Ressam haklı… Ya muharrir?

-Ressam yeğenim Mustafa Yaprak’a ithaf olunur-

Merhum Mehmed Âkif Ersoy’un Safahat’ını derinleştiren ve mazinin derinliklerine daldırarak, günümüz insanlarına “kıssadan hisse“ mücevheratını sunan bir eseri de “Ressam Haklı“ şiiridir. Hülâsası şudur:

Bir zamanlar zenginin biri, yeni yaptırdığı bir köşkünün büyük bir odasını eski tasvirlerle süslemek isteyip, bunun için usta bir ressam aratırken, biri çıkar gelir ve bunu yapacağını söyler. Akşama kadar uğraşıp kocaman odanın bütün duvarlarını kıpkızıl bir renge boyar. Ev sahibi gelip bu hali görünce, hayrete düşüp peşpeşe sorular sorar, sordukça da cevabını alır:

-Usta bu ne?

-Bu; Kızıldeniz’in yarılmasını, Hz. Musa’nın geçişini, Firavun‘un boğuluşunu tasvir ediyor.

-Hani Musa be adam?

-Çıkmış efendim karaya..

-Firavun nerede?

-Boğulmuş!

-Ya bu kan rengi boya?

-Kızıldeniz a efendim, yeşil olmaz ya bu da!

-Çok güzel bir tablo imiş! Doğrusu şenlendi oda!..

Ve işte hakikat şairi Âkif, bunu kendi üslûbuyla anlattıktan sonra “ressam haklı” diyor!..

Ressamın fırçası ve boyası varsa; bizim de kalemimiz, mürekkebimiz vardır. Şimdi biz dahi yazısız-çizgisiz bembeyaz bir sayfayı “makale“ diye kıymetli nazarlarınıza sunalım ve aramızda şöyle bir muhavere geçmesini sağlayalım:

-Arkadaş bu ne?

-Bu; 17 Aralık “yolsuzluk operasyonu“nu, buna paralel olarak hükûmetçe yapılan “ıslâhat” hareketlerini, “temizlik” operasyonlarını ve yolsuzluk ithamıyla anılan isimleri anlatan bir yazıdır!

-Hani operasyon be adam?

-Püskürtüldü efendim!

-Nerede “paralel yapı”?

-“İn”lerine çekildi!..

-Nerede isimleri yolsuzluğa karışanlar?

-Mukabil operasyonlarla “aklandılar” efendim!

-Ya bu bembeyaz sayfa?

-Aklandılar, dedik ya; bu sayfa da onun belgesi işte, simsiyah olacak değildi ya!

YİNE RESSAM, YİNE HAKLI…

Usta bir ressamın talebesi eğitimini tamamlamış. Büyük usta, talebesini uğurlarken, şöyle bir tavsiyede bulunmuş:

“Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koy. Resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. Ve, ‘resmin beğenilmeyen yerlerine bir çarpı konulmasını rica eden‘ bir yazı iliştirmeyi de unutma.” Öğrenci, ustasının dediklerini aynen yapmış ve birkaç gün sonra da resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde görünmez hale geldiğini görünce, üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam talebesine, üzülmemesini ve resme devam etmesini söylemiş.

Öğrenci aynı resmi yeniden yapmış. Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını, fakat bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymasını söylemiş. Ayrıca, insanlardan “beğenmedikleri yerleri düzeltmelerini rica eden” bir yazı bırakmasını istemiş. Öğrenci bunu da aynen yerine getirmiş. Birkaç gün sonra bakmış ki, resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam da, onun kulaklarına küpe olacak şu sözleri söylemiş:

“İlk denemede; insanlara fırsat verildiğinde, çok acımasız tenkitlerle karşılaşılabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde; onlardan müsbet bir duruş bekledin, yapıcı ve olumlu olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi. Sen de anladın ki; emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın. Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma. Bilmeyenlerle asla tartışma!.”

Gördünüz işte, ressam yine haklı çıktı! Ya muharrirler?

Onu da kıymetli okurlarımızın takdirlerine bırakalım. Yazılarımız zaten yoruma açık. Nasıl olsa; sadece hatalara “hasr-ı nazar“ edip, hatalarla meşgul olan bir okuyucu kitlesinden ziyade, hakikaten var olan hataları düzeltme istidadında olan bir okuyucu kitlemiz vardır. Haklılığımız, onların haklılığına vabestedir!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*