Risale-i Nur’da bir cümlenin ögeleri

Bazen olur ki okuduğunuz kitaptan apayrı bir lezzet alırsınız, yalnız başınızayken.

Böyle adeta gürül gürül çağlarken taşar okuduklarınız sizden. Birileri daha duysun, birilerine de okuyayım isterseniz. Hani paylaşacağınız yeri o okumuş olsa bile… Farklı bir pencere ve başka bir sunum tarzıyla, onu/onları da bambaşka seyahatlere fikren götürmek, yolculuğunuzda size eşlik etsin isterseniz.

Özel okumamda karşıma çıkan Âyet’ül-Kübra’nın her biri birbirinden güzide ve kıymetli cümlelerinden biri bir başka heyecanlandırdı beni. İşte bu histen ve bu yüzden birlikte o cümlenin ögelerini inceleyelim, mantıksal bir çıkarım yapalım istiyorum:

“Seyahat-ı fikriyede bulunan o meraklı ve terakki ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu, bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken; hayvanat ve tuyur âleminin kapısı hakikat-bîn olan aklına ve marifet-aşina olan fikrine açıldı.” (Âyetü’l Kübra)

Özneden başlayalım. “seyahat-ı fikriyede bulunan o meraklı ve terakki ile zevki ve şevki artan dünya yolcusu” kısmı, kelimeler cümlenin öznesi.

Acaba dünya yolcusu olan bizler fikri seyahatlerde bulunup, bir şeyleri merakla tefekkür ederken, hem terakki edip hem de zevk ve şevkimiz artmıyor mu sizce de? Hatta bunun cisimleşmiş cem’i bir örneğini verecek olursak; okuma programlarındaki ders ve paylaşımlarda çıkan inkışaflarda keyfimiz, arzumuz, aşkımız had safhaya çıkıp da şu ândan hiç çıkmasak keşke hissiyatına girmiyor muyuz?

“Bahar bahçesinden bir bahar kadar bir güldeste-i marifet ve iman alıp gelirken” kısmı, cümlenin zarf tümleci.

Bu hazzı ve hissi, ilimlerin şahı ve padişahı olan iman ilminin deryalarına dalmışken, ya da mütalâalarımızda marifete dair konular işlerken apayrı yaşamıyor muyuz? Tıpkı zarfta okuduğumuz gibi, “güldeste-i marifet ve iman” marifet ve iman demetleri adeta gül destesinin miskü amberliğiyle bizi bizden almıyor mu?

Bu tatlı lezzeti ve muhabbeti Üstad Hazretleri 20. Mektup’ta şu şekilde belirtiyor zaten:

“İnsin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır.”

“hakikat-bîn olan aklına ve marifet-aşina olan fikrine”

cümlenin dolaylı tümleci.

Demek ki akıl: Hakikatbindir, hakikati anlar, hakikate inanır.

Bütün akıllar hakikatbin mi peki? Çevreyi eleştirecek olduktan sonra- ki bunda maalesef çok başarılıyız- kimse hakikatbin değil. Hatta çok sinirlendiğimiz oluyor bu hususta, “nasıl hakikati görmezler, niye hakikate uymazlar…” diye.

Peki biz hakikatbin miyiz? Ben nefsim adına çok parlak değilim açıkçası. Hepimizin muhasebesi de kendi adına…

Hakikati aramanın, ona ulaşmanın, ondan keyf almanın ve terakki etmenin yolu:

Yukarıdaki cümlenin nasıl, ne zaman sorularına aldığımız cevapla kaim ve mümkün. Yani zarfı yakalamalıyız, zarfı uygulamalıyız.

Neydi zarf:

“İman ve marifet.”

Hani şu “İnsaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı” olan Allah’a iman içindeki marifetullah.

Okumuş olduğum cümlenin geçtiği yer olan Âyet’ül Kübra’da bu zarfa “tefekkür” tarikiyle ulaşılmıştır.

Bir saati bir sene ibadet hükmüne geçebilen tefekkürle. Sanıyorum bize de tavsiye niteliğinde…

Hatice Sevde Yeni

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*