Osmanlı’dan, İran’a ve İslâm dünyasına demokrasi dersleri

İran son dönemlerin en önemli kargaşasını yaşadı.

Yolsuzlukların ve işsizliğin giderilmesi ve hak ve hürriyet talepleri ile başlayan gösteriler ülkede ciddî gelişmelerin habercisi olarak değerlendiriliyor. Gösteriler çok sayıda can kaybına sebep oldu. Hükümet sert tedbirlerle göstericilerin üzerine gitti. Sokakların şimdilik sakinleşmesi sevindirici. Bu ne kadar devam eder tahmin etmek çok kolay değil!

Öncelikli olarak şunu hatırlatmak gerekiyor ki sokak gösterileri ve menfi hareketler hiçbir zaman memleketin hayrına değildir. Masumların zarar görmesine sebep olduğu gibi büyük ekseriyetle haklı istekleri de haksız duruma düşürerek halk üzerindeki baskıların daha da şiddetlenmesiyle sonuçlanır. “Hadiselerin arkasında milletler arası komiteler ya da şer güçler var mı?” sorusu akla geliyor. Ancak unutmamak gerekir ki problemlerinizi kendiniz çözemediğiniz zaman başkalarının müdahalesi her zaman mümkün!

İran’da demokrasi o zamanki ifade ile meşrûtiyet talepleri Osmanlı’daki ile neredeyse yaşıt. Sebepleri de neredeyse aynı. Ruslarla yapılan savaşlarda sürekli mağlûbiyetler ve İngiltere’nin baskıları ülkenin geri kalmışlığının sorgulanmasına sebep oldu. Safeviler’le başlayan Osmanlı düşmanlığı ve mezhep fanatizmi problemlerin üzerini örtmeye artık yeterli gelmiyordu. Nihayetinde Safeviler de gitti. Yeni gelenler problemleri daha gerçekçi metotlarla çözmeye çalıştılar.

1900’lü yıllarda İran şahlarının Rusya ve İngiltere’nin baskısıyla vermek zorunda kaldığı tavizler halkın ciddî tepkisine sebep oldu. İfade ve basın hürriyetinin olmaması sebebiyle tavizler zafer gibi gösteriliyordu. Ancak İstanbul, İran’ın Paris’i gibiydi. Muhalif gazeteler İstanbul’da çıkıyor ve İran’da ciddî bir okuyucu kitlesine sahipti. Özellikle iki İranlı gencin çıkardığı gazete meclisin ve anayasanın gerekliliğinden bahsediyordu. Askıya alınmış da olsa Osmanlı’daki anayasayı tam metin olarak veriyordu. Şahların ve bürokrasinin yetkilerini tesbit edip sınırlarını çizen ve şeffaflığı sağlayacak meclis ve hürriyetin faziletlerinden bahsediyordu. En nihayetinde Osmanlı etkisiyle de 1906 yılında İran’da meclis açıldı. Yine Osmanlı’da olduğu gibi şahın tayin ettiği Ayan Meclisi de vardı. Veto yetkileri de aynı şekildeydi. Bütün eksiklerine rağmen ülkede ciddî bir rahatlamaya sebep oldu.

Bediüzzaman Said Nursî’nin de o dönemlerde ifade edildiği gibi: “Osmanlıların hürriyeti; koca Asya tali’inin keşşafıdır, İslâmiyet’in bahtının miftahıdır, ittihad-ı İslâm surunun temelidir.” Rusların Japonlara mağlûp olması başta Balkanlar ve Orta Asya olmak üzere bütün İslâm dünyasında sevince sebep olmuştu. İranlı hürriyetçiler de makalelerinde Rusların Japonlara mağlûp olmasının ana sebebinin Çar’ın dikta yönetimi olduğunu ifade ediyorlardı. Nitekim Rus Çarı da meclisi açmak zorunda kalmıştı. İranlı hürriyetçilerin bu tezleri de etkili oldu.

Ancak başta petrol olmak üzere ekonomik ve siyasî tavizlerin meclise gelmesi ve basında tartışılması İngiltere ve Rusya’da ciddî rahatsızlıklara sebep oldu. Osmanlı’da olduğu gibi İran’da da demokrasi ve hürriyetin gerçek düşmanları İngiltere ve Rusya’daki derin güçlerdi.

Önce Rusya’da sonra da İran’da meclisin açılması Osmanlı yönetimini de rahatsız etmişti. Osmanlı, meclisi olmayan tek ülkeydi artık.

Hem Osmanlı’da hem de İran’daki o zamanki hadiseleri gerçek manada değerlendirmek ve ders çıkarmak önemli. Çünkü İran ve Türkiye’nin bugünkü durumu o zamanki kodlarda gizli.

Osmanlı uleması Bediüzzaman Said Nursî ve Mehmet Âkif gibi az sayıda âlim ve münevver hariç istibdadın yanında yer almış ve hürriyet ve meşrûtiyete karşı çıkmışlardı. Bunun faturası İslâm’a çıktı ve ağır oldu.

Bunu ifade için Sünûhat’ta şöyle denilir: “Otuz sene halife olan bir zât, menfî siyaset namına istifade edildi zannıyla, şeriata gelen tecavüzü gördünüz.” İran uleması ise tam tersi hürriyet ve meşrûtiyetin yanında yer almış halkla ve aydın kesimle birlikte hareket etmişler hatta öncü olmuşlardır. Bunların sebepleri çoktur, ancak en önemlileri Osmanlı âlimlerinin büyük ekseriyeti devlet memuru idi. Diğer bir sebebi de Sultan II. Abdülhamid’in dindar bir zat olmasıydı. İran’da ise ulema devlet memuru değildi. Devletin emrinde değil hatta üstündeydi. Anlaşılan Risale-i Nur’da geçen Eski İran Veziri Büzürcümehr’in “ümera kapısındaki ulema” hakkındaki ikazları aradan geçen çağlara, devletlere ve mezheplere rağmen makes buluyordu.

Cumhuriyet döneminde Türkiye’de yapılan inkilâbların, dinî eğitim ve ezan yasağı gibi dine yapılan baskıların İran’da yapılamamasının sebepleri çoktur. Ahir zamanın mühim şahıslarının Osmanlı mülkünde çıkması gibi önemli faktörler sayılabilir. Ancak yukarıda ifade edilen Osmanlı ulemasının itibar kaybı ve bazı kesimlerin bu sebeplerle dine küsmeleri önemli bir faktördür. Yine ulemanın cumhuriyet döneminde de memuriyetleri ve “ümera kapısında” olmaları önemli bir sebeptir. En kudretli padişahları bile hizaya getiren, adalet ve şeriat çizgisine çeken Zenbilli ve Ebussuud gibi İslâm âlimlerinden gelinen nokta kaderin garip bir tecellisidir.

1979’da Humeyni liderliğinde yapılan İran inkilâbı ne getirdi? Devletin ve siyasetin üzerindeki İran uleması tam olarak devlet oldu. Muhalefet okları şimdi onlara yönelik. Osmanlı ulemasının son döneminde olduğu gibi ciddî bir itibar kaybı ile karşı karşıya. Şahlık dönemimde olduğundan daha büyük gizli bir istihbarat ordusu şimdi Mollaların kontrolünde. Devrim Muhafızları da aynı şekilde… Gladio benzeri yapılanmaları olan birkaç gizli ordu da her türlü operasyon yapma yetkisine sahip. Cumhurbaşkanının yaptığı bir açıklamada ideolojik bazı enstitülerin bütçeleri en büyük üniversitelerinkinden daha fazla. Milis güçlerinin bütçeleri de ordu ile yarışıyor. Cumhurbaşkanının da kontrolü ve bilgisi dışında ve şikâyet ettiği benzeri birçok yapılanmalar mevcut!

İran, dünyanın en çok petrol üreten ülkelerinden birisi. Ancak halk ciddî bir fakirlik ve sefalet içinde. Bunların hepsini ambargolarla açıklamak mümkün değil! Ekonomideki kötü yönetim, denetlenemeyen büyük harcamalar, mollaların kontrolündeki aşırı merkeziyetçi ekonomi ve teşvikler en önemli faktörler. Yine devrim ihracı ve son dönemlerdeki Şiî yayılmacılığı gibi hedefler için harcanan büyük paralar da sefaletin en önemli sebeplerinden. Mezhep taassubu ve İslâmcılık ya da Batı düşmanlığı bu problemleri ne kadar kapatabilir?

Diğer bir önemli husus ise İran gençliği de ciddî bir şekilde fen ve felsefeden ve İslâm’a yapılan itirazlardan etkileniyor. Ayrıca Batı tarzı yaşantı da belirli bir kesimi etkilemeye devam ediyor. Yine mezhep taassubu da İran’ı yalnızlaştıran faktörlerden birisi. İhtilâf noktalarını terk ederek ortak paydaya gelmeleriyle İran ve İslâm dünyası daha güçlü hale gelecektir. Bilindiği gibi her iki konuda da Risale-i Nur’da herkesin istifade edebileceği çok önemli hakikatler ve dersler mevcut.

Risale-i Nur’da izah edildiği gibi “meşrûtiyet-i meşrûa” yani İslâm’a ve şeriata uygun meşrûtiyet ya da demokrasi ve hürriyet Asya’nın özellikle İslâm dünyasının önünü açacaktır. İran uleması da 1900’larda olduğu gibi hürriyetin ve halk iradesinin yanında olmalı. Siyaset ve ekonominin yıpratıcı etkilerinden kurtulmak için devlete ve siyasete mesafeli durmalılar. Şüphesiz bütün bunlara Suudî Arabistan’dan Türkiye’ye kadar birçok ülkenin en az İran kadar ihtiyacı var…

Hasan Güneş

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*