Risale-i Nur´da ihtira delili

İlm-i kelamda kullanılan Allah’ın varlığını ve birliğini ispat delillerinden birisi de ihtira delilidir. İhtira kelimesi tek başına kullanıldığı gibi ihtira ve ibda’ şeklinde de kullanılmaktadır. İhtira, kelime olarak, evvelce bilinmeyen bir şeyi keşfetmek, icat etmek şeklinde kullanılmaktadır. Edebiyatta ise, daha önce hiç kimse tarafından kullanılmamış olan tabir ve mazmunları kullanmak şeklinde tarif edilmektedir.

İbda’ ise, İzhar etmek, bir yerden diğer bir yere çıkmak, harika şekilde yaratmak, daha önce hiç benzeri görülmemiş bir şey yapmak manalarında kullanılmaktadır.

Terim olarak ihtira ve ibda’ ise, Cenab-ı Hakkın âletsiz, maddesiz, zamansız, mekânsız olarak geçmişte bir benzeri olmayan şeyi yaratması ve icat etmesidir. Yaratmaya temas eden ayetlerin hemen hepsinde bu manalar doğrudan veya dolaylı bir şekilde mevcuttur.

“Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var:

“Biri ihtirâ’ ve ibdâ’ iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım herşeyi de hiçten icad edip eline veriyor.

“Diğeri inşa ile, san’at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır.” (Asây-ı Mûsâ, s. 222) (Lem’alar, s. 316)

Mutlak kudret sahibi olan Allah, hem ibda suretinde hem de inşa suretinde yaratıyor. Yoktan var ediyor ve var olanı da yok ediyor. Bu durum, kâinatta cari olan umumi bir kanundur. Her baharda üç yüz binden fazla nevilerin ve hayat sahiplerinin şekillerini, sıfatlarını, keyfiyet ve ahvallerini hiçten ve yoktan var ediyor ve miadını dolduranlarını da şehadet âleminden, şu görünen dünyadan çekip “Hafîz” isminin harimine alıyor.

“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız. O Rabbiniz ki, yeryüzünü size bir döşek, gökyüzünü bir dam yaptı. Gökten de size bir su indirip onunla türlü meyvelerden ve mahsullerden size rızık çıkardı. ” (Bakara Sûresi, 2/21-22)

Birinci ayetteki “Sizi ve sizden öncekileri yaratan…” tabirinde ihtira deliline işaret edilmektedir.

Cenab-ı Hak, şu âlemde bulunan her nev’e ve o nevilerin her ferdine, kendilerine has bir vücut vermiştir. Her varlık hem özel hem de müstakil bir vücuda sahiptir. Allah’ın hususi bir eseridir. Zat-ı Akdes’ine layık kemâlâtına mehaz ve kaynak olarak yaratılmıştır. Esma-i Hüsna’sına aynalık etmektedirler. Hepsi de hâdistir, yani sonradan yaratılmışlardır. Teselsül olarak da ifade edilen sonsuza doğru uzanıp giden bir fert ve nevi yoktur. Hepsi imkân dairesinin sınırları içindedir. Çünkü teselsül aklen ve dinen mümkün değildir. Hal böyle olunca bu fertlerin ve nevilerin hiç biri vücub dairesine çıkmamışlardır.

Şu âlemde görünen tagayyür ve tebeddül, bir kısmının sonradan meydana geldiğini (hudûsunu) göstermektedir. Bir kısmının da hudûsu, zaruret-i akliye ile sabittir. O halde şu âlemde yaratılan hiçbir şey ezeli değildir.

Bitkiler ve hayvanlar âlemi ile meşgul olanlar, bu sahanın uzmanları, bu nevilerin sayısının iki yüz bine ulaştığını ifade ediyorlar. Bu nevilerin her birisinin birer evvel babaları, insan nev’indeki gibi “âdem” babaları vardır. Bu evvel babaların hepsi de mümkinattan olmaları ve ilk olmalarından dolayı vasıtasız olarak kudret-i İlahiye ile meydana geldikleri bir zarurettir. “Çünkü bu nevilerin teselsülü, yani sonsuz uzanıp gitmeleri bâtıldır. Ve bazı nevilerin başka nevilerden husule gelmeleri tevehhümü de bâtıldır. Çünkü, iki neviden doğan nevi, alelekser ya akîmdir veya nesli inkıtaa uğrar, tenasül ile bir silsilenin başı olamaz.”

“Hülâsa: Beşeriyet ve sair hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei, en başta bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitecektir.

Evet, şuursuz, ihtiyarsız, câmid, basit olan esbab-ı tabiiyenin bütün akılları hayrette bırakan o envâ silsilelerinin icadına kabiliyeti olduğu, daire-i imkândan hâriçtir. Ve keza, kudret mu’cizelerinden birer nakş-ı garip ve birer san’at-ı acip taşıyan o envâın ihtiva ettikleri efradın da, ihtirâ ve yaratılışlarını o esbaba isnad etmek, yalnız bir muhâlin değil, muhalâtın en hurafesidir. Binaenaleyh, o silsileleri teşkil eden envâ ile efrad, hudûs ve imkân lisanıyla, Hâlıklarının vücub-u vücuduna kat’î bir şehadetle şehadet ediyorlar. (İşârâtü’l-İ’câz, s. 200-202)

Benzer konuda makaleler:

2 Yorum

  1. Kıymetli Hemşehrim, Ali hocam. Çok güzel bir sayfa hazırlamışsınız. Allah razı olsun.

    • Teşekkür eder dualarınızı beklerim. Gayret bizim, himmet Risale-i Nurdan.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*