Peygamberlere olan ihtiyaç

Sonsuz gizli hazineler sahibi, Ganiy-yi Mutlak olan Rabbimiz, zenginliğini ifade için, sayısız varlık türleri yaratıp bin bir isminin nakış ve güzelliklerinin damgasını varlıklar üzerine vurdu, vuruyor. Ve bilinmeyi istedi…

Buna binâen, akıl, kalp, nefis, idrak, irade gibi manevî cihazlara sahibi kıldığı insanı, ruhanî, melekî, cinnî, maddî bütün varlıkların özellik ve potansiyel yetenekleriyle donattı.

Ve kâinatı özetlediği müstesna bir mahlûk olarak icat edip, imtihana tabi olmak üzere dünyaya gönderdi.

İğnenin ustasız, köyün muhtarsız olmayacağını idrak edebilen insanoğlu, mutlaka bu kâinatın da bir yaratıcısı, bir yöneticisi vardır diye O’nu aklı ve vicdanıyla bulabilir. Kimi âlimlere göre, peygamber göndermeseydi bile, insanların kendi akıllarıyla Allah’ı bilmeleri ve O’na iman etmeleri, insanlara vacip olurdu.1

Ancak insan yalnız başına, yaratılışın sırrını tam olarak çözemez, var oluşun, kâinat kitabının yazılarını okuyamaz, inceliklerini kavrayamaz. Ve özellikle, “Niçin bu fâni dünyaya gönderildik, emir ve nehiyleri nelerdir, O’na nasıl ibadet ve teşekkür edeceğiz; birbirimize karşı vazifelerimiz, mesuliyetlerimiz, haklarımız nelerdir; şu kâinatın yaratılışının sırrı, hikmeti nedir; etrafımızda gördüğümüz canlı cansız varlıklar, bitki ve hayvanlar, yer ve gök cisimleri neden bu kadar çoklukla yaratılmaktadır; kâinatın sonu ne olacaktır; ölümden sonra hayat var mı, tekrar dirilecek miyiz; dirileceksek nasıl, nerede barındırılacağız; sonsuz hayat nasıl olacaktır?” gibi son derece hayatî, meraklı ve her an aklımızı, hislerimizi kurcalayan meseleleri bilemez.

İşte, bütün bu soruların cevaplarını verecek, insanlığa Yaratıcısını tanıtacak, eğitip terbiye edecek, dünya ve sonsuz hayatta mutluluğa ulaştıracak peygamberlerin gönderilmesi, aklın da zaruriyatındandır ki, bu husus İlâhî fermanlarda şöyle belirtilir:

“O, kendi emriyle kullarına, kullarından dilediğine meleklerini vahiyle indirir ve der ki: ‘Benden başka ilâh olmadığını ve Benim emirlerime karşı gelmekten sakınmalarını halka bildirip onları azabımdan sakındırın.”2

Diğer taraftan, sonsuz isim ve sıfatlar sahibi Kadir-i Mutlak’ı, sınırlı duyu ve duygularımızla idrak edemeyiz. O’nu zat, sıfat ve esmasının cilveleriyle tanıtacak, bildirecek, onların tecellilerini okutup tarif edecek bir tarifçiye, bir rehbere ihtiyacımız vardır. İşte, Rabbimizi bize tarif eden en büyük muarrifler peygamberlerdir.3 Özellikle de en büyük, en mükemmel ve en sonuncu muarrif/muallim de Hz. Muhammed’dir (asm).4

Dipnotlar:

1. Prof. Dr. Ünver Günay, Din Sosyolojisi, İnsan Yay., İst., 1998, s. 195.

2. Kur’ân, Nahl, 2.

3. Sözler, s. 21.

4. Mektubat, s. 90-91.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*