Rahmete nâil olmak ve barış güvercini Bediüzzaman

Image
Bu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşahede [görüldüğü gibi], rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudâtı ışıklandıran, bilbedâhe [açıkça] yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyâcât içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün heyetiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muavenetine [yardımına] koşturan, bilbedâhe, rahmettir.

Ve bu hadsiz fezayı ve boş ve hâlî âlemi dolduran, nurlandıran ve şenlendiren, bilmüşahede, rahmettir. Ve bu fâni insanı ebede namzet eden ve ezelî ve ebedî bir Zâta muhatap ve dost yapan, bilbedâhe, rahmettir.

“Ey insan! Madem rahmet böyle kuvvetli ve cazibedar ve sevimli ve medetkâr (medet veren) bir hakikat-i mahbubedir [sevgili hakikattir]. ‘Bismillâhirrahmanirrahim’ de, o hakikate yapış ve vahşet-i mutlakadan (büyük bir vahşetten) ve hadsiz ihtiyâcâtın elemlerinden kurtul.” (Lem’alar, 14. Lem’a)    
Evet, bu dehşetli asırda Cenâb-ı Hakk’ın insanlığa en büyük hediyesi olan Kur’ân-ı Azîmüşşan; onun tebliğ edicisi, Âlemlerin Efendisi (asm) ve onun manevî zincirinin son temsilcisi ve mânevî vekili olan zât hep “rahmet” diyorlar. Rahmeti temsil ediyor, ona güveniyor, onu tatbik ve tavsiye ediyorlar.
Barış ve sulh kelimelerinin “rahmet”le yoğrulan manalarını, geçen Pazar günkü Antalya’da tertip ettiğimiz “Said Nursî’ye Göre İslâm Toplumlarının Geleceği Ve Dünya Barışı” konulu panelde bir başka yönüyle anlama fırsatını buldum.
“Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” vecizesi konuşmacıların masasının ön tarafına, dinleyicilerin göreceği şekilde yerleştirilmişti.
Bakmak ayrı, görmek ise çok çok ayrı bir şey. Çoğu insana salonlardaki böyle şeyler aksesuar gibi gelir. Fakat önde protokolde otururken, karşısında duran bu vecizeyi not almış Prof. Dr. Doğu Ergil. Mesleğinin ve branşının ehli bir insan olduğunu bir defa daha göstererek, bu vecize üzerinde çok güzel zihin açıcı bir noktaya vurgu yaptı. Konuşma sırası kendisine geldiğinde işte bu harika vecizeyi konuşmasının ana teması yaptı. Ve onun üzerine harika bir fikir destesini bizlere sundu.
Prof. Dr. Doğu Ergil konuşmasına tatlı bir üslûp ve panele konu olan Üstada saygı gösteren bir ifadeyle başladı. Resmî görüş ve statükonun düşman bellediği “Nurcu” ve “Nur” kelimelerine çok kıymetli ve maharetli bir ilim adamı sıfatıyla şöyle şahane bir yorum getirdi: “Bediüzzaman bir aydınlanma, ‘nurlanma’ projesinden bahseder. Burada çok dikkatli düşünmek ve bu aydınlanma projesini ‘çağdaş medeniyete eklemlemek’ lâzım. Bu kavramları iyi anlamak için de bu eser külliyatını ve Bediüzzaman’ı çok iyi anlamak gerekiyor. Mevcut bir İlâhî nizam zaten var. İnananlar bunu kabulleniyorlar. Ama insanlara düşen etraflarında meydana gelen ‘tabiat olaylarını’ da bu İlâhî nizam ve inançla izah, şerh ve tefsir etmektir. Bütün tabiat olayları da ‘İlâhî nizamın’ bir parçasıdır. Bu konuyu da çok iyi yorumlamak ve sentez etmek zorundayız.
“‘Nur’ kelimesi bir aydınlanma projesi olarak muhataplarına, yani bize diyor ki: ‘Aklınızı kullanın!’ Bu tesbite kulak vermek lâzım. Bediüzzaman Said Nursî; Batının hem kültüründen hem teknolojisinden faydalanılabileceğini ifade eder. Ama bunu ‘temeli’ ihmal etmeden yapmayı tavsiye eder. Yenilikleri alırken gövdeye dokunmanıza rıza göstermez. Gövdeye bunların uygun bir şekilde aşılanıp, kaynaklanabileceğinden bahseder.”
Evet değerli ilim adamı Prof. Dr. Doğu Ergil, konuşmasının ana temasında sözü yukarıda bahsettiğimiz vecizeye getirdi. Bu vecizedeki derin ve geniş anlamı referans göstererek konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ben aslında başka bir konudan başlayacaktım, ama otururken karşımdaki şu söz çok dikkatimi çekti. ‘Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır!’ Bu ne kadar mânâlı bir fikir ve vurgudur biliyor musunuz? Burada müthiş bir anlam ve vurgu var. Gelin bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım:
“‘Türkiye 1970’lerde büyümeye başladı’ denildi. Piyasalarda ve toplumda bir hareketlilik, gelişme, refah başladı. Ekonomik alan başta olmak üzere topyekûn bir büyümeden, refahtan bahsedildi. Şimdilerde de farklı bir büyüme ve refah seviyesinden bahsediliyor. Ama toplumumuzda yürek yakan gerilimler ve düşmanlıklar bitmiyor, maalesef artıyor. Böyle olunca toplumumuzda hâlâ bir uzlaşma ve barışı maalesef yakalayamadık. Esaslarını öğrenip tatbik etmezsek de, ne biz ne de insanlık barışı yakalayamayız. Büyüme ve refah, barışsız ve hoşgörüsüz olamaz. Sürdürülebilir büyüme ancak toplumdaki tesis edilmiş sürdürülebilir bir barış, kaynaşma, muhabbet ve kardeşlikle mümkündür. Düşmanlıkları sona erdirecek ancak uzlaşma ve anlaşmadır. ‘Barış’ kelimesini de çok iyi anlamak gerekiyor. ‘Barış’ iki savaş arasındaki sessizlik değildir. Barış yığınak yapmak da değildir. Barış konusunu Bediüzzaman Said Nursî, tam anlamıyla vermiş ve kendisine muhatap olan müsbet, menfî herkesle de en güzel şekilde tatbikatını yapıp temellerini tesis etmiştir. Bu konuda olağanüstü yoğunlaşmıştır ve prensibini koymuştur. ‘Peki, Bediüzzaman Said Nursî’nin topluma sürdürülebilir barış önerisi olarak getirdiği nedir?’ derseniz; ‘Meşveret ve şûrâdır’ derim. İşte bu önümüzde gördüğünüz ifadesidir. Yani: ‘Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır!’ Evet, meşveret ve şûrâ toplumdaki sürdürülebilir barışın anahtarıdır. Çünkü Bediüzzaman’da ‘kâfirlik’ anlayışı değil, ‘farklı inanç’ anlayışı vardır. Barış demek, farklı inanç, düşünce ve etnik grupların kavgasız bir şekilde yaşamasıdır. Bu da ancak ‘meşveret’le, ‘şûrâ’yla olur. Yani ‘Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır!’ söylemini hayata tatbik edebildiğimiz derecede gelişme, büyüme, refah ve demokrasiyi elde eder ve yaşarız.”
Evet, rahmetin tecellisi olan şefkat ve merhameti; inancın neticesi olan vicdan ve insafı yakalamadan insanlığın dertleri tükenmez, devam eder. Küçülmez, büyür!
Prof. Dr. Doğu Ergil, farklı bir sima ve farklı görüşü olan bir değerli ilim adamı. Ama bu milletin ve insanlığın müzmin dertlerine yoğunlaşıp çare arayan, ilim adına hakperest profile sahip bir ilim adamı. Bu gözle en sade ifadelerden çok derin mânâlar çıkarabilmesi oldukça ilginç ve takdire değer. Burada çok daha önemli olan başka bir konu ise: Risâle-i Nur’daki hakikatlerin–kim olursa olsun—ne kadar yüksek bir ilme sahip olduğunu gösteren önemli bir delil.
Prof. Dr. Doğu Ergil hakkında dikkatimi çeken başka bir konu ise: Hocanın iki sene önce İstanbul Panelimizde dinlediğim zaman, “Said Nursî” ismine bile çok seyrek atıflarda bulunmuş olmasıydı. Konuşmasında Üstada az atıfta bulunmuş ve fazla yer vermemişti. İki hafta önce Haliç Panelinde dinlediğim Prof. Dr. Doğu Ergil ise: “Said Nursî” ifadesini daha sıklıkla kullanmayı tercih ettiğini müşahede etmiştim. Burada, Antalya’daki panelimizde ise ısrarla: “Bediüzzaman” ifadelerini sıklıkla kullanması dikkatimi çekti. Bunu, Risâle-i Nur’a vakıf olmaya başlaması, Üstadı daha yakından tanıması, bu dâvâya ve bu cemaate olan takdir ve samimiyetine bağlıyorum. Bu sefer değerli ilim adamı hocamızı daha samimî ve içten gördüm. İnşâallah yanılmıyorumdur. Kendisinden ülkemiz, insanlık ve cihanşümul dâvâ adına daha nice güzel yorum ve izahlar duymak ümit ve temennisiyle…

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*