Risale-i Nur, imanı ilimle güçlendiriyor…

Bediüzzaman Said Nursî ve 1950’lerde din

DİN ve modernite arasındaki etkileşimlerin en ilgi çekici ve kritik devirlerinden biri, Yirminci Yüzyıl’ın ortasıdır.
Türkiye, 1950’ler boyunca birçok gözlemci tarafından  “dinî bir uyanışın bazı türlerini tecrübe eden bir ülke” olarak görüldü’, İkinci Dünya savaşını takiben Türkiye, çok partili parlamenter bir cumhuriyet haline gelmişti.

1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin kazandığı zafer, dine dair politikalarda bazı değişimlere yol açmıştı. Mesela ezanın aslî haliyle (Türkçe yerine) Arapça olarak okunması ve dini eğitimde bir derece yayılma sağlandı. Bununla birlikte, partizan politikayla ilgilenmeyen daha geniş entellektüel eğilimler de vardı. Bir grup Türk düşünür ve manevi lider2, İslami prensiplerin modern ve zuhura başlayan postmodern dünya bağlamında izah ve yeniden ifade edilmesine yönelik, daha uzun vadeli faaliyetlerle meşguldü. Bediüzzaman bu gelişmelerde rol oynayan önemli şahsiyetlerden biridir.
Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatı, modern Türkiye tarihinin büyük kısmını kapsar. Kendisi, 1877’de Osmanlı Devletinin son yılları esnasında, Türkiye’nin doğusunda doğdu ve Osmanlı ordusunda önemli hizmetler gördü. Birinci Dünya Savaşını takiben Kurtuluş Savaşı esnasında yazdığı milliyetçi broşürler, Ankara’daki hükümetin takdirini kazanmasına yol açtı. Fakat bu perestij, meclis üyelerine başarılarının ilahi yardımla gerçekleştiğini hatırlattığında kayboldu. Daha sonra onun popüler dini öğretici konumu, Mustafa Kemal’in reformist hükümetinin kuşkusunu celbetti ve Said Nursî hayatının büyük kısmını hapiste ve sürgünde geçirdi.3
Nursî’nin kendisi, hayatını üç döneme ayırır. Hayatının ilk safhasında o, eski Said idi. Bu dönemde bir dizi muhafazakâr İslami davayla iştigal eden aktivist bir araştırmacı olduğu kadar Osmanlı ordusunda görev alan faal bir askerdi de… Daha sonraları, bu dönemdeki entellektüel konumunu tarif ederken şunları söylüyordu:
“Eski Said ile mütfekkirin kısmı, felsefe-i beşeriyenin ve hikmet-i Avrupaiyenin düsturlarını kısmen kabul edip, onların silahlarıyla onlara mübareze ediyorlar; bir derece onları kabul ediyorlar. Bir kısım düsturlarını, fünun-u müsbete suretinde layetezelzel teslim ediyorlar, o suretle İslamiyetin hakiki kıymetini gösteremiyorlar.4”
Yeni Said, Birinci Dünya Savaşının sonunda, bir süre esir kaldığı Rusya’dan İstanbul’a dönüşünü takiben ortaya çıktı. Bu esnada içinde beşeri felsefelerin zayıflığının, ayrıca kendi gururunun üstesinden gelme ihtiyacının ve sonra “Kur’ân-ı yegâne üstad edinme” meydan okumasının kabul edildiği manevi bir uyanışı tecrübe etti. Sonuç olarak kendisini sosyal ve siyasi meselelerle faal biçimde iştigalden geri çekti ve hayatının geri kalan kısmını dolduran bir projeyi, Risâle-i Nurun yazılmasını üstlendi. Bu eser, Kur’ân tefsirinin, hapishane ve sürgünlerine rağmen sayıları yıllar geçtikçe büyüyen talebeleri ile takipçilerine verdiği talimatlarla meczolduğu çok ciltli bir hayat eseriydi.
Bu yıllarda Said Nursî, “Üçüncü Said” dönemine girdi. Bu dönemin yeni siyasî anlayışlara bağlı olarak Risâle-i Nurun yayıldığı, okuyucu ve talebeleri daha insicamlı bir hareket halinde görüldü. Üçüncü Said olarak bilinmesine yol açan görünüm, Bediüzzamanın bir siyasî partiyi örgütlediği veya nurculuğun bir sufî tarikatının formel yapısını almaya başladığı anlamda değil, ama sosyal ve siyasî hayatla daha yakından meşgul olduğudur. Bu, Nurculuğun yayın kurumları ile Said Nursî’nin yazılarından ilhamla bir grup insanın “bir iman hareketi” tarzıda görünür hale gelmiş olmasıdır.5 ”
1950’lerin gözlenen dinî uyanışında, Üçüncü Said’in önemli katkıları olmuştur. Çok değişik insanlar üzerindeki fikirlerinin cazibesi, içerik olarak ırkçı olmayan konularla ilgiliydi.
Modernite bilim ve akıl
Dünyada en önemli dini geleneklerinin tümündeki düşünürler, Modern Çağ’da etkili ve ikna edici şekilde, geleneklerinin hakikatlerini sunma noktasında önemli meydan okumalar ve görevlerle yüzyüze gelmişlerdi. Bu meselelerin en çok tartışılanı, dini iman ile bilimsel aklın “aydınlanma” döneminin bir sonucu olarak felsefi geleneklerde çatışma halinde olmasıdır. Dinî iman, “modern” perspektifi tanımlamaya çalışan birçok kişi tarafından “modern öncesi zamanlarda hâsıl olan bir ürün” olarak görüldü. Onsekizinci yüzyıl felsefeleri üzerine inşa edilen Modern Çağ bir “akıl çağı olarak düşünülürken Orta Çağ ekseriye bir “iman çağı” olarak tarif ve tasvir edildi.
Akıl ile vahyin çatışması, 1950’lerin “modern bilinci”nin önemli bir parçasıydı. Bu 1950’de yayımlanan Cran Briton’a ait “The Shaping of  Modern Mind” (modern zihnin şekillenmesi) başlıklı bir kitapta açıkça sunulur.
Newton’la birlikte bilim, şaşılacak ölçüde matematik olarak test edilebilen bir kâinat şemasına ulaşmayı başardığında, yeni rasyonalist dünya görüşü içeren aşama tamamlanmıştı.6
Yirminci yüzyılın ortalarına gelindiğinde dünyanın pek çok kısmına, “modern zihin” hakim idi.

İki temel tez gelişti :

1-  Başlıca dünya dinleri, dinlerin modern terimler dahilinde anlaşılabileceğini göstermenin yolunu arayan “modernist” düşünce okulları geliştirirken,

2- Ateist rasyonalistler ve kutsal metinleri yalnızca zahiri anlamıyla yorumlayan fundamentalistler, iman ve aklın modern bilim ile “gerçek din”in birbiriyle uyuşmasının imkânsız olduğunda ittifak ettiler.
Modernistler kendi dinlerinin moderniteyle nasıl uyum içinde olduğunu göstermeye çalıştıkları özür dileyici ‘apologetic’ bir konumu benimsediler. Müslüman dünyada modernist gelenek, On Dokuzuncu Yüzyıl sonlarında Muhammed Abduh gibi entelektüellerin eserleriyle güç kazanmıştır.
1950’lerde, Yirminci Yüzyılın en önemli fizikçilerinden Werner Heisenberg, bilim ile din arasındaki çatışmanın gelişmesini şöyle tarif ve tasvir etmiştir:
“On Dokuzuncu Yüzyıl, yalnızca bilimi değil, büyük halk kitlelerinin genel bakış açısını da teşkil eden aşırı derecede katı bir doğal bilim çerçevesi geliştirdi… Bu çerçeve o kadar dar ve öylesine katı idi ki, dilimizin en temel özüne ait bir çok, meselâ zihin, benlik ‘nefis’ veya hayat kavramlarını onun içinde bulmak zordu. Bilimin dine karşı açık bir düşmanlığı gelişmişti. Bilimsel metoda ve rasyonel düşünüşe duyulan itimat, insan zihninin başka bütün teminatlarının yerini aldı.” 7
Heisenberg “Nevtonien mekaniğin bilimsel dilinin hatalı bir şekilde gelinecek son nokta olarak kabul edilmiş olduğu”nu, ama eski katı çerçevenin, İzafiyet Teorisi ve Kuantum Mekaniğinin  uyandırdığı muazzam etki dolayısıyla, Yirminci Yüzyıl’da çözülmeğe başladığını belirtiyordu.8 Heisenberg’in ulaştığı hükümler, “modern fiziğin, geleneklerin yeni düşünce akımlarıyla telif edilmesine yardımcı olabileceğini” belirtiyordu. “Bu gelişmenin, eski kültürel ve dini geleneklerin hedefi olan insanî değerlerle bağlantısını kurmaya çalışma durumundayız”, diyordu.
Heisenberg tarafından tarif edilen bu girişim, 1950’lerdeki tartışmaların yeni tonunu temsil ettiği gibi, Said Nursî’nin etkisinin anlaşılması için bir boyut temin etmektedir. Eski “modern tartışmalar, bilimin dini “tasvip” edip etmediğini göstermeğe çalışmakla iştigal ettiği halde, yeni (erken “postmodern”) çaba, bilim ile din arasındaki irtibat noktalarını göstermeye çalışmakla ve “bilim” ile “dinler”in her ikisine doğal dilimizin cüzleri olarak nazar etmekle meşgüldü.
“Risâle-i Nur’un en önemli veçhelerinden biri, bilimin iman hakikatlarıyla ilişkisini kurması ve bu ikisinin çatışma halinde olmaktan ziyade Kur’ân ışığında bilimin imanı genişletip güçlendirebileceğini göstermesi”dir. Onun din ile bilim arasında çatışma tezini “modern” söylem muvacehesinde çerçevesi belirlenmiş eski argümanların bir tekrarı olmaktan ziyade 1950’lerde zuhur eden güçlü post modern biçimin bir cüz’ü olduğu görülür. Bediüzzaman, “hitabat-ı Kur’âniyenin vüs’ati” ve “lisan-ı şer’î” açısından zaman ve sosyal ortama bağlı, farklı  anlamlar muvacehesinde konuşmaktadır.
Bu tür bir yaklaşımla, Bediüzzaman, “modernist düşünce ve kültür içerisindeki metafizik aleyhtarı temayüller”e  karşılık veren “metaforik postmodern’ diye adlandırılan ‘“postmodern’dini düşünüşün erken bir tarzını yansıtan biri” olarak görülebilir. 9
Bediüzzaman, modernleşmeye karşı çıkmaya devam eden artçı reaksiyoner kuvvetin, W.C. Smith tarafından       “liberal modernistler” diye tarif edilen reformist entellektüel seçkinler zümresinin bir parçası değil, bariz ve önemli bir şekilde bu toplumun bir parçasıydı. Bediüzzaman’ın   yazdıklarının çoğunda, İslâmî inanç için, modernin ötesine uzanan ve onu aşan postmodern bir “orta yol”un ilk ifadeleri görülür.
Yirminci yüzyılın ortaları, “modern aydınlanma” olarak gösterilmiş bulunan paradigmalardan, daha çoğulcu bir perspektif ve ilahiyata dair meselelere hermenötik bir yaklaşım tarafından tanımlanan, zuhura başlayan bir “postmodern” paradigmaya geçiş dönemiydi. Bediüzzaman’ın “hadd-i vasat”ı yani “orta yol”u bazı önemli açılardan, bu geçişin bir yansımasıdır. Bu yol, sekülerizm yanlıları ve gelenekçiler arasındaki, daha eski “Modern aydınlanma” paradigması üzerindeki tartışmaların bir parçası değildir; bilâkis yeni, postmodern bir İslâmî paradigmayı tanımlamanın başlangıç noktasını oluşturmaktadır.

Prof. John Obert Woll
Elif (Edebiyat ve Kültür Sanat Dergisi)
Mart-Nisan 2011

DİPNOTLAR:

1. Bu konuda yazılan makalelerin bir kısmı şunlardır: Bernard Lewvis, «İslamic Revival in Turkey,» International Affaire 28 (1952). s. 34-48 ; Lewvis V Thomas, Recent Developments in Turkish islam.» Mıddte East Journal 6 (1952). s. 22-40 ; Howard A. Reed, «Revival of İslam in Secular Turkey.» Middle East Journal 8 81954). s. 227-282.
2. Nursî’nin hayatına ve önemine dair Türkiye dışında onun daha iyi  bilinmesini sağlayan yararlı bir analiz. Şerif Mardin’in « Religion and Social Change in Modem Turkey » adlı kitabıdır (Albany: State Univer-sity Press of Neww York,  1989).
3. Said Nursî’nin geniş anlatımı için bkz: Şükran Vahide, Bediüzzaman Said Nursî (İstanbul, 1922).
4. İktibas eden Vahide, s. 164-165
5. Şerif Mardin, «Nurculuk» The Oxford Encyclopedia of the Modern islamic World. Ed. John . Esposito (New York: O/ ford University Press, 1995) 3: 256.
6. Crane Birinton, The Shapinge of the Modern Mind (New york: Mentor Books, 1950)
7. Werner Heisenberg, Physicics and Philosophy, The Revotoion in Modern Scienne (New York: Harper and Row, 1958) s. 197-198.
8. Heisenberg s. 198-199
9. Carl Rascke, or The Problem of Postmodern Regilious Thinking, ‘Shadow f Sprit: Postmodernizm Regilion içinde, ed. Philippe Berry and ANdrew Wernicck (Lohdra: Routledge, 1992). s. 101-102

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*