Peygamberlerin gönderilmesinin hikmeti üzerine

Peygamberlerin gönderiliş gayelerinden bir tanesi de itiraz kapısını kapatmaktır. Peygamberler insanların ahirette Allah’a karşı herhangi bir itirazda bulunmasını engellemek için gönderilmiştir. Çünkü onlar olması gerekeni, olması gerektiği gibi yaşamışlar ve bütün mahlûkatı da kendi lisan-ı halleriyle yaşatmaya çalışmışlar. Herhangi bir soru işareti bırakmadan yaşamışlar ve yaşatmışlar.

İşte o peygamberler Allah’tan gelen vahiyleri almışlar ve konuşmuşlar, insanlara hitapta bulunmuşlar. Onlar konuşurken bütün mahlûkat kulaklarını onlara çevirmiş ve onları dinlemiş, onların gelmesiyle birçok hadisenin seyri değişmiş ve birçok gönül onlara tabi olmuş.

Evet, 19. Mektub’da da olduğu gibi şu kâinatın sahibi, mutasarrıfı olan zat elbette bu kâinatı bilerek, belli bir hikmete, gayeye uygun şekilde tedvir ediyor. İşte bu hikmet ve gayeden dolayı en son peygamberin gönderilmesiyle 11. Söz’de de olduğu gibi kâinatın tılsımını, insanın ne için yaratıldığını, namaz hakikatinin ne olduğunu, en mükemmel rehber olan Peygamberimizle (asm) mahlûkata bildirip, sizin vazifeniz budur, bunun için yaratılmışsınız, hakikatini insanlığa ve sair mahlûkata bildirtmiştir. İnsana, insan olma sorumluluğunu hatırlattırmıştır…

İşte yine bu gayeler için 19. Mektup’ta olduğu gibi “madem yapan bilir elbette bilen konuşur” sırrınca, madem bilen konuşacak elbette; şuur sahibi, fikir sahibi ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem fikir sahibi ile konuşacak elbette; zişuurun içinde en cemiyetli ve şuuru küllî olan insanlarla konuşacak. Madem insanlarla konuşacak, elbette insanlar içerisinde kabil-i hitap ve mükemmel olan insanlarla konuşacak, o zaman kimle konuşması gerekecek tabi ki; kâinatın yaratılma sebebi yani; “sen olmasaydın ya habibim şu kâinatı yaratmazdım” sırrına mazhar olan kâinatın efendisi Peygamberimizle (asm) konuşacak ve konuşmuş ve resul yapacak ve yapmış insanlığa rehber olarak göndermiş.

Ve Allah‘ın konuşmasına muhatap olan bu zat ümmetiyle de konuşmuş, insanlar ve eşya onun konuşmasıyla mânâ bulmuş ve değer kazanmış. Mahlûkat, onun konuşması ile ve konuştuğunu yaşaması ile abes ve başıboş olmadıklarını idrak etmiş ve insanlar, insan olma sorumluluğunu, onun sünnet-i seniyyesini hayatlarında yaşayarak almışlar ve kâinattaki hiçbir ilâhî kanuna itiraz edemeyecek muti bir kul haline gelmişler. İşte bu yüzden imtihan başlamış ve insan sorumluluk altına girmiştir. Başımıza açılan bu imtihanı kazanabilmek için de; Allah, bizi en sevgili kulu olan Kâinatın Efendisine (asm) en iyi şekilde, bütün sünnet-i seniyyesine ittiba edebilen ümmet ve onun bu zamandaki varisi olan Üstadımıza her mânada talebe ve kendisine de muti bir kul olabilmeyi nasip eylesin. Âmin. 

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*