz, fakat dik duracağız sözü hoşuma gitmişti. Fakat “derin devletin ve AB karşıtlarının” hoşuna gidecek şekildeki diklenmeleri anlayamıyorum. Yahudi Wolfowitz’e kapalı kapılar arkasında Irak meselesinde söz verip, şahinlerin hayran bakışları arasında Yahudi Kongrelerinde ağırlanmak hakikaten endişelerimizi arttırıyor. Yakın tarihimizdeki en büyük dış politika hatamızın—Körfez krizinin—bize maliyetini, İsrail vasıtasıyla PKK belâsını başımıza saranların şenaatini unutmuş görünerek dinozorlarla aynı pistte dansa çıkmayı pek hayra alâmet olarak göremiyorum.

Deniliyor ki; durumumuz vahim, asker müdahil, ülke IMF’nin kahredici pençesinde ve ülkenin yüzde otuzu açlık sınırının altında… Tayyip ne yapsın? Hakikaten bu ülkede AKP’lilerden daha hürriyetperver, vatanperver ve adaletperver başkaları yok muydu? Elbette varlardı, fakat ülke şartlarından dolayı kendilerini kuşatılmış görüyorlardı. Madem ki, bu kahramanlığa niyet ettiniz, millete ümit verdiniz, hergün ümitlerimizin yeni bir nihalini kırmaya hakkınız olmamalı.

Sağ iktidarların kaderi ille de çatışmacı veya teslimiyetçi mi olmalı? Bugüne kadar gelen iktidarlar içinde—arkasında dosyası olmadığından—en rahat konuşabilecek; çalışabilecek ve sıkıştırıldığında sine-i millete dönebilecek bir iktidar nazarıyla AKP’lilere bakıyorum. Fakat, dahilde “derin devletçe” hariçte “dinozorlarca” bir-iki çukura düşürülürse, ömrü bir-iki seneyi geçmeyeceği endişesini taşıyorum. Oturmuş “siyasî bir yapı” arz etmediğimden, bayatlamış ekmek gibi dağılır gider diye korkuyorum. AKP’liler de bliiyorlar ki, Washington’daki şahinlerle Türkiye’deki 28 Şubatçılar kendilerine karşı “pusuda” bekliyorlar. Bu çetin imtihandan ve dar mengeneden kurtuluşun iki kapıda olduğuna inanıyorum. Dahilde vekâletini aldıkları milletle diyaloglarının şeffafça devam etmesi ve devamlı bir millet desteği, dışarda da menfaatleri dinozorların menfaatleriyle çelişen AB’yle samîmî işbirliği… Burada kimse kimsenin onuruyla oynamaz. Fakat resmî ideolojilere, üstün yasalara ve şeffaf olmayan kurumlara da müsaade edilemez.

Bazılarının ikide bir doğu ve güney komşularımızı bize düşman göstererek “Türkiye’nin konumu farklıdır” demesi de AB’de istihza ile karşılanıyor. İsrail sözkonusu ülkelerden bugün için şikâyet edebilir, fakat Türkiye’nin bu şikâyeti çok sırıtıyor. Ayrıca, “derin devletle işbirliği” yapmamış sivil toplum örgütlenmesinin “vatan düşmanlığı” veya “irtica” bühtanlarıyla infaza kalkışılmasını da AB’deki dostlarımız sıkıca takip ediyorlar. Avrupa ülkeleri sosyal giderlerinin ve çalışmalarının en az yarısını bu sivil-toplum örgütlerine havale ettiği halde, bizdeki “sivil toplum” örgütlenmesine bu kadar şiddetlice karşı çıkılmasını vatanperverlikle kabil-i telif göremiyorum.

Netice olarak, AKP’nin “vatan, millet ve din” için hayırlı olmasına duâ ederken, hükümetin yeni açılımları ve beyanları bize ferah yerine endişe veriyor. Şayet bizden farklı olarak bildikleri ve milletin hayrına yapacakları şeyler varsa, bizimle paylaşmalıdırlar… Tâ ki ümit ve duâ devam etsin. Fakat şu gidişat yalnızca ümitleri törpülüyor…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*