Risâle-i Nur dünya gündemine taşınmalı

Risâle-i Nur Enstitüsü Ankara Şubesi tarafından “Risâle-i Nur Modelleri” konulu III. Arama Konferansı gerçekleştirildi. Büyük Anadolu Oteli’nde yapılan “3. Arama Konferansı”nın açış konuşmasını yapan Prof. Dr. Gürbüz Aksoy konferans hakkında bilgi verdi.

Konferansta, “Müsbet Hareket Modeli,” “Ehvenüşşer Modeli” ve “Sırran Tenevveret Modeli,” “İstişare ve Şahs-ı Manevî Modeli,” “Medresetüzzehra Modeli” konu başlıkları altında beş masa etrafında yapılan çalışmalar sonucu hazırlanan ortak metinler dinleyicilere sunuldu.

YAPICI VE TAMİR EDİCİ HAREKET…

“Müsbet Hareket Modeli” konulu masa adına konuşan Varol Vural, müsbet hareketin doğruluğu aşikâr ve belli ve ispat edilebilir; doğru düşünenlerin kabul edebileceği kanun ve nizama uygun hareket, Allah’ın emrine uygun, tahripkâr ve tecavüzkâr olmayan, yapıcı ve tamir edici tarzda olan, mizan, adalet ve insafa uyan hareket olduğunu belirtti.

Hareketin niyet düzeyinde başlayıp duygu ve düşüncelerle netleştikten sonra ortaya çıkan bir süreç olduğunu belirten Vural, “Müspetlik bu safhaların hepsinde var olduğu ölçüde nihaî sonucun pozitifliğinden bahsedebiliriz. Bediüzzaman, müspetliği ‘hareket’le tanımlamakta, hareketin müspetliğinin, diğer süreçlerin de müspet olması ile bütünleşmesini hedeflemektedir. Mülk âleminin ilişkilerinde hareketteki müspetlik belirleyici kabul edilmekte, şüpheli durumlarda da vicdana müracaat tavsiye edilmektedir” dedi.

GAYE-İ HAYAL

Ferdin müsbet hareketinin asıl kaynağının doğru tanımlanmış bir varlık ve bu zeminde anlam bulmuş benlik olabileceğini söyleyen Varol Vural, “Hayatının asıl hedefi ve varlığının gayesi bu olmayan ferdin dünyasında hakiki anlamda müsbet hareketin ortaya çıkması beklenemez. Hedefini kaybeden ferdin dünyasında, şerlerin ve olumsuzlukların kaynağı olan benliğin ön plana çıkacağı Risâle-i Nur’da şu sözlerle ifade edilmektedir: ‘Gaye-i hayal olmazsa veyahut nisyan veya tenâsi edilse, ezhan enelere dönüp etrafında gezerler” diye konuştu.

Menfî bir harekete sevk etmek için Said Nursî’nin defalarca zehirlenmesine türlü türlü işkencelere, hapislere maruz bırakılmasına ve üzerinde akıl almaz oyunlar oynanmasına rağmen “Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Allah’ın rızasını düşünerek sırf imân hizmetini yapmaktır bizler asayişi muhafazayı netice veren müsbet imân hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla şükürle mükellefiz” diyerek kendisine zulmedenler de dahil olmak üzere beşeriyetin imânını kurtarmak için daima asayişi muhafazaya çalıştığını ve hiçbir zaman müsbet hareket çizgisinden ayrıldığının görülmediğini söyleyen Vural, “Üstadlarının ‘Evvel ve ahir tavsiyemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir’ vasiyetine bihakkın uyan Nur ekolünün takipçileri de, günümüzde müsbet hareketi ve pozitif düşünceyi bir hayat modeli olarak benimsemişler ve bu noktada asayişin muhafazası için üzerlerine düşen vazifeyi ziyadesiyle yerine getirmişlerdir” şeklinde konuştu.

NİSBÎ HAKİKATLER EHVEN-İ ŞER KURALINI GEREKTİRİR

“Ehvenüşşer Modeli” konulu masa adına konuşan Mehmet Ali Kaya, yaşanan hayatın gerçeklerinin göz ardı edilemeyeceğini, toplumda yerleşmiş ve zamanla örf ve âdet haline gelmiş olan alışkanlıklar olduğunu, bu alışkanlıkları insan tabiatından kaldırmak ve yerlerine güzel olanlarını yerleştirmenin çok zor olduğunu belirterek, “Bediüzzaman Said Nursi bunu şöyle ifade etmiştir: ‘Nekaisten müberra olmak cenan-ı cennetin mahsusatından ve her kemale bir noksan karışmak bu âlem-i kevn-ü fesadın muktezasından olmakla” dünyada pek çok ahkâm “Ehven-i Şer” kaidesine dâhildir. Âlemin her halinde hayr-ı mahz ve mutlak hayır bulunmaz. Bunun için “Ehven-i Şer bir adalet-i izafiyedir” dedi.

Kötü alışkanlıklardan, insan fıtratına aykırı gelenek ve göreneklerden kopmanın kolay olmadığını, Kur’ân’ın kötü alışkanlıklardan tamamen iyi olana geçişte “ehvenüşşer” metodunun yer yer kullanıldığını söyleyen Kaya, “Elbette tebliğ metodunda dün olduğu gibi bugün de daha yumuşak bir üslup her zaman vardır ve olmalıdır. Bu, çok yönlü düşünmenin ve ‘ehvenüşşer’ metodu ile insanlara yaklaşımın gereğidir. Ehven-i Şer, zulmü, daha büyük kötülükleri önlemeye çalışmak, gerçek adalete ve ‘hüsn-ü hakiki’ dediğimiz gerçek güzelliğe geçişi sağlamaya yönelik bir faaliyettir” diye konuştu.

BEDİÜZZAMAN FITRATIN SESİNİ DİKKATE ALMIŞTIR

Kaya, İslâm hukukçularının “Ehven-i Şer” prensibini sadece hukukî anlamda ve ticaret hukuku gibi dar bir çerçevede tutmuş olmalarına karşın Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatın gerçeklerini ve fıtratın sesini dikkate alarak bu kuralı askerî alanda cihada asker sevk etmek, tıbbî alanda kangren olmuş bir parmağı kesmek, sosyal alanda asgari müştereklerde birleşmek, siyasî alanda insan hak ve hürriyetlerini esas alan bir siyasî oluşumdan yana tavır almak gibi sosyal hayatın her alanında uygulanabilir bir kural olduğunu gösterdiğini vurguladı.

Kaya, “Bediüzzaman bu prensibi uygularken her zaman iki sivri kutup olan ifrat ve tefriti değil daima vasat olan ve insanlığı yaratılış amacına götüren istikamet yolunu seçmiştir” dedi.

Ehven-i şer düsturunun iyi niyetle ve tamamen hüsn-ü hakikiye geçebilmek için tercih edilmesi gerektiğini ifade eden Mehmet Ali Kaya, “Zarurî durumlarda ruhsat ile amel etmek de bir nevi ‘ehven-i şerri’ ihtiyar etmektir. Ancak bu durumda da ölçü kaçırılmamalıdır… Bediüzzaman içtihadın gerekliliği ve şartları üzerinde dururken dünyevîleşmeye dikkat çekerek bu zamanda kötü alışkanlıklardan ve dünya hayatının rahatı için “ehven-i şer’ prensibi ile dinî içtihatların yapılmasına karşı çıkar. ‘Laubaliler ruhsatlarla okşanılmaz’ der. Bilhassa hikmet ve maslahat için Allah’ın emirlerinden taviz verilemeyeceğini belirtir. Dinin amacının ahiret saadetini kazanmak olduğuna dikkat çekerek dünyanın rahatı ve saadeti için fetvaların verilemeyeceğini, verildiği takdirde bunun dinî olmayacağını ifade eder” diye konuştu.

İMÂN HİZMETİNİ İHLÂSLA YAPMAK

“Sırran Tenevveret Modeli” konulu üçüncü masa adına ise Süleyman Kösmene, sırran tenevveretin sözlük anlamının “gizlice aydınlanma, nurlanma, fazla gürültü çıkarmadan çalışma” olduğunu, bu terimin Risâle-i Nur’da iman hizmetini ihlaslı bir şekilde, sessiz ve gösterişsiz yapmak anlamında kullanıldığına dikkat çekerek, “Gönüllülük üzerine kurulu informal, sivil, yaygın aydınlanma ve aydınlatma biçimidir. Bu modelde maksat, gürültüsüz, patırtısız, kimse rahatsız edilmeden muhtaç gönüllere ulaşmaktır” dedi.

Hikmet dairesinde hareket etmenin, Kur’ân’ın emri olduğunu, bu emir çerçevesinde, mukteza-yı hâle muvafık hareket etmenin Risâle-i Nur’un prensibi olduğunu ifade eden Kösmene, “Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, iman hizmetinde, ‘Sırran Tenevveret’ modelini bir hizmet stratejisi olarak belirleyip, her türlü şart altında hizmetini hiç aksatmadan, kesintisiz yapmış, imâna muhtaç gönüllere Kur’ân’ın mesajını ulaştırmıştır” diye konuştu.

SIRRAN TENEVVERET BİR TEDBİR ŞEKLİDİR

Kösmene, Sırran Tenevveret modelinin Allah’ın ‘Hakîm’ ismine dayanan, zamanın en etkin, başarılı olmuş bir hizmet stratejisi olduğunu da dile getirerek şöyle konuştu:

“Kur’ân’ın bu zamanın ihtiyaçlarına cevap veren Risâle-i Nur’un hâkikatlerinin insanlara ulaştırılması, insanların istifadesine sunulması, o zamanın çetin şartlarında ancak Sırran Tenevveret stratejisi ile olabilirdi. Böyle bir yöntem seçilmiş ve milyonların intibahına, aydınlanmasına vesile olunmuştur. Sırren tenevveret bir tedbir şeklidir. Tedbir almak ise korkaklık değil, hikmetin gereğidir.”

Kösmene, Risâle-i Nur hizmetinde Sırran Tenevveretin hizmet ile hikmetin birleştiği, akıl ile kalbin bütünleştiği, iman hakikatlerini dünya semâsında yaşayarak dalgalandıran bir model olarak uygulandığını bildirerek, “Sırran tenevveret bir ihlas metodudur. İhlas, kişinin Yaratıcısı ile baş başa kaldığından emin olduğu haldir. Allah ile baş başa kaldığından emin olan kişi amelinde sadece Allah’ın rızasını dikkate alır, Allah’tan başkasının beğenisine önem vermez, alkışını düşünmez, kalben dahi başkasının teveccühünü beklemez. Yalnız Rabbi’nin rızası için çalışır, yalnız Rabbi için hareket eder” şeklinde konuştu.

“HUBB-U CAH MEYLİ SIRRAN TENEVVERET MODELİ İLE UYUŞMAZ”

Sırran tenevveret modelinin uyuşmadığı yaklaşım tarzının “hubb-u cah meyli” olduğunu dile getiren Kösmene, “Yani hırs, şöhret, makam ve mevkii sevgisidir, kendini beğenmektir, şatafattır. Bu ise ihlasa zıt olduğu gibi, sırran tenevveret sırrına da zıttır. Doğrusu, kendisini öne çıkarmadan, hakkı yaşayarak örnek olmaktır. İman hizmetini maddî-manevî hiçbir şeye alet etmeden hizmet etmeyi bir ihlas düsturu sayan Risâle-i Nur’un, sırran tenevveret metodu ihlasın gereğidir. İman hakikatlerine hizmet etmenin maddî ve mânevi hiçbir şeye alet yapılmadığı kanaatinin imana muhtaç gönüllerde husule gelmesi fevkalade bir kemâlatın sonucudur. İşte o meziyet ve fazilete asrın bedîsi Bediüzzaman Said Nursî mazhar olmuştur” dedi.

“Sırran Tenevveret Rahmanî bir modeldir” diyen Süleyman Kösmene, “Vazifeli ve etkin bir tebliğ edici sıfatıyla, Risâle-i Nur mesleğinin Sırran Tenevveret modeli, Peygamberlerin metodunu takip etmektir. Yaşayarak örnek olmayı esas almak; gösteriş ve şatafattan, gürültüden, patırtıdan ve hırstan uzak şükür ve kanaat ile görevini yapıp neticeyi Allah’a bırakmaktır” dedi.

“Sırran tenevveret”in en yaygın ve en etkin mesaj, iletişim ve duyuru modeli olduğunu da dile getiren Kösmene şöyle dedi:

“Zamanın şartları, engellerin zorunlu kılması ile beraber sırran tenevveret modeli insanların ve idarenin yanlış algılamalarına meydan vermemek için her zaman geçerli bir tarzdır. Günümüz şartlarında en etkin iletişim tekniği, samimiyet tesisi, dayanışma ve dinin gereği olan hakiki kardeşliğin yaşatılması için geçerliliği devam eden bir yöntemdir. Sırran tenevveret geniş dairede açık tanıtımın ve ilânatın karşıtı bir model değildir. Meşru olan her vasıtanın, mesajın iletiminde zamanın etkin olan her aracının kullanımı yine Bediüzzamanın ifadesi ile tasvip edilmektedir. Hatta mahkemeler, idamla yargılamalar, basın yoluyla insanlar üzerinde estirilen korku havası Bediüzzaman tarafından, kamuoyunun dikkatinin çekildiği ve insanların Risâle-i Nurları tanımasına vesile olduğu şeklinde yorumlanmıştır…”

İŞLERİN ŞÛRÂ İLE YÜRÜTÜLMESİ ALLAH’IN EMRİDİR

“İstişare ve Şahs-ı Manevî Modeli” konulu dördüncü masa adına ise Halil Elitok ise, istişarenın, sadece, bir hizmeti yapacak olan kişinin ya da kişilerin birilerine danışması ve o­nların da fikrini alması demek olmadığını, aynı zamanda, herhangi bir konuda karar almak üzere bir araya gelmek ve çoğunluğun fikrine tâbi olmak demek olduğunu vurgulayarak, “İstişare İslâmın üzerinde durduğu ehemmiyetli prensiplerden biridir. Müslümanların, sadece hususî hayatlarında karşılaşacakları meselelerin çözümünde değil, siyasî ve sosyal hayatın yürümesinde ve idarî sistemin şekillenmesinde başvurmaları gereken mühim bir esastır. İşlerin şûrâ ile yürütülmesi Allah’ın emridir. Bu emri tebliğ ve tavsiye eden ve en güzel biçimiyle uygulayan Resulullah’tır” diye konuştu.

İstişare kavramının mânâ ve ehemmiyetini asrımızda en iyi şekilde kavrayan ve hayatı boyunca uygulamasını yapan kişinin ise Bediüzzaman olduğunu söyleyen Elitok, “İnsan, sosyal hayatın içinde yaşamak mecburiyetindedir. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak için başkalarıyla iyi ilişkiler kurmaya muhtaçtır. Bu ilişkiler bireyler arasında olabileceği gibi, bireyle toplum veya cemaat arasında da olabilir. Toplum hayatında bireyin tek başına her şeyi düşünmesi veya yapması mümkün değildir. Ortak bir aklın ürünü olan kapsamlı kararlara ihtiyaç vardır. İstikrarlı bir sosyal hayat ancak bu yolla kurulabilir” dedi.

Halil Elitok, İstişareye dayalı devlet sisteminde halk iradesinin üzerinde bir denetim otoritesi olmadığını ve olmaması gerektiğini, aksi halde istişarenin sadece danışmadan ibaret bir eylem olacağını, oysa istişarenin asıl anlamının herhangi bir konudaki kararın ilgililerin oybirliğiyle ya da hiç değilse oy çokluğu ile alınması olduğunu söyledi.

“KARDEŞLİK İLİŞKİSİNE DAYANIR”

Günümüzde cemaatlerin çoğunlukla hiyerarşik ve dikey yapılanmaya sahip olduğunu, Risâle-i Nur modelinde ise yapılanmanın şeklinin yatay, yani kardeşlik ilişkisine dayandığını vurgulayan Elitok, “Gerçekten cemaat içi demokrasiden söz edilebilmesi için, seçen ve seçilenler arasında bir farkın olmadığı bilinmelidir. Ve seçilenler Peygamberimizin ‘Yöneticiler yönettiklerinin hizmetkârlarıdır’ hükmündeki esasa sadık kalmalıdırlar. Dolayısı ile cemaate mensup olan herkes, stratejik nitelikte ilkesel kararlar alan üst kurulların üyesi olmak, söz söylemek ve oy vermek hakkına sahiptir. Düşünceler açıkça ifade edilerek katkı sağlanır” dedi.

HAK VE HÜRRİYETLERİN KORUNMASI İÇİN ŞÛRÂ ŞARTTIR

“Kâinatta tecelli eden Esma-i Hüsnanın kudsî istişâresi neticesinde abesiyet ve israfat gözükmemektedir. Kâinattaki bu tecelli, kâinatın küçük bir numunesi olan insan da, bir şeye karar vermeden önce kendi aklına, vicdanına, kabiliyetlerine ve sair duygularına danışma şeklinde tezahür etmelidir” diyen Halil Elitok sözlerini şöyle tamamladı:

“Temelde aileden başlayan kurumlar silsilesi içerisinde kişi düşündüklerini özgürce ifade edebilmelidir. Kendi hak ve hukukunu bilmeyen insanların, başındaki idareciyi çok iyi birisi dahi olsa müstebit edeceğini vurgulayan Bediüzzaman, kişinin hak ve hürriyetlerinin korunabilmesi için de şûrânın şart olduğunu ifade eder. Kısacası meşveret; insanı istibdat ve tahakküm belasından kurtarır, şüpheleri izale eder, musibetleri defeder. Ayrıca; saadetin anahtarıdır, terbiye edicidir, kısa zamanda çok işlerin görülmesine vesile olur ve insanları terakkiyata götüren bir binektir.”

EĞİTİM MODELLERİ BAŞARISIZ OLMUŞTUR

“Medresetüzzehra Modeli” konulu beşinci masa adına ise Mehmet Evren konuştu. Evren Cumhuriyet öncesi eğitim ve Cumhuriyet dönemi eğitimini anlatırken, “Tek Parti” döneminde, Cumhuriyet öncesi dönemde çatışan mektep ve medreselerden, mektep anlayışının yürürlüğe konulduğunu söyledi. Evren, “Devletin ve toplumun dinden soyutlanmasının hedeflenmesinden dolayı, medreseler ve din eğitimi tamamen ortadan kaldırılmıştır. Pozitivizmin gereği olan materyalist bir eğitim sistemi yerleştirilerek, dinî değerlerden uzak bir neslin yetiştirilmesine çalışılmıştır. Eğitim sisteminin bu siyasî özelliği, eğitimin muhtevasını siyasî ilkelerle sınırlamıştır” diye konuştu.

Çok partili dönemde, kitlelerin Demokrat Parti’ye yönelmesinin, eğitim alanında da dönüm noktası oluşturduğuna dikkat çeken Mehmet Evren, “Tek parti döneminde ihmal edilen din eğitimi de eğitim sisteminin içine alınmıştır. Fakat mektep-medrese çatışmasıyla başlayan çarpık anlayış, farklı boyutlarda devam etmiştir. Bu sebeple, günümüze kadar Batılılaşma ve dinden soyutlanma karakteri yansıtan çağdaşlaşma hareketleri, bir üretim modernleşmesi gerçekleştirememiş, aksine modern tüketim alışkanlıklarına müptela bir fert ve toplum yapısına yol açmıştır” dedi.

ULUSLARARASI ZEHRA ÜNİVERSİTESİ

Cumhuriyet öncesi ve sonrasında uygulanan eğitim modelleri başarısız olduğunu, bu modellerin ortak yanının, din ile fen ilimlerini kaynaştırmaktan uzak oluşları olduğunu söyleyen Evren, “Din ve fen ilimlerinin kaynaştırıldığı bir model olarak Risâle-i Nur’un sunduğu eğitim modeli, üniversite boyutunda “Medresetüzzehra” olarak karşımıza çıkmaktadır” dedi.

Mehmet Evren uluslar arası Zehra Üniversitesini şöyle özetledi:

“Vizyonu: Aklın vicdanla desteklendiği bir eğitimle uluslar arası normlar oluşturan bir üniversite olmaktır.

“Misyonu: Bilim ve eğitimde uluslar arası ortak normlara sahip, inanç farklılıklarına saygılı, kendi ülkesinin gerçeklerine duyarlı bireylerle, insanlığın mutluluğuna hizmet etmektir.

“Temel Değerleri: Toplumsal cehaleti ortadan kaldırıp bilinçli dünya vatandaşı yetiştirmek. Yerel kültürel değerlerle evrensel ortak değerleri buluşturmak. Pozitif düşünen ve dünyayla iletişime açık bireyler yetiştirmek. Eğitimde kurumsallığa önem vermek…”

“MEDRESETÜZZEHRA” PROJESİNE BÜYÜK İHTİYAÇ VAR

Mehmet Evren, Bediüzzaman’ın, uğrunda 55 yılını feda ettiği ve uygulamasını bir anlamda Risâle-i Nur öğretisiyle gerçekleştirdiği “Medresetüzzehra” projesine, her zamankinden daha çok ihtiyaç duyulan bir dönemde olduğumuzu belirterek sözlerini şöyle tamamladı:

“Dünyanın terörle başa çıkmak için önlemler düşündüğü, medeniyetlerin barışmak için yollar aradığı globalleşme çağında ‘Medresetüzzehra felsefesi’nin önemi daha da artmıştır. Öte yandan İsâm ülkelerinde yaygın olan fakirlik, cahillik ve ayrılıkların ortak çözümünün de yine bu proje olduğunu düşünmekteyiz. Umuyoruz ki; bu projenin hayata geçirilmesi, hem İslâm ülkelerindeki söz konusu sorunların ortadan kalkmasına hem de dünya barışına, küresel eğitime ve temel insanî değerlere katkıda bulunacaktır…”

Oldukça ilgi toplayan sunumların ardından, dinleyiciler ilgili oldukları masa sunumlarına katkılarda bulundular.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*