Peygamber Efendimize (asm) salât ve selâm getirmek

Ümmetinin mutluluğunu düşünen, onların üzüntülerine üzülen ve sevinçlerine sevinen bir Peygambere ümmet olmak en güzel bir makam iken; bu makama vesile olan zata salâvat getirmek, duâ etmek de her halde her Müslüman için terk edilmeyecek bir görevdir.

Sevapların kat kat fazla yazıldığı, ahiret ticaretinin arttığı, üç ayların birincisini bitirdik, ikincisine girdik. Allah nasip ederse kısa bir süre sonra da on bir ayın sultanı Ramazan ayına kavuşacağız. Bu ayları hakkımızda hayırlı yapmak elimizde. Bol bol namaz kılarak, Kur’ân ve tefsirlerini okuyarak, salâvat getirerek manevî ticaretimizi arttırmak mümkün.

Cenâb-ı Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de “Gerçekten, Allah ve melekleri, Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! Siz de ona salât ediniz, selâm veriniz.” buyurmuştur. (Ahzab Sûresi, 56)

Peki, Resûl-i Ekrem (asm) Efendimize salât ve selâm getirmek nasıl olur?

Bunun nasıl olduğunu sahabelerden öğreniyoruz. Ashabdan Ka’b. b. Ucre, Resûlullah (asm) yanlarına çıkınca, kendisine “Yâ Resûlallah! Sana salât ü selâm getirmek gerektiğini öğrendik, ama sana salât ü selâmı nasıl getireceğiz?” dedi. Resûlullah (asm):

“Allah’ım! İbrahim’in âline salât buyurduğun gibi, Muhammed’e ve âline de salât buyur. Muhakkak ki, Sen hamd edilmeye lâyıksın, yücesin.

Allah’ım! İbrahim’in âline bereket verdiğin gibi, Muhammed’e ve âline de bereket ver. Muhakkak ki, sen hamd edilmeye lâyıksın, yücesin’ deyiniz” buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 4, s. 241, Buharî, Sahih, c. 7, s. 156, Müslim, Sahih, c. 1, s. 305)

Bu salâvatı namaz kıldığımız zaman her “tahiyyat”a oturduğumuzda “Allahümme salli” ve “Allahümme barik”leri okuyarak yerine getirmiş oluyoruz.

Bir gün Abdurrahman b. Avf, Resûlullah’ı (asm) vakıf hurmalıklarına doğru giderken takip etti. Resûlullah (asm), hurmalığa girer girmez, kıbleye yöneldi ve secdeye kapandı. Secdeyi o kadar uzattı ki, Allah secdede onun ruhunu sanki almıştı. Resûlullah (asm) secdeden başını kaldırınca, Abdurrahman’ı gördü. Burada ne yaptığını sordu. O da, “Yâ Resûlallah! Sen secdeye kapandın, bir kere secde ettin. Cenâb-ı Allah’ın secdede ruhunu kabzetmiş olmasından korktum” dedi.

Bunun üzerine Resûlullah (asm) “Cebrail (as) bana gelip ‘Azîz ve Celîl olan Allah! ‘Sana salât getirene, Ben de salât getiririm. Sana selâm verene, ben de selâm veririm.’ buyuruyor” dedi. (Ahmed ibn. Hanbel,  Müsned, c. 1, s. 191)

Ne güzel bir müjde değil mi?
Resûl-i Ekrem’in (asm) bu kadar salâvata ihtiyacı var mıdır?

Madem o Habîbullah’tır, Allah’ın en sevgilisidir. Akla şöyle bir soru gelebilir: Öyleyse bu kadar salâvat ve duâya ne ihtiyacı vardır?

Bediüzzaman bu soruya şöyle cevap verir: “O zat (asm) umum ümmetinin saadetiyle alâkadar ve bütün efrad-ı ümmetinin her nevî saadetleriyle hissedardır ve her nevî musîbetleriyle endişedardır. İşte, kendi hakkında merâtib-i saadet ve kemâlât hadsiz olmakla beraber, hadsiz efrad-ı ümmetinin, hadsiz bir zamanda, hadsiz envâ-ı saadetlerini hararetle arzu eden ve hadsiz envâ-ı şekavetlerinden müteessir olan bir zat, elbette hadsiz salâvat ve duâ ve rahmete lâyıktır ve muhtaçtır.” (Mektûbât, s. 506)

Ümmetinin mutluluğunu düşünen, onların üzüntülerine üzülen ve sevinçlerine sevinen bir Peygambere ümmet olmak en güzel bir makam iken; bu makama vesile olan zata salâvat getirmek, duâ etmek de her halde her Müslüman için terk edilmeyecek bir görevdir.

Salâvatın manasını Said Nursî şöyle açıklar:

“Salâvâtın mânâsı rahmettir. Ve o zîhayat mücessem rahmete rahmet duâsı olan salâvât ise, o Rahmeten li’l-âlemînin vüsûlüne vesîledir. Öyle ise, sen, salâvâtı kendine o Rahmeten li’l-âlemîne ulaşmak için vesîle yap ve o zâtı da rahmet-i Rahmân’a vesîle ittihaz et. Umum ümmetin, Rahmeten li’l-âlemîn olan (asm) hakkında, hadsiz bir kesretle rahmet mânâsıyla salâvât getirmeleri, rahmet ne kadar kıymettar bir hediye-i İlâhiye ve ne kadar geniş bir dairesi olduğunu parlak bir sûrette ispat eder.

“Elhâsıl: Hazîne-i rahmetin en kıymettar pırlantası ve kapıcısı zât-ı Ahmediye (asm) olduğu gibi, en birinci anahtarı dahi ‘Bismillahirrahmanirrahim’dir. Ve en kolay bir anahtarı da salâvâttır.” (Lem’alar, s. 265)

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimize (asm) ulaşmanın yolu salâvattır. Çünkü o zat rahmet hazinesinin kapıcısıdır.
“O zât-ı Ahmediye (asm), ubudiyeti cihetiyle, halktan Hakk’a teveccühü hasebiyle, rahmet mânâsındaki salâtı ister. Risaleti cihetiyle, Hak’tan halka elçiliği haysiyetiyle selâm eder. Nasıl ki cin ve ins adedince selâma lâyık ve cin ve ins adedince umumî tecdid-i bîatı takdim ediyoruz. Öyle de, semâvat ehli adedince, hazine-i rahmetten, her birinin namına bir salâta lâyıktır. Çünkü getirdiği nurla her bir şeyin kemâli görünür ve her bir mevcudun kıymeti tezahür eder ve her bir mahlûkun vazife-i Rabbâniyesi müşahede olunur ve her bir masnudaki makasıd-ı İlâhiye tecellî eder.” (Lem’alar, s. 627)

Onun için, her bir şeyin, lisan-ı hâl ile olduğu gibi, sözle de olsa “Sana salât ve selâm olsun yâ Resulallah!” diyecekleri kesindir.

Biz de onlar adına “Cinler, insanlar, melekler ve yıldızlar adedince milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun, sana yâ Resulallah!” demeliyiz.

Yanında Resulullah’ın (asm) adı anılıp da ona salât getirmeyen kimseyle ilgili olarak da Peygamber Efendimiz (asm), “Cimri, yanında adım anılıp bana salât getirmeyen kimsedir” buyurdu.

Bir gün Rasulullah (asm) minbere çıktı ve “Âmin, âmin, âmin” dedi. İnince şöyle denildi:

“Ya Resulallah! Minbere çıktığında: Âmin, âmin, âmin dedin.”

Resulullah (asm) şöyle buyurdular:

“Bana Cebrail geldi ve şunu söyledi: ‘Kim Ramazan ayına erişir de bağışlanmadan ölürse Cehenneme girer. Allah onu rahmetinden uzak etsin. ‘Âmin!’ de. Ben de, ‘Âmin’ dedim. Kim, anne ve babasına veya bunlardan birisine yetişir de onlara iyi davranmadan ölürse cehenneme girer. Allah onu hayırdan, rahmetinden uzak kılsın. ‘Âmin!’ de. Ben de ‘Âmin!’ dedim. Kimin yanında adın zikredilir de sana salât getirmeden ölürse, cehenneme girer. Allah onu hayırdan uzak kılsın. ‘Âmin!’ de. Ben de ‘Âmin’ dedim.” (İbn Sa’d, Tabakat, 8:58)

Resulullah’ın (asm) duâlarına ulaşmak için yukarıda sayılan üç konuya çok dikkat etmek gerekir, diye düşünüyorum.

Siz ne dersiniz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*