Pratisyen Nurcu başka, hakikî Nur Talebesi başka!

Hürriyet yazarı Ahmet Hakan, bir süre önce vefat eden babasını (Allah rahmet ve mağfiret eylesin), “Babam, Risale-i Nur okuyan Nurcu, Erbakan’a bağlı, İsmailağa’ya müntesip, İran Devrimi’ni destekleyen bir adamdı” şeklinde tanımladı. (Hürriyet, 5 Eylül 2013)

Muhterem meslekdaşım Ahmet Hakan; keşke rahmetli babanı tanıtmasaydın. Bu tanıtımından anlaşıldı ki, eksik bilgilenmeler var.
   
Senin meselin, aynen şu fıkra ile tam tamına örtüşüyor:

Adam akşamın geç saatinde işten yorgun-argın evine gelir. Yemeğini yer, koltuğuna çöker ve gazetesini okumaya başlar. Bu sırada hamur yoğuran hanımı, bir fıkra anlatarak beyini dinlendirmek ister:

“Bey, Hz. İsa’nın (as) keçisi bir gün kaçmış…”

Adam daha da yorgun ve bitkin bir ses tonuyla:

“Hangi birisini düzelteyim, Hanım! Bir sefer Hz. İsa (as) değil, Hz. Musa (as), keçisi değil, koyunu…”

Ben şimdi, “Babam, Risale-i Nur okuyan Nurcu, Erbakan’a bağlı, İsmailağa’ya müntesip, İran Devrimi’ni destekleyen bir adamdı” şeklindeki tanımlamalarının hangi birisini düzelteyim!

Bir sefer, Risale-i Nurları okumak, ondan istifade etmek başka, Nur Talebesi olmak, yani, ‘Nurcu’ olmak bambaşka şeylerdir. Meselâ, ben Mevlânâ’nın, Şeyh Muhammed Bahaddin Nakşibend Hazretlerinin eserlerini kütüphanemde bulunduruyorum, okuyorum, istifade ediyorum, ama Mevlevî değilim, Nakşi değilim.

Mevlevî ve Nakşî, onların eserlerini okuyan, özümseyen, benimseyen, sistemlerini, hizmet metodlarını, yani, meslek ve meşreplerini uygulayan, pratiğe geçiren kişidir.

Ben bazı tıp kitaplarını da okuyorum, ama, tıpçı değilim…

Aynen öyle de, başta ilahiyatçı ve mütefekkirler olmak üzere herkes Risale-i Nur’u okur, okumalı, istifade eder, etmeli… Ama, “Nur Talebesi, Nurcu” odur ki, onu okuyup, özümseyen, benimseyen, hizmet metotlarını, içtimâî stratejilerini uygulamaya, pratiğe geçirmeye çalışan kişidir.

Bir de, genelleme yapmadan “pratisyen Nurcu” ile gerçek “Nur Talebesi”ni de biribirinden ayırmak gerekir. Bediüzzaman’ın, Mektubat isimli eserinde “Dost, kardeş, talebe” gibi tasnif ve tanımlamalarını da bilmek ve ona göre değerlendirmek icap eder…

Diğer taraftan, Risale-i Nur ve talebeleri, “siyasal İslâmı, dolayısıyla Erbakan’ı, Millî Görüş’ü, siyasetle hizmeti esas alanları” asla tasvip etmedi, etmez…

Zira, Bediüzzaman İttihad-ı Muhammedi Cemiyeti’nin kurulduğu II. Meşrûtiyet döneminden, 1950’lerde ortaya çıkan İslâm Demokrat Parti ve ana siyasî akımları, oluşumları ana şablonlarıyla değerlendirmiş, içtimâî ve siyasî stratejileri belirlemiştir. Günümüz şartlarında din adına ortaya çıkmayı ve dindarların devleti ele geçirip, yönetmelerini, iktidara geçmelerini istememiş. Bu hususları bütün teferruatıyla Risale-i Nur’da cümle cümle, kelime kelime işlemiştir.

Nur Talebeleri de, 1969’larda ortaya çıkan siyasal İslâm olan Erbakan hareketini, Millî Görüşü, 1979’da ortaya çıkan İran devrimini ve Humeyni hareketini şiddetle eleştirmiştir.

İsmailağa Cemaati’ne gelince; Nakşi tarikatına bağlıdır ve hizmet metodları farklıdır. Bir cemaat olan Nurcuların hizmet metodları farklıdır.

İçtimâî ve siyasî meselelerle ilgilenen herkes bilir ki, gerçek Risale-i Nur’u okuyan bir Nur Talebesi, asla siyasal İslâmcı, Erbakancı değildir, İran devrimine hiç taraftar olmamıştır. (Her meslek ve toplum içinde istisnalar, ferdi tercihler olabilir; istisnalar kaideyi bozmaz ve geneli ifade etmez.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*