Re´fet Ağabey bana en çok Hastalar Risâlesi´ni okuturdu

Image
Hastalar Risâlesini okurken aklıma hep merhum Re’fet Ağabey gelir. Herne kadar Hastalar Risâlesini yazan kâtipler arasında o yer almaklabirlikte (diğerleri merhum Rüştü ve merhum Hüsrev Ağabeylerdir) benietkileyen başka olaylardır.

Risâle-i Nur’da adı “Re’fet Bey” olarak geçen emekli Yüzbaşı Re’fet(Barutçu) Ağabeyi lisede okuduğum yıllarda yakından tanımıştım.

  Adeta nurların hakikatlerini şahsında yaşar ve ders verirdi. Çok mübarek bir zattı. Onunla ilgili bazı hatıralarımı daha önce bu köşede yazmıştım. Kaldığım yer onun evine yakın olduğundan sık sık ziyaretine gitme fırsatım olurdu. Hayatını iman ve Kur’ân hizmetlerine vakfetmiş bir Nur Talebesini âhir ömründe ziyaret etmek, onun dertleriyle dertlenmek de bizim görevlerimiz arasında olsa gerektir. Re’fet Ağabey o günlerde seksen yaşlarında bulunuyordu. Gözleri az görüyor, kulakları da ağır işitiyordu. Sağlığı elverdiği ölçüde elinden tutar, kaldığımız eve getirirdim. Beraber olduğumuz zaman içerisinde nurlu hatıralarını kendine mahsus şivesiyle tatlı tatlı anlatırken bizler de şevk alırdık. Onun hayatında yalnızca iman, Kur’ân, Risâle-i Nurlar, Üstad Bediüzzaman vardı. En sıkıntılı ânında bile hiç şikâyet etmezdi. Hep hâline şükr ederdi. O Üstadından aldığı “Kadere teslim olan kederden kurtulur” dersini iyi anlamıştı.

O tarihlerde ülkemizde 12 Mart 1971 askerî muhtırasının getirdiği sıkıntılar yaşanıyordu. Ülkenin tamamında sıkıyönetim idaresi vardı. Hâliyle Nur hizmetleri de bugünkü kadar serbest ve rahat değildi. Risâlelerin basılması, dağıtılması ve okunması bazen Medrese-i Yusufiye (hapishane)lerden ve mahkemelerden geçerdi. Onun için beraatla biten baskınlar ve tutuklamalar ülkenin gündeminden hiç düşmezdi. O yıllarda Türkiye’nin diğer yerlerinde olduğu gibi Ankara’da da hapisler ve mahkemeler devam ediyordu.

Re’fet Ağabeyi evinde ziyaretine gittiğimde benden en çok Hastalar Risâlesi’ni okumamı isterdi. Kulakları ağır işittiğinden yanına oturur, duyacağı kadar yüksek sesle okumaya çalışırdım. Benim sesimi öyle zannediyorum ki, apartmanın aşağı ve yukarı daireleri de dinlerdi. Her gidişimde bir “deva” okurdum. Dinledikten sonra, derin bir nefes alır ve “Elhamdülillah, şimdi iyi oldum. Allah senden razı olsun” derdi. Bir ara askerî hastahanede tedavi altına alınmıştı. Hastaneye Üstadın o yıllarda hayatta olan bazı talebeleri ile ziyaretine gitmiştik. Giderken aklıma ağabeyin benden yine Hastalar Risâlesi’ni okumamı isteyeceği geldi. Risâleyi almayı düşündüm. Fakat tedbir açısından vazgeçtim. Ziyaret sırasında kalabalık içinde sanki evindeymiş gibi bana:

“Ahmet kardeş! Hastalar Risâlesini getirdin mi?” diye sordu. Ben de unuttuğumu söyleyerek geçiştirdim. Hastaneden çıktıktan sonra kaldığımız yerden devam ettim. Bana da o günlerin kazasını yapmak düştü, Hastalar Risâlesi’nden bol bol okudum. Onun duâsını aldım. Allah rahmet eylesin.

Daha sonraki yıllarda ne zaman bir hastaneye veya hasta ziyaretine gitsem aklıma hep Hastalar Risâlesi gelir oldu. Yanımda Hastalar Risâlesini taşımak âdetim oldu. Hastalar Risâlesinden ders yapmak veya hediye etmek güzel bir alışkanlık hâlini aldı.

Hastalar Risâlesinin başında yer alan giriş cümlesi bu mânâyı da bize hatırlatmaktadır:

“Hastalara bir merhem, bir teselli, manevî bir reçete, bir iyadetü’l-mariz (hâl ve hatır sorma) ve geçmiş olsun makamında yazılmıştır.”

Hastalar Risâlesi hacmi küçük, ama mahiyeti büyük ve tesiri fazladır. Çünkü “nev-î beşerin on kısmından birini teşkil eden musîbetzede ve hastalara hakikî bir teselli ve nâfî bir ilâç olabilecek” devalar yer almaktadır. Risâlede yer alan her bir devâ, manevî bir ilâç hükmündedir. Doktorların reçetelerine yazdıkları ilâçları kullanma târifeleri gibi. Biz de mânevî hastalara yazacağımız reçetelere ‘devâ’ların kullanılma sıklığını şöyle ifade etsek olur mu: 1×1, 2×1, 3×1, 4×1…

Şimdi önümüze güzel bir fırsat çıktı. Yeni Asya, gazeteyle birlikte her okuyucusuna 25 Aralık’ta bir adet Hastalar Risâlesi veriyor. O günü bir fırsata dönüştürüp çokça almak veya aldırmak sûretiyle pek çok insanı bu kitaba kavuşturabiliriz.

Belki imanların kurtulmalarına da vesile olabiliriz. Mikroplar vücudun en zayıf ânını bekledikleri gibi; insî ve cinnî şeytanlar da insanın mânen en zayıf ânını beklerler. İmanları çalmak için en küçük fırsatları bile değerlendirirler.

Allah, bizleri insî ve cinnî şeytanların şerrinden korusun ve muhafaza eylesin! (Âmin)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*