Risale-i Nur ve manevî hastalıklarımız olan günahlarımız

Günahın lûgat mânâsı “Cezayı gerektiren amel. Dine aykırı olan iş. Allah’ın emirlerine uymayan hareket”tir. Bu dünya misafirhanesine imtihan olmak için gönderilen insanın önündeki en büyük engellerden biri de günahlardır.

Hem sevap hem de günah işlemeye meyilli olan insan, mânen en yüksek mertebelere çıkabileceği gibi, en aşağı derekelere de düşebilir bir vaziyettedir. “Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insan”ın1 kendisine ebedî saadeti kazandıracak ticareti en güzel bir şekilde yapabilmesinin mühim bir şartı, günahlardan kaçınmasıdır.

Çünkü Asrın İmamı olan Bediüzzaman Hazretleri’nin tarifiyle “Günahlar, hayat-ı ebediyede daimî hastalıklardır; hayat-ı dünyeviyede dahi kalb, vicdan, ruh için mânevî hastalıklardır.”2 “İşlediğimiz her bir günah, kafamıza giren her bir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.”3 Bu yüzden mânen hasta olan insanın, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hâsıl olan vesveseler, şüpheler îman mahalli olan kalbin bâtınına ilişip îmanı zedeler. Bediüzzaman’ın tabiriyle helâket ve felâket asrı olan bu zamanda “her cihetle serbestçe insanı saran ve her biri bin yerden gelen ve hücum eden günahlara”4 sed çekilmezse eğer, bu günahlar “kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra tâ nur-u îmanı çıkarıncaya kadar katılaştırır. O günah, istiğfar ile çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevi yılan olarak kalbi ısırıyor.”5

Bu önemli mes’elede hassasiyet gösteren Bediüzzaman Hazretleri, “Şu zamanda bir adamın bir günahı, bir kalmıyor. Bazen büyür, sirayet eder, yüz olur.”6 ve “Ahir- zamanda, bir şahsın hatiât ve günahlarının gayet dehşetli bir yekûn teşkil ettiğine dair rivayetler vardır. Şimdi bu zamanda müteaddit esbabını gördük. Müteaddid o vücuhundan radyom ile anlaşıldı ki, o bir tek adam, bir tek kelime ile bir milyon kebâiri birden işler ve milyonlarla insanı dinlettirmekle günahlara sokar”7 diyerek, günü- müzde günahların ne kadar dehşetli bir hâl aldığını ifade eder.

Her taraftan maruz kaldığımız günahlar karşısında takva zırhına bürünüp, dua ve istiğfarla korunmak gerektiğini belirten Bediüzzaman Hazretleri, insanlara hitap ederek, “Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa cüz-i ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenâtın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.”8 buyurarak kurtuluş reçetesini göstermiştir. Bunun yanında, “Böyle zamanlarda binler günahın tehâcümünde bir tek içtinap, az bir amel ile yüzer günahın terkiyle, yüzer vacip işlenmiş olur. Elbette takva ile ve niyet-i içtinap ile yüzer amel-i sâlih işlemiş hükmündedir.”9 diyerek, az bir amel ile günahlardan kaçınmanın, yüzlerce vacip işlenmiş hükmünde olduğunu da belirtmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri, “Bu müthiş zamanda ve dehşetli düşmanlar mukabilinde ve şiddetli tazyikat karşısında ve savletli bid’alar, dalâletler içerisinde”10 insanların en mühim mes’elesinin Cehennemden kurtulmak olduğunu söyler. Günahların etrafımızı çepeçevre sardığı bir zamanda, Cehennemde kurtulmak için göstermiş olduğumuz mânevi ciha- dımızda, günahların kaynağı olan şeytanın desiselerine karışı teyakkuzda olmalıyız. Çünkü insandaki nefis, şeytanı her vakit dinler ve ondan her gün dersini alır. Şeytanlar, nefse sürekli kötülük telkin edip, tahribat cihetinde sevk ettikleri için, az bir amel ile çok şerlerin işlenmesine sebep olabilirler. Nefis dahi his, heves ve vehmin de te’siriyle, bu telkinat esnasında şeytana yardım etse, mahall-i îman olan kalbin ve aklın susmasına ve mağlûp olmasına sebep olup, insanları mânen dehşetli bir hâle düşürürler. Demek ki “Şu hâlde günah işlemek îmânsızlıktan gelmiyor belki his ve heves ve vehmin galebeleriyle akıl ve kalbin mağlûbiyetinden ileri geliyor.”11

Evet, bir Mü’min günah işler ve ardından bu günahlara tevbe ve istiğfar eder. Fakat aynı zamanda nefsini de ittiham eder. Çünkü “Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, affa müstahak olur.”12

Bu dehşetli zamanda, ahirette ebedî olacak hastalıklarımıza karşı Bediüzzaman Hazretleri, çare ve tedavi için başta îman ilacını zaruri görerek, “Îman ilacı ise, ferâizi mümkün oldukça yerine getirmekle te’sirini gösteriyor. Hakiki îmanın kudsî ilâçlarından ve nurlarından, tevbe ve istiğfarla, duâ ve niyazla istimal ediniz.”13 buyuruyor. Bu îman ilâcının te’sirini daha çok görmemiz için îmanımızı kuvvetlendirmeliyiz. Bunu yapmanın en kolay ve en kısa yolu da Risâle-i Nur’dadır. Risâle-i Nur, aynen îman ilâcı gibi, mânevî hastalıklarımıza en münâsip bir ilâç, bir merhem ve bir mürşid-i ekmel olacak eserdir. Risâle-i Nur, “sübjektif nazariye ve mütalâalardan uzak bir şekilde, her asırda milyonlarca insana rehberlik yapan mukaddes kitabımız olan Kur’ân’ın hakîkatlerini rasyonel ve objektif bir şekilde izah edip, insâniyetin istifadesine arz edilen bir külliyattır.”14 Yıllardır en muannid feylesofları ve mütemerrid zındıkları susturan eczaları meydandadır. Herkes okuyabilir ve kimse itiraz etmez.

Cenâb-ı Hak bizleri; mânevi hastalığımız olan günahlardan kaçınarak kendini muhafaza eden ve her türlü günahların hücumuna karşı Risâle-i Nur’un çelik zırhıyla teyakkuzda olan ve Risâle-i Nur ile mânevî yaralarımızı tedavi eden, Risâle-i Nur’daki hakikatleri lâyıkıyla anlayan, idrak eden, yaşayan ve bu ni’met için her daim şükreden kullarından eylesin inşallah. Âmin, âmin, âmin…

Said Yüksekdağ

Dipnotlar:

1) Mektûbat, Said Nursî, s. 384, Yeni Asya, 2013.
2) Lem’alar, Said Nursî, s. 478, Yeni Asya, 2013.
3) A.g.e., s. 21.
4) Kastamonu Lâhikası, Said Nursî, s. 123, Yeni Asya, 2013.
5) Lem’alar, Said Nursî, s. 21, Yeni Asya, 2013.
6) Tarihçe-i Hayat, Said Nursî, s. 155, Yeni Asya, 2013.
7) Kastamonu Lâhikası, Said Nursî, s. 85, Yeni Asya, 2013.
8) Sözler, Said Nursî, s. 761, Yeni Asya, 2013.
9) Kastamonu Lâhikası, Said Nursî, s. 205, Yeni Asya, 2013.
10) Lem’alar, Said Nursî, s. 390, Yeni Asya, 2013.
11) A.g.e., s. 220.
12) A.g.e., s. 240.
13) A.g.e., s. 498.
14) Tarihçe-i Hayat, Said Nursî, s. 1047, Yeni Asya, 2013.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*