Prensipler mi, yoksa menfaatler mi önemlidir?

Elbette ilke ve prensipler, menfaatlerden daha önemlidir. Zira “asa en tekrehü şey’ün vehüve hayrün leküm” yani ‘sizin kerih (kötü) gördüğünüzde hayır vardır’ mealindeki âyet gereğince neyin bizim için hayır ve menfaatli olduğunu kısa aklımızla her daim göremeyiz. Bize yakışan ilkeli ve istişare ile hareket etmektir.

Bir cemaat ve insan topluluğundan söz ediliyor ise aralarındaki ilişkilere bakılır. Eğer burada menfaat ilişkileri geçerli ise bu topluluğa insan kalabalığı denir. Yok, menfaatten ziyade ilke, prensip ve idealler ön plana çıkmış ise işte ancak bu topluluğa “cemaat” denilebilir.
12 Haziran’da yapılacak seçim için parti liderleri başta olmak üzere mebus adayları var güçleri ile çabalıyor, seçilmeye çalışıyorlar. Bu uğurda emeğin yanında milyarlarca para harcanıyor. Sonradan “vah halimize, boş yere emek tüketmiş değerli vaktimizi zayi etmişiz” diyecek birçok insanı dinliyor işitiyoruz.
Varsın onlar çabalayadursunlar, biz bir Nur Talebesi olarak ne yapılması gerektiğini düşünelim. Bediüzzaman’ın Risâle-i Nurlarda siyaset ile ilgili bahislerine göz atalım:
“Bu zamanda ehl-i İslâmın en mühim tehlikesi, fen ve felsefeden gelen dalâlettir, kalblerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çareyi yegânesi Nurdur, nur göstermektir ki, kalbler ıslâh olsun ve iman kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık kâfirden daha fenadır. Demek topuz (siyaset) bu zamanda kalbi ıslâh etmez. O vakit küfür kalbe girer saklanır, nifaka inkılâb eder. Hem nur hem topuz ikisini, bu zamanda benim gibi bir aciz yapamaz.” (Lemalar, On Altıncı Lem’a, 155)
Eğer Bediüzzaman gibi bir zat, iman hizmetini siyasetle yapamıyor ise; dahi de olsa çok zeki ve becerikli insanların yapabilmesi mümkün değildir. Bu yüzden iman hizmetine talip olanların siyasete çok fazla bulaşmaması tavsiye edilir.
16. Lema’da geçen bu bahsin sonunda Bediüzzaman, her şeye gücü yeten Rabbimiz isterse dinimizin güzelliklerini güneş gibi gösterebilir ve ucuz ve dağdağasız verebilir. “Onun rahmetinden bekleriz ki, bize pahalı satmasın. Baştakilerin başlarına akıl ve kalplerine iman versin, yeter. O vakit kendi kendine iş düzelir” demektedir.
Yani siyasetçiler gibi bütün gücümüzü seçimlere hasretmeye gerek yoktur. Bize düşen istişare etmek, meşveret kararına uymaktır.
Unutmamak gerektir ki meşveret sonucunda alınan kararın isabetli olması şart değildir. Yanlış bir karar dahi olsa istişare ile olduğundan Kur’ân’ın emrine göre hareket edildiğinden bir sevap kazanılır. Yok, eğer isabet edilmiş ise nurun ala nurdur ve iki sevap kazanılmış olur.
Ben ”meşverete göre hareket etmeyeceğim” diyen bir kardeşimiz ise isabetli dahi olsa mesuldür, zarara girme ihtimali çok büyüktür.
Yahu, bu dehşetli asırda bu kadar çok günah ile yaşayan insanlar nasıl kendilerine güvenebiliyorlar? Hadi mesuliyet altına girip kendi şahsî düşüncene göre hareket ediyorsun, peki meşveret edip karar almış olan insanları insafsızca eleştirmek nedir? Hesap günü “Niye kardeşlerin hakkında suizan ettin, onun fikirlerine saygı göstermedin?” denildiğinde ne cevap verilecek?
Bediüzzaman’ın kardeşler arasında münakaşaya sebep olan durumlar hakkında söylediği şu söz ile yazımızı güzelleştirip son verelim: “Kardeşlerime tavsiye ediyorum ki, inşikaka ve iftiraka (ayrılığa) sebebiyet veren münakaşa etmesinler. Yalnız müdavele-i efkâr (fikir alış verişi) suretinde nizasız (kavgasız) mübahaseye (sohbete) alışsınlar” (Lemalar, On Altıncı Lem’a, 157) vesselâm…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*