Risâle-i Nur´da sadık rüya örnekleri

Bediüzzaman’a göre rüyalar üç çeşittir. İkisi Kur’ân’ın ifadesiyle “Adğasü ahlam”dır. Yani karmakarışık rüyalardır. Tabir edilmeye değmez. Anlamları olsa bile önemsizdir.

Üçüncü rüya şekli ise, sadık rüyalardır. Sadık rüyaya salih rüya da denir. Bediüzzaman eserlerinde sadık rüya örneklerine yer verir. Ancak rüya ile amel edilmeyeceğini ve rüya yorumlarının zor olduğunu da belirtir. Çünkü rüyanın zahiri çok kötü olabilir. Ama gerçekte o rüya iyi çıkabilir. Veya bunun zıddı da olur. Rüya üzerinde fazla durmak, insanı karamsarlığa, üzüntüye ve ümitsizliğe sevk edeceğinden doğru olmaz.

Bediüzzaman ilk talebesi Hulusi Yahyagil’in bir rüyası için “Rüyanız mübarektir” şeklinde kısaca cevap vermiştir. “Hayallere karşı kapısı açık olan rüyaları, tahkikî bir surette söz konusu etmek, tahkik mesleğine pek uygun gelmez” demiştir. (28. Mektup, Birinci Risâle.)

Peygamberimiz (a.s.m.) “Güzel rüya bir müjdedir. o­nu Müslüman görür veya kendine gösterirler” diye buyurmuştur. Rüya ile ilgili bazı hadisler de şöyledir: “En sadık rüya, seher vakti görülen rüyadır.” “En doğru rüya, gündüz görülen rüyadır. Çünkü Allah bana vahyi gündüz bildirdi.” “Rüya üç kısımdır. Biri Allah’tan müjdedir. Biri nefsin konuşmasıdır. Biri de şeytanın korkutmasıdır. Biriniz hoşuna giden bir rüya görürse, dilerse o­nu anlatsın. Eğer hoşuna gitmeyen bir şey görürse, o­nu kimseye anlatmasın, kalkıp namaz kılsın.” “Uykuda yeşillik; cennet ve mutluluğa, deve korkuya, hurma rızka, süt İslâm fıtratına, gemi kurtuluşa, yük taşıma eleme, kadın görmek hayra, ip görme dinde sebata delâlet eder.”

“Sizden hanginiz en doğru sözlü ise o­nun rüyası da en doğrudur.”

Bediüzzaman, Peygamberimizin (asm) içinde bulunduğu rüyaları “sadık rüyalardan” saymıştır. Talebelerinin gördüğü bâzı sadık rüyalara eserlerinde yer vermiştir. Bir kaç tanesini anlatalım.

Birincisi: Risâle-i nur şakirdlerinden Rıza görüyor. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, câmide Hz. Ebû Bekiri’s Sıddık Radıyallahü anh’a emrediyor: “Çık hutbe oku!” Ebû Bekiri’s Sıddık koşarak minberin en yukarı basamağına kadar çıkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemâate der ki; “Bu söylediğim hakîkatlerin izahı Yirmi dokuzuncu sözdedir. Bu söz ruhun ebedî oluşu, melekler ve haşirden bahseder.”

Nur talebeleri imanla kabre girer

İkincisi: Risâle-i Nur şakirdlerinden Osman Nuri diyor ki, “Rüyamda, şemâil-i şerife muvafık, gâyet nûrani bir sûrette Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmı oturduğu yere dayanmış bir vaziyette gördüm. Bu anda bir sadâ geldi ki, Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın bir yaveri geliyor. Kapılar birden bire kendi kendine açıldı. Risâle-i Nur nâşirlerinin Üstadı olan zât içeriye girdi. Hz. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, Üstadımıza şefkatkârâne bir iltifat göstererek, dayandığı vaziyetten doğruldu. Ben de ağlayarak uyandım.

Üçüncüsü: Risâle-i Nur şakirdlerine köşkünü tahsis eden Şükrü Efendidir. Rüyâda o­na diyorlar ki; “Senin o köşküne Hz. Peygamber Aleyhisselâm gelmiş.” O da koşarak gidip, Hz. Peygamber Aleyhisselâtü Vesselâmı çok nûranî ve sürurlu bir halde bulup ziyaret etmiş.

Dördüncüsü: Risâle-i Nur şakirdlerinden Nazmi’dir. Rüyasında o­na diyorlar ki; “Risâle-i Nur şakirdleri îmansız ölmezler, kabre imanla girerler.” (Nursi, B. Said. S. Tasdik-i Gaybî, Y.A.N., s.23, Almanya 1994)

“Risâle-i Nur şakirdlerinin merkezi olan Şükrü Efendi’nin köşkünün komşusu seksen yaşında muhterem Ali Osman Çavuş nâmında bir zât, Risâle-i Nur nâşirlerine hücum, zamanından bir gün sonra rüyasında görüyor ki, güneş ile kamer, beraber olarak köşkün içine girip parlıyorlar.

Diğer bir rüyada Keçeci Mustafa Efendi’nin hafidi Bekir yine hâdise-i elîmeden bir iki gün sonra, görüyor ki, güneş kıble tarafından çıkıyor. Şuââtı (ışıkları) içinde güneş şüzünde Risâle-i Nur nâşirinin sûreti temessül edip, aynen güneşin kursunda görünüyor.

Mütedeyyin bir kadın görüyor ki, semâvattan mübârek kâğıtlar yağıyor. soruyorlar; “Bu nedir?” Rüyada demişler: “Risâle-i Nur’un sahifeleridir.” Yani tabirce Risâle-i Nur, Kur’ân’ın tefsiri olduğu cihetle, vahy-i semâvî olan Kur’ân’ın semâvi ve ilhâmî bir tefsiridir. Yağmur gibi insanlara kesretli bir rahmettir.” (a.g.e., s.26.)

Bediüzzaman rüyaları hep hayra yorar

“KÂTİB OSMAN’IN RÜYÂSINA ÂİT BİR FIKRASIDIR”

Bediüzzaman’ın talebelerinden Kâtib Osman’ın Berât gecesinde gördüğü bir rüya da şöyle anlatılır:

“Şabân-ı şerifin o­n beşinci Cumartesi Leyle-i Berât gecesi, rüyamda büyük berrak, küçük bir deniz olan, bir göl sahilinde İngiliz veyahut Alman’la biz, yani Türk hükümeti harp ediyormuş. Harb esnâsında semâdan bir karartı zuhur etmeye başladı. ‘Acaba bu semâdan inen nedir?’ diye hepimizin nazar-ı dikkatini celp etti. Yakınlaştıkça bir insan ve sonra üzeri ihramlı yüzü bir parça esmer başı beyaz ve büyük tülbend ile sarılı bir kadın şeklini alarak, gölün ortasında, hemen ineceği zaman derhal oraya bir mermerden minber yapılarak minberin üzerine indi. Sonra zât-ı âlinizden gelen umum mektupları okumaya başladı. Her iki tarafta sükûnet hasıl oldu. Okuduğu mektupları herkes can kulağı ile dinledi. Sonra nihayetinde ‘Evet, Hazret-i Kur’ân-ı Azîmüşşânın ahkâm-ı şer’iyesince amel ederseniz, yakayı kurtarırsınız. Eğer Kur’ân-ı Azîmüşşânın ahkâm-ı şer’iyesine riayet etmezseniz, hepiniz mahv-ü perişan olacaksınız’ diye söyledi. Sonra evime geldim. Bizim R’e’fet Beyle Rüşdü efendi bizim eve geldiler, bendenize dediler: ‘Bu sırrı sen mi ifşâ ettin? Bu mektuplar minber üzerinde okundu.’ Bendeniz de cevaben ‘Hayır kardeşlerim, bu sırrı siz anlamadınız mı? Bu gelen zât, semâdan geliyor, bu mektupları oradan getiriyor. ben kim oluyorum ki o havâdisi oraya çıkarayım?’ diye o­nlara söyledim. Sonra bunlara bir hediye ikram edeyim diye baktım, evimizin deliğinde dört top helva gördüm. Birisini birine diğerini öbürüne ve iki tanesini de kendim yedim. Ağzım tatlı olarak uyandım.

“İnşâallah, Leyle-i Berât hürmetine ve duânız, bereketiyle hakkımızda mübarektir; lütfen tabirini beklemekteyiz.” (Nursî, B.Said. S.T.Gaybi Y.A.N. s. 48. Almanya 1994)

OLAYLARIN KÖTÜYE YORUMLANMASI YASAKLANMIŞTIR

Sadık bir rüya gören Kâtib Osman Bediüzzaman’dan yorumunu beklemektedir. Bediüzzaman “Aziz, sıddık, mübarek, kahraman kardeşlerim” diye yazdığı bir mektubunda Kâtib Osman’ın, Rüştü’nün rüyalarını birden yorumlar. Rüyaların hakîkate işâret ettiklerini, mübarek olduklarını ve müjde verdiklerini belirtir. Bediüzzaman rüya tabiri yaparken, rüyaları hep hayra yorar, karamsar ve ümitsizliğe sevk edici tabirlerden kaçınır. Böyle yapmak sünnettir. Rüyaların yorumlarıyla da talebelerine aşk, şevk ve ümit aşılar. Risâle-i Nur’un metodlarından birinin “şevk-i mutlak” olduğunu eserlerinde açıkça ifade eder. Risâle-i Nur’un makbul, matlub ve kıymetli oluşunu nazara verir.

Sikke-i Tasdik-i Gaybî eserinde anlatılan birkaç rüyânın yorumunu Bediüzzaman’dan dinleyelim:

“Kâtib Osman’ın hakîki rüyâsı elhak büyük bir hakikate işaret veriyor; mübarek ve müjdelidir. Rüşdü’nün rüyâsında, Peygamberimizin (a.s.m.) emriyle Hazret-i sıddık (r.a.) minberde Yirmi Dokuzuncu Sözü hutbesinde göstermesi gibi; o gökten inen hûriye de lâhikayı, hutbe olarak okunası Risâle-i Nûr’un makbuliyetine güzel bir işarettir.” (Nursî, B. Said. Kastamonu Lâhikası, Y.A.N.s. 66. Almanya 1994)

Zaten İslâmda teşeüm yoktur, aksine tefeül vardır. Yani, olayların rüyaların hayra, güzele ve müjdeye yönelik yorumlanması vardır. Buna “tefeül” denir. Olayların kötüye yorumlanılması ve insanın karamsarlığa sevk edilmesine de “teşeüm” denir. Teşeüm, oldukça zararlıdır ve yasaklanmışıtır.

Bediüzzaman, talebelerinin görmüş olduğu rüyaların yorumlarının doğruluğunu o­naylar ve şöyle der: “Hacı Osman’ın mektubu ve mektuptaki rüyaları mânidar ve ettiği tabir de doğrudur.” (A.g.e. s.71)

“BU BENİM TALEBEMDİR” DEYİP ZEBANİLERDEN KURTARDI

“Abdi Kaplan isimli bir nur talebesi arkadaşı Şakir’i rüyasında görür. Şakir’i zebaniler tutmuş cehenneme doğru götürmektedirler. Üstad Bediüzzaman tam bu sırada Şakir’in imdadına Hızır gibi yetişir. ‘Bırakın o­nu, o benim talebemdir’ der. Zebaniler de bırakırlar.” (Kargılı Fedakâr Nur talebeleri yazı dizisi. Şaban Döğen, 20.06.2001, Yeni Asya)

Allah’ın izni ile şefaat haktır. Büyük âlimler, Allah yolunda olan talebelerine kıyamet günü yardım edeceklerdir. Yukarıdaki sadık rüya da bunun güzel bir örneğidir.

ANTALYA MÜFTÜSÜ SEMADA SAİD İSMİNİ GÖRDÜ

1935’li yıllarda bırakın Kur’ân okumayı, cami odalarında Kur’ân bulundurmak bile yasak. Bediüzzaman’a selâm verenler içeri alınıyor, hapse atılıyor.

“1935 yılında Antalya Müftüsü Ahmed Hamdi Okur (Çil müftü) sadece Üstada “selâm” gönderdi diye tutuklanır. Müftü efendinin bilekleri o kadar kalındır ki, kelepçeler bileklerini kavramaz. Ellerini çamaşır ipiyle bağlarlar. Birinci Dünya ve Kurtuluş Savaşında üstün hizmetler yapan bu kahraman hocayı Üstadla birlikte Eskişehir hapishanesine atarlar. Müftü efendi bir gece rüyasında gökyüzünde SAİD yazılı olduğunu görür ve hapishanede Bediüzzaman’la bulunmaktan büyük bir şeref duyduğunu ifade eder.” (Son Şahitler, N. Şahiner. s.154.)

MEKTUPLA TABİR EDİLEN SADIK BİR RÜYA

Risâle-i Nur’da yorumları yapılmış sadık rüyalardan söz edilir. Bu rüyalardan birisi şöyle anlatılır: Bediüzzaman’ın hizmetkârlarından Ali, rüyasında Bediüzzaman ve talebelerinden Hüsrev’i, Peygamberimizin (asm) huzurunda görür. Rüyada Bediüzzaman ve talebesi Hüsrev, Peygamberimizin(asm) mübarek elini öperler.

Hüsrev Bediüzzaman’ın hem talebesi ve hem de çok güzel yazısı ile Risâle-i Nurları yazan kâtibidir.

Bediüzzaman bu rüyayı dinleğinde ansızın bir mektup alır. Mektubda rüyanın yorumu vardır. Zira olaylarda tesadüf yoktur. Eşya, hayvanlar, kuşlar hava ve kâinatla alâkası bulunan bir tefsirin tevafuklarla dolu olması oldukça önem arz eder. Böyle kıymetli bir tefsirin rüya-i sadıka ile de ilgisi elbette olacaktır.

Mektupta rüyanın tabiri anlatılır. Bu sadık rüyada Bediüzzaman’ın: ‘Bu acip asırda, ehl-iman Risâle-i Nûr’a ve ehl-i fen ve mektep muallimleri Asâ-yı Mûsa’ya şiddetle muhtaç oldukları gibi, hâfızlar ve hocalar dahi Zülfikâr’a şiddetle muhtaçtırlar.’ (Nursî, B.Said, Asâ-yı Mûsa, Y.A.N. s.9 İst. 1994) dediği eseri hacılar Peygamberimizin(asm) kabri üzerinde görürler. Bu eser (Asâ-yı Mûsa) Hüsrev’in güzel hattı ile yazılmıştır. Bediüzzaman, bu rüyadan, Peygamberimizin(asm) “kendisinden, Risâle-i Nur hizmetinden ve talebesinden razı olduğu” hükmünü çıkarır.

Şuâlar isimli eserde Bediüzzaman, “Müjdeli ve tâbiri çıkmış lâtif bir rüyâ” başlığı altında rüya olayını bizzat kendisi şöyle anlatır: “Bana hizmet eden Ali geldi, dedi; “Ben rüyada gördüm ki, sen Hüsrev’le beraber Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın elin öptün.”

“Birden, bir mektup aldım ki Hüsrev’in hattı ile yazılan Asâ-yı Mûsâ mecmuasını kabr-i Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm üzerinde hacılar görmüşler. Demek benim bedelime, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın mânevî elini, Hüsrev, kaleminin vasıtasıyla öpmüş ve rızâ-i Nebeviyeye mazhar olmuş.” (Nursî, B.Said. Şuâlar Y.A.N. s. 420. Almanya 1994)

TABİRİ YAPILMIŞ BİR RÜYA

“Risâle-i Nur Şakirdlerinden olmayan ve bizimle zihnen meşgul olmayan bir rüyada görüyor ki: Isparta’nın altındaki ovada çok ormanlar bulunuyor. Kuvvetli bir sel geliyor, bu ormanın çok ağaçlarını deviriyor. Birden bire bir zelzele-i arz oluyor, Risâle-i Nur nâşiri, elbisesiyle heybetli bir sûrette yer yarılıp çıkıyor. O da korkusundan uyanıyor.

Bu ibretli rüyanın tabiri hemen aynı sayfanın haşiyesinde ve devamında şöyle tabir ediliyor:

“Demek bu geçen sene zelzele, yani İzmir zelzelesi, Risâle-i Nur’un dirilmesine ve meydana çıkmasına bir emaredir ve rüyayı tabir ediyor. Evet, o zelzeleden evvel Risâle-i Nur defnolunmuş gibi gâyet gizli perde altında intişar ediyordu. Zelzele başladıktan sonra eski elbise-i fâhiresiyle meydan-ı zuhura çıktı.

“İki gün sanra Risâle-i Nûr’u tatil ve mânen toprağa defnetmek niyetiyle küre-i arzı titretecek derecede bir hata ile Risâle-i Nûr’un eczâlarını evrâk-ı muzırra nevinden taharrî edip, toplayıp, merkez-i hükûmete, tâ dahiliye vekâletine gönderir. Hiçbir daire kanunca mucib-i muâheze ve mes’uliyet (sorumlu tutma ve cezalandırma gereği-sebebi) birşey Risâle-i Nûr’da bulamadığından, o mânevî zelzele içnde öldürdük, defnettik zannettikleri Risâle-i Nur dirilip, yer yarılıp meydana çıktığı gibi; yine rüyâ işaret ediyor ki, bir zelzele-i azime ve bir sel içinde Risâle-i Nur bu vatan ve millete bir halaskâr (kurtarıcı), bir müncî (Kurtarıcı) sûretinde musibetzedelerin imdadına yetişecek.” (Nursî, Bediüzzaman Said, S.T.Gaybi Y.A.N. s.27 Almanya 1994)

Maddî deprem musibetine uğrayanları Risâle-i Nur teselli etmiştir. Zayi olan para ve malın sadaka hükmünde olduğunu, ölenlerin şehid hükmünde olduğunu müjdelemiştir. Yine Risâle-i Nur, akıl, kalb, ruh ve vicdanı iman hakikatleriyle doyurmuş ve taklîdî îmanı tahkîkî imana çevirmiştir. Okuyucularını iki dünyada da mutlu ve umutlu etmiştir. Ruhlardaki mânevî huzursuzluk depremini sükunete kavuşturmuştur. Nuh’un gemisi gibi, kendisine sığınanları imansızlık tufanından kurtarmıştır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*