Peygamberlere ihtiyaç var mıdır?

İnsan tek başına yaşayan bir varlık değildir. Her ihtiyacını kendisi göremez. Eğer böyle bir varlık olsaydı, belki aralarında çok fazla mesele olmayabilirdi. Ancak insan fıtraten medenidir. Toplu yaşamaya mecburdur. Aralarındaki işlerde yardımlaşmaya, paylaşmaya muhtaçtır.

“İnsan, bütün hayvanlardan mümtaz ve müstesna olarak, acip ve lâtif bir mizaç ile yaratılmıştır. O mizaç yüzünden, insanda çeşit çeşit meyiller, arzular meydana gelmiştir. Meselâ, insan, en müntehap şeyleri ister, en güzel şeylere meyleder, ziynetli şeyleri arzu eder, insaniyete lâyık bir maişet ve bir şerefle yaşamak ister.

“Şu meyillerin iktizası üzerine, yiyecek, giyecek ve sair hacetlerini istediği gibi, güzel bir şekilde tedarikinde çok san’atlara ihtiyacı vardır. O san’atlara vukufu olmadığından, ebnâ-yı cinsiyle teşrik-i mesai etmeye mecbur olur ki, herbirisi, semere-i sa’yiyle arkadaşına mübadele suretiyle yardımda bulunsun ve bu sayede ihtiyaçlarını tesviye edebilsinler.

“Fakat insandaki kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye, kuvve-i akliye Sâni tarafından tahdit edilmediğinden ve insanın cüz-ü ihtiyarîsiyle terakkîsini temin etmek için bu kuvvetler başıboş bırakıldığından, muamelâtta zulüm ve tecavüzler vukua gelir. Bu tecavüzleri önlemek için, cemaat-i insaniye, çalışmalarının semerelerini mübadele etmekte adalete muhtaçtır.

“Lâkin her ferdin aklı, adaleti idrakten âciz olduğundan, küllî bir akla ihtiyaç vardır ki, fertler, o küllî akıldan istifade etsinler. Öyle küllî bir akıl da ancak kanun şeklinde olur. Öyle bir kanun, ancak şeriattır.

“Sonra, o şeriatın tesirini, icrasını, tatbikini temin edecek bir merci, bir sahip lâzımdır. O merci ve o sahip de ancak peygamberdir.

“Peygamber olan zâtın da, zahiren ve bâtınen halka olan hâkimiyetini devam ettirmek için, maddî ve manevî bir ulviyete ve bir imtiyaza ihtiyacı olduğu gibi, Hâlık ile olan derece-i münasebet ve alâkasını göstermek için de bir delile ihtiyacı vardır. Böyle bir delil de ancak mu’cizelerdir.” (İşarâtü’l-İ’caz, s. 194)

“Çünkü, resul, ubudiyetiyle Hâlıkın hüsnüne ayinedir; risaleti cihetiyle de halka izhar ve ilân eder.” (Mesnevi-i Nuriye, s. 54)

“Nübüvvet-i mutlaka, nev-i beşerde kutup, belki merkez ve bir mihverdir ki, ahval-i beşer onun üzerine deveran ediyor.” (Muhakemat, s. 153)

Şu şehadet âleminde her şey tekâmül kanununa tabidir. İnsan da öyle. İnsanların bu medeniyet ve tekâmül yolculuğunda onlara rehberlik ve kılavuzluk edecek, numune-i imtisal olacak birine ihtiyaç vardır. O da peygamberdir.

İnsan ruhunun bedeninde yaşayabilmesi için Allah tarafından üç temel duygu verilmiştir. Aynı zamanda bu duygulara yaratılıştan bir sınır da konmamıştır. Bunun için ifrat ve tefrite düşmesi her an mümkündür. Bunlar, akıl, öfke ve şehvet duygularıdır. Bu üç duygunun da ifrat, vasat ve tefrit mertebeleri vardır. Allah, insanlardan bu duyguların vasat mertebelerinde olmalarını istiyor. İfrat ve tefrit mertebelerinin zararlı, yani Allah’ın istediği istikamet sınırlarının dışında olduğunu ifade ediyor. İnsandan beklenen, orta yani vasat mertebeleri olan istikamet sınırları içinde yaşamalarıdır. “Bizi sırat-ı müstakime, doğru yola hidayet et.” (Fatiha, 1/6) diye beş vakit namazda günde kırk defa okutması, bu istikamet sınırını hayatın merkezine yerleştirmek içindir. Peygamberler, insanları bu istikamete, yani sırat-ı müstakime yönlendirmek için gönderilmektedirler.

“Sırat-ı müstakim şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan adl ve adalete işarettir.”  (İşarâtü’l-İ’caz, s. 45)

Şehvet duygusu insana menfaatleri celb ve cezb için verilmiştir. Bunun ifratı, aşırısı fücurdur. Namusları pay-ı mal eder. Tefriti humuddur. Ne helale, ne de harama iştihası yoktur. Vasatı ise iffettir. Helale iştihası var, harama yoktur. İnsanın her türlü isteklerinde, yeme, içme, yatma gibi füruat işlerde bile bu üç mertebe mevcuttur.

Öfke duygusu zararlı şeyleri defetmek için insana verilmiştir. Bunun da ifrat mertebesi “tehevvür”dür. Maddi manevi, hiçbir şeyden korkmamaktır. Tefrit mertebesi ise “cebanet”tir. Her şeyden korkmaktır. Vasatı, orta mertebesi ise “şecaat”tir ki, “hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.” Bunun da füruat işlere şümulü vardır.

Akıl duygusunun ifrat mertebesi “cerbeze”dir. Batılı hak, hakkı batıl gösterir. Tefrit mertebesi ise “gabavet”tir. Hiçbir şeyi düşünmez ve haberi olmaz. Vasat mertebesi ise “hikmet”tir. Hakkı hak bilip uymak, batılı batıl bilip ondan kaçınmaktır. Füruat meselelerde bunun da şümulü vardır. (İşarâtü’l-İ’caz, s. 45-47)

“Kime hikmet verilmişse işte ona pek çok hayır verilmiştir.” (Bakara Sûresi, 2:269)

“Ve keza, itikadda da tatil (Allah’ın isim ve sıfatlarını reddetme) ifrattır, teşbih (Allah’ı herhangi bir varlığa benzetme) tefrittir, tevhid (her şeyin yaratıcısının Allah olduğunu kabul edip benimseme) vasattır.” (İşarâtü’l-İ’caz, s. 47)

İtikadi mezheplerde Mutezile ifrat, Cebriye tefrit, Ehl-i Sünnet ise vasattır. (İşarâtü’l-İ’caz, s. 41)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*