Risâle-i Nurlar bu asrın Kur’ân iklimidir

Şanlıurfa Bediüzzaman Haftası faaliyetlerinde ‘Said Nursî’ye göre İslâm Toplumlarının Geleceği ve Dünya Barışı’ adını taşıyan panel; Allah’ı bir, dini bir, peygamberi bir, vatanı bir, milleti bir, yüze kadar ‘bir bir’leri bulunan mü’minlerin kucaklaşmasına vesile oldu.

Panel programı başlamadan önce, sıcak koltuklarımızda otururken sahnedeki perdeye yansıtılan, Bediüzzaman’ın hayatını konu alan kısa filmi izliyoruz. Burada dikkatlere sunulanlardan, Bediüzzaman’ın, ‘acele edip kışta geldiği’ anlaşılıyordu. Ve hatta o da, ‘Sizler cennetasa bir baharda geleceksiniz’ diyordu.
Hakikaten de program tam bahar ayına rastlıyordu. Bizler baharda gelmiştik. Sıcacık salonlarda, yumuşak koltuklarda, konfor içinde oturuyor ve çekilen çilenin, yaşanan dramın filmini izliyorduk.
Bediüzzaman, yaşadığı hayatta rahat yüzü görmemiş, göstermemişler; hayatının önemli bir kısmı sürgünlerde, hapislerde geçmiş. Çekmediği eza ve cefa kalmamış.
Ama onun o dağ gibi imanı, onu bir an bile, dâvâsının muhabbetinden, dâvâsının arkasında dimdik durmasından alıkoymamış. ‘Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir’ hakikati gereği, o da sıradağlar gibi imanıyla, küfre, zındıkaya, haksız ve hukuksuz adımlar atanlara, despot uygulamalara, diktatör ruhlulara meydan okumuş ve asırda dimdik ayakta durmuş ve iman ehline kuvve-i maneviye olmuştur.
İmanın verdiği cesaretle ve asrın manevî sahibi olarak dimdik ayakta durmak ve ne pahasına olursa olsun Kur’ân’ı baş üstünde tutmak, tam bir Kur’ân fedailiğidir.
Bu da, bu asırda Bediüzzaman’a nasip olmuştur.

**

Doğrusu bendeniz panel yöneticisi olarak, konuşmacılardan aldığım onca notlara rağmen, şu an benim elimdeki notlar beni ve yazıyı başka bir noktaya sevk etti.
Sahnede kocaman resmi bulunan Bediüzzaman, adeta programına gelen dâvetlilere ‘hoş geldiniz’ diyordu. Toplantıya iştirak eden dâvetliler salonu tamamen doldurmuştu. Toplantıya katılanların büyük çoğunluğu üniversite gençliği idi.
Bu da, bu dâvânın yarınları hakkında bilgi veriyordu. Çünkü gençliği olmayan bir dâvânın yarınlarından söz etmek imkânı yoktur.
Benim dikkatimi çeken görüntü şu idi. Bediüzzaman’a hayatı yaşanmaz kılanlar, zehirleyen zihniyetler, yok etmeyi düşünen anlayışlar, onu yanlış anlayan dar kafalılar artık piyasada yoklar. Ne konferansları var, ne başka bir faaliyetleri. Ne gençleri var, ne de yaşlıları.
Oysa, güneş, kendi varlığını kör gözlere de gösterdi. Artık Bediüzzaman ve eserleri, ulusal-uluslar arası programlarla ele alınıyor.
Araştırmacılar, akademisyenler, gazeteciler, yazarlar, devlet adamları Bediüzzaman’ın asırda karşılaşılan problemlere Kur’ân’dan getirdiği çözümleri çalışıyorlar ve farklı farklı zekâlarda bu konular şekilleniyor ve paylaşımlara sunuluyor.
Binlerce, on binlerce iman sahibi insanlar bu eserlerle şekillenmiş eserlere ilgi gösteriyorlar, konferanslara, panellere, konuşmalara iştirak ediyorlar.
İşte tam bu manzara, bir galibiyet manzarasıdır.
Biten, tükenen, takipçisi kalmayan, terk edilen; her türlü beslenen insan zaaflarına rağmen gün geçtikçe kuruyan, resmî toplantılara karşı; Bediüzzaman’ın her gün gelişen, derinleşen, zenginleşen, katılımcıları-konu çalışanları artan, salonlara sığmayan dâvetlileri kimin dâvâsında haklı çıktığının, kimin başarılı olduğunun, kimin asra hükmettiğinin apaçık bir görüntüsüdür.
Artık bazı salonlardaki ele alınan resmî konular ve katılımcılar gülünç kaçmaya başlıyor.
Bir zamanlar terör estirenler, hak hukuk gasbı yapanlar; bugün hem Türkiye’de, hem de İslâm ülkelerinde artık yapayalnızlar, yıkılmaya, yok olmaya terk edilmeye mahkûm kalıyorlar.
Günümüzde kabul edelim ki, artık içi tamamen boşalmış, sadece menfaat beklentilerini karşılayanların yanında durdukları rejimler, -izmler bolca bulunmaktadır. İçi boşalmış zihniyetler, slogancı şakşakçıklar her geçen gün azalıyor.
Ben panel toplantısında bu görüntü etkisinde kaldım.

**

Risâle-i Nur’lar bu asırda bir Kur’ân iklimi oluşturuyor. Bu iklimde birey, bu iklimde aile ve bu iklimde toplumlar nurlanıyor. Mutluluğun, huzurun ve saadetin bu iklim dışında olmadığı anlaşılıyor.
Asır mutlu olmak istiyorsa, Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez, serinliğine, gölgesine sığınmak zorundadır.
Risâle-i Nurlar, bu asır ile Hazret-i Peygamberi (asm), bu asır ile Asr-ı Saadeti, bu asır ile Kur’ân’ı buluşturduğu için güçlüdür.
Bu yönüyledir ki, Risâle-i Nur’lar artık bir camianın, bir grubun, bir cemaatin çok ötesinde, bütün İslâmî ve insanî camiaların ortak malı olmuştur.
Âlem-i İslâm, içinde olduğu sancılarla, hürriyet hareketleri ile artık yeni bir dünyanın geliyor olduğunu müjdeliyor. Hastalıklarını teşhis ve tedavi ediyor.
Bediüzzaman’ın, 33 yaşlarında, Şam-Emevi Camii'nde irad etmiş oldukları Hutbe-i Şamiye’deki müjdelerin tahakkuku şimdilerde başlıyor. Tarih artık yeniden yazılıyor. Bu gün tarihe şahitlik edenler, yarın için çok büyük bir hatıraya sahip oluyorlar.
Hutbe-i Şamiye, tarihte okunmuş geçmiş bir hutbe olarak değil, yeni bir İslâm, bir insanlık projesi olarak ele alınıyor.
Hatta bundan böyle, Hutbe-i Şamiye’deki altı hastalık değil, her bir hastalık üzerinde derinleşen çalışmalar ve tedavi teklifleri çeşitlenmek durumundadır.
Maddî hastalıklarda çalışan yüzlerce, binlerce profesörler, uzmanlar gibi, manevî hastalıkları da aynı titizlik ve incelik içerisinde ele almak aklın gereğidir. Manevî hastalıklar için de, yüzlerce, binlerce profesörler, alan uzmanları fikir üretmek, tedavi üretmek kaçınılmazdır.

**

Yeni Asya Gazetesi imtiyaz sahibi sayın Mehmet Kutlular’ın açış konuşması, 75 yıllık bir dâvâ adamının cümleleri olduğu için, yaşanmış bir hayatın yansımalarını içeriyordu.
Nitekim salon sadece gençlerden oluşmuyordu, bu dâvâyı gençlere taşıyan kahramanlarla da doluydu. Yani siyah saçlılar ile beyaz saçlılar omuz omuza idi.

**

Gazeteci- Yazar Mustafa Özcan, Gazeteci-Yazar Ali Ferşadoğlu, Doç. Dr. Ekrem Bektaş dinleyicilere, tam bir Hutbe-i Şamiye bilgi ziyafeti sundular.  Konuşmacıların tesbitlerinden de anlaşıldı ki, Hutbe-i Şamiye konusu sadece Şam’ı, Arap toplumlarını değil, nerede yaşıyor olurlarsa olsunlar, bütün Müslüman kimliklerin bireysel, ailevî ve toplumsal hayatlarını birebir içine alıyor. Neticede toplumsal atalet, bireysel karamsarlıkların, ümitsizliklerin sonucu olarak oluşuyor.
O zaman bizim yaşayacağımız ümit halleri de sıdk halleri de, tesanüd halleri de, muhabbet halleri de önce kendi minberimizde seslendirilecek, yaşanacak sonra da dalga dalga dış dünyanın atmosferini etkileyecektir.
Dinleyicilerden, panel yöneticisi bendenize gelen sorular ise, gerçekten dinleyici niteliğinin çok yüksek olduğunu gösteriyordu. Malûm, sorular, insanın birikimlerini yansıtır. Yani insan, sorusu kadardır. Durum onu gösteriyor ki, panelistlerin tesbitlerine ve gelen sorulara zaman içinde ayrı ayrı paragraflar açmak gerekecek.
Ne güzel; bir panel, onlarca konuşulacak, yazılacak konu demektir.
Onun için çalışmaya, faaliyetlere devam diyoruz.
Çünkü durmak, gerilemektir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*