Önyargılarımızla baştan yenilgimiz

Öğrenme beyinde düşünce gücüyle başlayan bir davranış değişikliğidir. İnsan bir şeyi öğrenmek amacıyla alıcılarını açmışsa aslında o zaman öğrenme gerçekleşir. Yıllardır kafamızda oluşturduğumuz çeşitli derslere karşı önyargılar onlara karşı batan tavrımızı koymaya sebep oluyor. Baştan anlamamaya şartlanıyoruz, baştan öğrenmemeye.

Hepimiz matematik, tarih, edebiyat, fizik, kimya gibi bir çok olguyu ders saatlerine sıkıştırılan konulardan ibret olarak gördüğümüz için ne onları sevebilmiş, ne de onların gerçek hayattaki değerini anlayamıyoruz. Oysa öğrenmekten sakındığımız bu konular bize o kadar zengin bir birikim sunacaklarıdır ki bizi daha başarılı, daha farklı bir insan haline getirebilirler.

KABUSUMUZ MATEMATİK

“Matematik mi korkutucu, biz mi korkmaya meyilliyiz, yoksa öğretenler korkutmadan öğretemediler mi?”

Çocukluğumuzda başlıyor bize uzaktan bildirilmeye onun hakkındaki zanlar. En çok sıkıldığımız, en çok hazetmediğimiz, çantaya kitabını koyarken elimizin titrediği dersti matematik. Ancak şimdi düşünüyorum da bizi rahat bıraksalardı daha mı az korkardık? Anlamadım dediğimizde aynı şeyleri tekrar etmek yerine farklı bir yoldan zihnimize girmeye çalışsalardı daha mı çok yaklaşırdık anlama sınırına? Yada öğretmenimizi daha çok sevsek, daha mı farklı görürdük bu dersi?

Parmaklarımızı sayarak başladık bu yolculuğa. Derken sistematik öğrenmeye başladık okul yolarında saymaya başladık adımlarımızı. Fasulyelerin, çubukların, abaküslerin arasında  eğlenirken gülümsedi bir sıra. Sonra çarpım tablosuna terfi ettik. Bilemediğimiz onca şeye inat bilinmeyenli denklemlerde terler döktük bilinmeyeni yakalama adına. Ve daha da girift hale geldi bu çaba. Havuz problemlerine anlam bulmaya çalışırken trigonometride durduk. Yeniler eklendikçe eskilerin eğlencesinden kopardık kendimizi. Bunlar NEREDE ne işimize yarayacak diye düşünürken başladı gerginlikler ve uzaklaşmalar arada nefretler, sinir nöbetleri ve kayıtlarda kalan kocaman sıfırlar, birler, eksiler…

Hepimizinde bildiği gibi insanlarda matematiksel gelişim bebeklikten itibaren başlar fakat daha sonraki yıllarda bu gelişimin boyutu artar. Yapılan araştırmalar bebeklerin bile sayıları ayırt edebilecek zekaya sahip olduklarını göstermektedir. Peki bu zeka çocuk okula başlayınca geri adım mı atıyor? Tabi ki HAYIR! Geri adım atan zeka değil çocuğun ilgisidir.

İlgi dikkati ve beraberinde öğrenme eğilimini ayakta tutan en önemli unsur. Onun ilgisini çekecek materyaller kullanılmalı ve matematiğin hayatın içinde olduğu çocuğa günlük dille de zaman zaman anımsatılmalıdır. Nitekim matematik eğitimcilerinin yaptığı araştırmaların sonuçları başlangıçta çocuğun matematiğe olan ilgisinin iyi olduğu ama sonradan (yani okulda bir kaç sene geçtikten sonra, özellikle 4. veya 5. sınıftan sonra) bu ilginin ciddi derecede azaldığı fikri ile kesişmektedir (Bu fikrin her öğrenci için geçerli olmadığı unutulmamalıdır).

Burada şu sorular geliyor aklıma; Öğrenci matematik dersinden neden düşük not alıyor? Acaba sınavlara çalışmadan mı giriyor, yoksa çalışıyor da öğretmenin zor soru sorması nedeniyle mi zayıf not alıyor? Acaba öğretmene olan yaklaşımını direkt o öğretmenin dersinede mi yansıtıyor? Matematik dersine giren öğretmeni sevmediği için mi matematiğe karşı soğuk bir tavır geliştiriyor? Bu sorularda yansıtılan durumların her biri matematiğe olan soğuk tavırların sebebidir. Ama şurasıda gerçek ki ideali olan her öğrenci bu sorunu minimum seviyeye indirgeme gücüne sahiptir. Öğrencinin bu sorunu minimum seviyeye indirgeyebilmesi içinde ona çevreden (ailesi, arkadaşları, diğer öğretmenleri vb. olabilir) destek gerekmektedir.

Eğer bu sorun öğretmenden kaynaklanıyorsa öğretmen değiştirilebilir. Sınavlardan düşük alması ise (burada öğretmene karşı tavrı iyi yani öğretmenini seviyor ama sınavlardan düşük not alıyor) düşük not almasına neden olan etmen belirlenip ortadan kaldırılabilir. Bu etmen ders çalışmaması ise çocuğa etkili ve anlamlı ders çalışma yöntemlerinden bahsedilip rehberlik yapılıp bu ortamın oluşturulması için ona yardımcı olunabilir (burada en büyük görev aileye düşmektedir). Peki tüm bu sebeplerin yanı sıra önyargılarımızı sıyırıp incelediğimizde Matematik Gerçekten Zor mu?

MATEMATİK ZOR MU?

Acaba matematik gerçekten can sıkıcı ve sevimsiz bir ders mi? Matematiğin özünde sevimsizlik olabilir mi? Bu sorunun cevabı soruyu sorduğumuz kişiye göre değişir. Senelerdir matematiği karnesinde zayıf olan, sayısız matematik dersi almasına, dershanelere gitmesine ve uzun saatler harcamasına rağmen, öğretmenler kurulu kararıyla zar zor matematikten sınıf geçen bir öğrenciye sorsanız, size matematiğin dünyanın en zor ve sıkıcı dersi olduğunu söyleyebilir. Aynı konuyu birde matematik profesörüne sorarsanız size matematiğin nasıl olağanüstü, muhteşem zevkli bir bilim dalı olduğunu, bir bulmaca çözmek yada büyük şeyler başardığında yaşadığı mutluluğu matematikte bulduğunu söyleyecektir.

“Ben matematiği yapamam, zor bir ders, derste sıkılıyorum ve anlamıyorum.” Matematiğe yönelik olumsuz inançlar matematiği anlayış tarzımızı belirliyor. Matematiğin zor ve sıkıcı olduğu ön yargısıyla matematiğe bir şans vermiyoruz. Bu olumsuz inancınız başara bileceğiniz bir şeyi bile başarmamanıza neden olur. Çocuk onun zor olduğuna beynini şartladıktan sonra çevresinden teselli amacıyla tamamıyla iyi niyetli (!) ifadeler yargılar öğrenir. Teselli etme, çocuğun matematikle ilgili “zorluk” düşüncesinin bir eksiklik olduğu kabulünü gerektirir. İşte o anda çocuk, kendisine ve dolayısıyla matematiğe yabancılaşmanın ilk adımını atar. Büyüklerin daha başta önyargı kabul ettikleri zorluk düşüncesi doğallığını kaybeder. Bir insana birşeyin zor gelmesi ne kadar doğaldır aslında. Fakat, içinde yaşadığımız kültürün matematik bileşeninde buna izin yoktur. Böylece, önyargı gerçekten bu durumda “yeşermeye” başlar. Teselli girişiminin yanında ikinci yabancılaşma, ikna etme sürecidir. Çocuk, matematiğin zor olmadığına ikna edilecektir. Bu adımda çocuk yanıldığını hissedecek, “aslında zor olmayan” bir olgunun kendisine zor geldiğini duyumsayacak ve eksiklenmeye devam edecektir. Böylece kendisine yabancılaşma sürüp gidecektir. Özünde “zor” olan bir ders haline gelecek ve  çalışsak da başarılı olamıyoruz veya sadece çok zekiler matematik başarır gibi söylemlerle bu dersin akıbeti şekillenecektir.

Çocuklar, ilk adımlarını atarken “matematiksel anlamın” oluşma sürecini acaba yaşıyorlar mı? Bunun farkında olabiliyorlar mı? Matematiksel anlamın oluşum süreçlerine önem vermeden matematiği salt bir yöntemler yığını olarak gören yaşam tarzında, matematik birçok küçük arkadaşımız için neden zor olmasın? Zor diye ısrarkarsanız zor olması, kalıcı bir özellik değildir. Bunun üstesinden gelmek olasıdır. Ancak, matematiği yücelten sloganlarla değil, küçük arkadaşlarımızı kendi özellerinde anlamaya çalışmakla olasıdır. Bu sonu gelmeyen matematik problemlerine çözüm üretmek, belki de işlem hatasını nerede yaptığımızı bulmakla başlayacak. Eğitimcisinden öğrencisine çözümü hangi sayıda buluruz bilinmez? Ya da daha kaç sayıda paylaşır dururuz da tükenmez? Sonsuzluğun sonunu aramaya eş değer beklide yapmaya çalıştığımız. Ama en azında hep beraber bundan sonra başlangıç noktasının farkındayız.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*