Papazın doları mı, israfın tokadı mı?

Dolar krizini bir tek rahip Brunson’a, ABD ile restleşmemize bağlamak olamaz. Dünya bizi istemiyor gibi hamasî nutuklar sadece kendimizi kandırmak, topu taca atmak, hakikatin üstünü örtmekten başka işe yaramaz.

Belki uzun zamandır içte ve dışta yanlış politikaların neticesi olduğunu bilmek, iktisadî ve sınaî kalkınmanın önündeki barikatları kaldırmak, israf ekonomisine bir son vermekle krizler aşılır kâra da geçilir.

Son zamanlarda global bir köye dönen dünyada diplomatik dili unutup, herkese kafa tutmakla ekonomimizin düzeleceğine inanmakla meşgulüz.

Devlet geleneği olan nice devletler kurup asırlarca kıt’alara adaletle hükmetmiş bir milletiz. Elbetteki böyle şanlı bir milletin düşmanı da olacaktır.

Ancak düşmanları tarafından da hürmet gören bir maziye sahibiz.

Kabul etmek gerekir ki Osmanlı’yla beraber saygınlığımızda gitti. İttihad-ı İslâmı temsilde koca bir İslâm âleminin gücü vardı arkamızda.

Dirayetli padişahlar idare ederdi Devlet-i Âli Osmani’yeyi. Devletlülerimizde; Hz. Peygamber’in (asm) her an kontrolü edebiyle kalkıp oturan, Hz. Ömer’in (ra) adaletini rehber alan, Hz. Osman’ın Kur’ân aşkıyla mest olan, Hz. Ali’nin ilmiyle mezcolan, devlet mesuliyeti ciddiyetiyle korkularından yatağa giremeyen, İslâmı nasıl yaşar ve İ’la-yı kelimetullahı nasıl deruhte ederim endişesi vardı hep. Öyleki millete hizmetten bir an ayrılmamak ve milletin parasını harcamamak için hacca dahi gitmezlerdi.

Bu gün ise etrafa bakmaktan nerede yanlış yaptık diyemiyoruz.

Oysa; sayısız eskort ve korumalarla Cum’a namazlarına gittik.

Elâleme dünya kadar borcumuz var iken, 200 bine yakın olduğu ifade edilen makam araçlarına bindik.

1150 odalı saray yaptık. (Sadece bir aylık elektrik giderleri bir şehrimizin tam bir senelik giderinden fazla.)

Altın kaplamalı klozetten tutun, tabak çanak vs gibi günlük gereçleri en kallavisinden kullandık.

Kilosu 4 bin TL olan beyaz çayı içtik.

Yazlık saray için 400 oda ayırdık.

En son Malazgirt’te yeni bir saray yapmak için 1071 metrekare teklifine itiraz ederek “O sadece bahçeye yeter, en az 6 dönümlük araziye yapılmalı” diyerek israfı göremedik.

Halbuki bu günkü sarayların yanında bir müştemilat gibi duran Yıldız Sarayı için Bediüzzaman Hazretleri Sultan Abdülhamid’e:

“Münhasif Yıldız’ı dârülfünun et, tâ Süreyya kadar âlî olsun! Ve oraya seyyahlar, zebaniler yerine, ehl-i hakikat melaike-i rahmeti yerleştir; tâ Cennet gibi olsun! Ve Yıldız’daki milletin sana hediye ettiği servetini, milletin baş hastalığı olan cehaletini tedavi için büyük dinî dârülfünunlara sarf ile millete iade et ve milletin mürüvvet ve muhabbetine itimad et.” demek suretiyle kalkınmanın hem millet nezdinde bir itimat, hem de millete bir hüsn-ü misal olsun diye ders verdiğini göremedik.

İSRAF EKONOMİSİ

Halbuki ekonomi öyle göründüğü gibi çetrefilli olmayıp, belli başlı kuralları olan ve gelir-gider dengesi ile izah edilen bir mefhumdur.

Küçük bir işletmeden tutun büyük holdinglere kadar, kâr-zarar bilânço hesabında; sarfiyat varidatı aşmışsa iflâs etmişsiniz demektir ki israf açığa çıkar. İsraf ise bir aileyi yıktığı gibi, bir işletmeye de kepenk kapattırır. Kaldıki koca bir devleti israfla idare etmek ne mümkün.

Mahrumiyetlerden iktidarı ele geçirince tıksırıncaya kadar yedik, içtik hatta öyle israf ettik ki, her sahada olduğu gibi futbol sahalarını da batırdık. Milyon eurolar havada uçunca UEFA kulüplerimize aynen ekonominin emrettiği gibi “sattığın kadar al” mecburiyeti getirdi. Şimdi yana-yakıla ellerindeki futbolculara pazar arıyorlar ki alan yok. Yıllık 5 milyon euro maaş, uçak parası bilmem ne bonusu, araba, villa vs. Yoğurdun bol olmadığını elâlem gördü de biz hariç.

Düşman ilân ettiğimiz topa tuttuğumuz dünyaya şöyle bir bakalım:

Konya kadar toprağı olmayan Hollanda’nın ihracatı bizden fazlayken Başbakanı bisikletle işe gidiyor.

İhracatı dünya çapında olan Japonya’nın 10.000, ihracat fazlası 300 milyar euro olan Almanya’nın 8 bin makam aracı olduğu düşünülürse züğürt ağalığımızın hangi boyutlarda olduğunu varın hesab edin.

Bir anekdot:

1991 seçimleri öncesi siyasî liderlerin yaptığı (şimdi artık yok) bir açık oturumda, Erbakan esip gürlüyor, o bildik Hıristiyan kulübü tekerlemelerini sürdürürken Demirel sözü alarak; “Ne kabadayılığı, öyle kuru kuruya efelenmek olmaz, güçlü olacaksınız, sanayiniz olacak. Cebinizdeki paraya bakar” mealindeki sözleri hâlâ hafızalarımızda…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*