Papa´ya selâm, hizmete devam

İslâm dünyası başta olmak üzere son günlerin en büyük gündem maddesi “Papa” efendinin marifetleri oldu. Herkes kendi açısından olayı yorumlamaya çalıştı ve çalışıyor.

Bana göre Papa kendine düşen vazifesini yapıyor. Kaderin fetvasını icra ediyor. Sebebi ise, büyük ekseriyetle Batı dünyasındaki insanların sadece bir kısmının manevî ihtiyaçlarının sembolik simgesi durumuna düşmüş ve çözüm üretemeyen “ruhban sınıfının” önündeki engel bir “tökezlemeyi” gerektiriyordu.

Papa bunu bilerek veya bilmeyerek icrasını gerçekleştirdi.

Üç milyardan fazla insan topluluğu için “semboliklikten” öte gidemeyen tahrif olmuş bir dinin, şahıslara indirgenmiş ve insanlığa hiçbir faydası kalmamış prensiplerinden kurtulmanın bir yolu olmalıydı. Dışardan bir müdahale çok daha büyük tepkileri çekeceği için içten bir “eylem” lâzımdı. Bence kader o­nu Papa’nın diliyle yaptırdı.

Hayalî “Sovyet Diktatörlüğü”nün yıkılması nasıl kendi içinde olduysa, semâvîlikten tamamen uzaklaşmış bir dinin yerine “hak dinin” hakikatlerinin devreye girmesi de yine, o­nu gönderen Îlâhî güç tarafından—fıtrat kanunu olarak—büyük bir tahribat olmadan gerçekleşmeliydi ki masumlar daha sağlıklı hakikatleri görüp ulaşsınlar.

İşte kaderin bu fetvasıyla Papa hem Müslümanların tembelliğinin gubarını—tozunu—dağıtmıştır, hem de hakikatlerin araştırılmasına ve İslâmiyet’e yaklaşmaya kendi diliyle yardımcı olacaktır. Tıpkı Bush ve neocon ekibinin kasten plânladıkları “11 Eylül Sendromunun” kendi ayaklarına dolandığı ve başlarına belâ örüp tökezledikleri gibi. Bu konuda belki de Papa’ya “teşekkür!” borçluyuz! Allah korusun Hz. İsa’ya (as), Papa’nın yaptığı tarzda bir saldırı, Müslümanlar tarafından yapılsaydı, Batılıların yapacağını hiç birimizin hayali almazdı.

11 Eylül’den sonra, İslâmiyet’i “terörle” örtüştürmeye uğraşan “menhus ruhun” aksine olarak kâinatın güneşi ve dengesi olan Kur’ân hakikatlerini araştırmaya yönelen Amerikan ve Batı halkının çoğu Kur’ân’ın mu’cize hakikatleri ile bire bir karşılaşınca hidayete erenlerin sayısı yüz binleri geçip milyona ulaşmaya başlamıştır.

Amerika’nın izinde ve güdümünde giden ve kimlik arayan Avrupalıların da ayılması için bir “tetik” lâzımdı. Galiba bu tetiğin, biz Müslümanların gayretsizlik ve gafletinden dolayı Papa’nın eliyle olmasına kader fetva verdi. Gaybın mutlak sahibi Allah’tır. Bilinmez. Bu bir şahsî yorumdur.

Türkiye’de olsun, âlem-i İslâm’da olsun, iman ve Kur’ân’a hizmet için, ayrı sahalarda hizmet vermeye çalışan, kendi aralarında çok lâzım olan bu birlik ve dayanışmayı henüz gündemlerine alamayan bir çok İslâmî grup, cemaat, tarikat ve kişilere İlâhî bir ihtar ve ibret dersi olarak da bu olayı yorumlamak mümkün. Asrın bütün dertlerine, olaylarına Kur’ân’dan reçeteler sunan aziz ve muhterem Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, sağ olsaydı bu konuda ne gibi bir tavır takınırdı diye düşündüm.

Herhalde o­nun en bariz hali olan, olaya mantıklı, muhakemeli, tehevvüre kapılmayan ve “çözüm” üreten müdahalesini yapardı. Yani bu konuda telif ettiği eserlerden bir demetin hemen bir talebesi tarafından Papa’ya ulaştırılmasının yollarını mutlaka arar ve bulurdu diye düşünüyorum. Arkasından talebelerine bu konuyla ilgili Risâle-i Nurdaki bütün hususları okur, o­nların var olan akidelerini bir defa sağlamlaştırırdı. Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, bu konuyla ilgisi olan her kuruluş ve şahsa “İslâmiyet’in yüksek ahlâkını, Kur’ân’ın evrensel mesajlarını, Hz. Peygamberin ‘rahmet’ peygamberi olduğunun bütün delillerini” âcilen ‘matbuat’—basın—yoluyla ilânını sağlar ve bu konuda müthiş bir tahşidat yapardı.

Sonra da, bütün bu hadiselerin arkasında “sır” perdesinin olduğunu, “istikbalin-geleceğin” kayıtsız şartsız İslâmiyet’in ve Kur’ân’ın hâkimiyetinde olacağını, müspet hareket edip sarsılmadan İman-Kur’ân hizmetine devam edilmesi lâzım geldiğini söylerdi, diye düşünüyorum.

Netice olarak, Papa, büyük ölçüde bilerek bu büyük gafı yapmıştır. Ama baltayı da ayağına vurmuştur. Kâinatın güneşi olan Kur’ân’a hiçbir güç, şahıs, fikir leke getirememiştir, bundan sonra da getiremeyecektir. Hıristiyanlık ve tefessüh etmiş batı medeniyetinin intıfası (sönmesi) ve ıstıfası (sâfîleşmesi) süreci bu konuşmadan sonra daha da hızlanacak, İslâmiyet güneşinin parlaması hız kazanacaktır. Bütün hükümlerini akla tespit ettiren İslâmiyet’in “Tevhid” akidesi, gündeme damgasını vuracaktır inşallah.

Kâinatın Efendisini (asm) karalamaya çalışanların yüzleri, akılları, nesilleri, fikirleri kararmıştır. O pak, sade, temiz, saydam Nur-u Muhammedî ve Gül-ü Muhammedî olarak kıyamete kadar insanlığın rehberi, önderi, hâmîsi ve şefîi olarak devam edecektir.

Müslümanlar olarak, şu andan itibaren İslâm’ı araştırmaya başlayacak şu an “Hıristiyan” fakat istikbalin “potansiyel Müslümanları”na kucak açmaya hazır mıyız?

NOT: Bu geceden itibaren idrak edeceğimiz o­n bir ayın sultanı Ramazan ayınızı tebrik eder, mânevî hazinelerimize bereket getirmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz eder, duâlarınızı beklerim.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*