Risale-i Nurda imkan delili

İmkan kelimesi, sözlükte mümkün olmak, olacak halde bulunmak olarak ifade edilmektedir. Bir mantık terimi olarak ise, “mütesâviyü’t-tarafeyndir”. Yani, varlığı ve yokluğu eşit seviyede olan demektir.

Yaratılmış olan, sonradan meydana gelen bütün varlıklar için bu kaide geçerlidir. Eğer bir varlık yaratılmış ise, onu yokluk ile varlık arasındaki eşitlikten çıkarıp varlık sahasına intikal etmesi, bir tahsis edicinin, bir yaratıcının tahsis ve tercihi ile olacaktır. İmkan, dengede duran bir terazinin iki kefesi gibidir. Kefelerden birinin yukarı, diğerinin aşağı inmesi için ona sebep olacak bir ağırlığın kafelerden birine dahil olması ile mümkün olacaktır.

İmkânın çeşitleri var.

1. İmkân-ı aklî. Bir hadise, eğer imkân-ı aklî dairesinde olmazsa reddedilir. Yani akıl tarafından varlığı veya yokluğu anlaşılıp kabul edilebilirse o zaman bu imkân dâhilindedir denilir. Van gölünün varlığını biliyoruz. Van ili sınırları içinde olduğunu da biliyoruz. Bu gölün bir deprem ile batması imkân dâhilindedir. Geçmiş zaman içinde benzer batma örnekleri vardır. Öyleyse bu mantık hükmünün aklen kabul edilebilir bir hüküm olduğu anlaşılır.

2. İmkân-ı örfî. Emsaline pek az da olsa rastlanan harika bir âdet veya keramet gibi şeylere de imkân-ı örfi denir. Mesela, kırk günde bir defa yemek yiyen Ahmet Bedevi Hazretlerinin bu durumu hem imkân-ı akli, hem de imkân-ı örfi sınırları içindedir ve onun bir istiğrak hali veya kerameti olabilir. Bu her zaman meydana gelmez. Ancak tarihte benzerleri vardır ve olması imkan dahilindedir.

İmkân-ı örfi dairesinin üstüne çıkan şeyler ise mucize olur. Peygamber Efendimizin (a.s.m.) ayı ikiye bölmesi, miraca çıkması, ümmi olduğu halde Kur’an gibi bir belagat mucizesi ortaya koyması gibi.

3. İmkân-ı âdî. Zatında daima mümkün olan, her zaman olabilen, olmasında bir mânia bulunmayan şeylere de imkân-ı âdi denir.

Risale-i Nurlarda imkan delilinin fevkalade güzel izah ve yorumları vardır. Kelam ulemasının izahlarının üzerine yeni bakış açıları ve yorumları ortaya koymaktadır. Kelam ulemasının görüşleri şöyle özetlenmiştir.

“Madem âlemde ve herşeyde tagayyür ve tebeddül var; elbette fânidir, hâdistir, kadîm olamaz. Madem hâdistir, elbette onu ihdas eden bir Sâni var. Ve madem herşeyin zâtında vücudî ve ademî bir sebep bulunmazsa müsâvidir; elbette vâcip ve ezelî olamaz. Ve madem muhal ve bâtıl olan devir ve teselsül ile birbirini icad etmek mümkün olmadığı kat’î burhanlarla ispat edilmiş; elbette öyle bir Vâcibü’l-Vücudun mevcudiyeti lâzımdır ki, nazîri mümteni, misli muhal ve bütün mâadâsı mümkün ve mâsivâsı mahlûku olacak.” (Asa-yı Musa, s. 170)

Bu ifadeler biraz açılacak olursa, tagayyür ve tebeddül kanunu, mahlûkatın tamamı üzerinde hükmünü icra ve ifa etmektedir. Öyleyse mahlûkat sonradan yaratılmıştır. Onu kendi cinsinden birisi meydana getiremez. Öyleyse onu meydana getiren Vacibü’l-Vücut, benzeri olmayan, kendisinin dışındaki her şeyin ise onun mahlûku olan bir zat bütün bunları yaratacak ve varlık sahasına getirmiş olacaktır. “İşte her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.” (Mü’min, 40/62)

Çünkü her şey, büyük olsun küçük olsun, yerden göğe kadar, zerrelerden gezegenlere kadar bütün varlıkların kendilerine özel bir zatı, kendilerine tahsis edilmiş bir sureti vardır. Diğer bütün varlıklardan kendisini ayırt eden bir şahsiyeti ve kendine özgü sıfatları vardır. Kendilerine has hikmet ve ölçüleri olan keyfiyetleri ve maslahatları vardır. Dünyaya gönderilirken bu hikmetli maslahatlarla gönderilmektedirler. Binlerce ihtimalin içinden seçilip o zata mahsus mahiyetleri ve nakışları dokumak, her varlığa özel olarak dokumak, bütün nevilerinden ve hemcinslerinden ayrı bir şekilde dokumak ancak bir Vacibü’l- Vücudun tahsis ve takdiri ile mümkün olur. Her varlığı hemcinslerinin tamamından farklı şekilde meydana getirmesi de özel bir tahsis ve takdir iledir. Bütün varlıkların bütün sıfatları da şahsa veya varlığa özel bir tahsis ve takdir ile yerleştirilmektedir. Sınırsız imkanat ve ihtimaller içinde, o hadsiz varlıklara hikmetlerle dolu cihazları takmak, her varlığın kendisine özel olacak şekilde yerleştirmek, her varlığın mahiyetine, hüviyetine, heyetine, suret ve sıfatına en uygun vaziyetleri vermek demektir. Bunu da ancak, “tahsis edici, tercih edici, tayin edici, ihdas edici bir Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve hadsiz kudretine ve nihayetsiz hikmetine ve hiçbir şey ve hiçbir şe’n Ondan gizlenmediğine ve hiçbir şey Ona ağır gelmediğine ve en büyük birşey, en küçük birşey gibi Ona kolay geldiğine ve bir baharı bir ağaç kadar ve bir ağacı bir çekirdek kadar suhuletle icad edebildiğine işaretler ve delâletler ve şehadetler, imkân hakikatinden çıkıp kâinatın bu büyük şehadetinin bir kanadını teşkil ederler.” (Asâ-yı Musâ, s. 171-172)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*