Risale-i Nur’da tevafuk ve tevafukat-ı gaybiyeler

Risale-i Nur’un bir çok yerinde tevafuk örneklerine rastlamak mümkündür.

Hatta kendimiz dahi hizmetlerle meşguliyetimiz nisbetinde bu tevufuklarla karşılaşırız. Risale-i Nur’a baktığımızda Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin bu konuya çok önem verdiğini ve bunları bir tahdis-i nimet olarak anlattığını görürüz.

Ezcümle Lem’alar’da “Cenâb-ı Hakk’a yüz bin şükrediyorum ki, bana hem büyük bir teselli, hem dâvâma büyük bir delil gösterdi. Ve tevafukun beş altı nev’i bize ve mesleğimize medar-ı imtiyaz ve vesile-i teşvik olarak verilmiş. Ve her me’yusiyet ve gevşeklik zamanımızda bir kamçıyı teşvik ve bir keramet-i hizmet-i Kur’âniyeye medar bir tevafuk-u lâtife imdadımıza yetiştiği gibi” denilmiştir.

Ayrıca Kastamonu Lâhikasında da bu konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Bu günlerde, tefsirin Onuncu Sözün tevafuklarına baktım. Kendi kendime dedim ki: Bu ziyade tafsilat israftır, ehemmmiyetli meseleler çoktur; vakit zâyi olmasın. Birden ihtar edildi ki: O tevafuk altında çok ehemmiyetli bir mesele vardır. Hem madem tevafukta bir inayet-i hâssa ve iltifat-ı Rahmânî Risale-i Nur’a karşı tezahür etmiş, o iltifata karşı hiss-i şükran ve memnuniyet ve müteşekkirane sevinç ne kadar ifratkârane olsa israf olmaz.

Birincisi: Herşeyde -ne kadar cüz’î de olsa- bir kast ve iradenin cilvesi bulunmasıdır; tesadüf, hakikî olarak olmamasıdır. Evet, kesretin en küçük dağınık ve en ziyade tesadüfe verilen kelimattaki hurufatın vaziyetleridir. Hususan kitabette, madem hiç münasebeti olmayan ve ihtiyar-ı beşerî karışmayan hurufatın vaziyetlerinde bir tenasüp, bir nizam bulunuyor; elbette bir irade-i gaybiye tahtında vaziyetler veriliyor. (…) Elbette tevafuka dair tafsilât, tasvirat, fiilî teşekküratın bir nev’idir ve sevincin ve minnettarlığın heyecanlı tereşşuhatıdır. 1

Üstadın talebelerinden Hafız Tevfik, Hilmi, Kâmil, Hayri ve Mehmet Feyzi’nin ‘gözümüzle gördük’ diyerek tasdik ettikleri ve Üstad Hazretleri’nin de ‘Evet, ben de tasdik ediyorum’ diye sonuna not yazdığı bir mektupta tevafuk konusuyla ilgili olarak şöyle denilmiş: “Ahmed Nazif’in bu defa çok meşgaleler içinde yazdığı, yalnız On Dokuzuncu Mektubda (Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) tevafukunun mecmuu, dokuz bin sekiz yüz otuz üç adede baliğ olduğunu gördük; o mektuubdaki mu’cizat-ı Ahmediyenin (asm) bir kerametidir diye hükmettik.” 2

Aynı mektubun devamında “Tevafuk, Risale-i Nur’un kerametinin bir madeni bulunduğuna pek çok emarelerden bu bir iki üç gün zarfında, küçük ve lâtif, fakat katı kanaat veren cüz’î hadiselerin tevafukunda gözümüzle gördüğümüz inayet-i Rabbaniyenin nümunelerinden beş altısını beyan ediyoruz.”

Mektubu şu şekilde bitmektedir: ”Risale-i Nur dairesi içinde dikkat edilirse herkes kendi nefsinde, hizmet derecesinde, böyle nümuneleri görebilir.” 3

Üstadımızın ve Risale-i Nur’un ciddî hakaikleri içinde en tatlı bir fâkihesi [meyvesi] tevafuk olduğu için, kardeşlerimize, yine bu iki gün zarfında küçük bir iki tevafuku, size bundan evvelki tevafuka haşiye olarak yazıyoruz. Evet, nasıl ki kelimatta ve kelimat-ı mektubede tevafuk, bir kast, bir inayet-i hususiyeyi gösteriyor. Bazan harika olup keramet derecesine çıkıyor. Bazan lâtif bir zerafet veriyor; aynen öyle de, Risale-i Nur’a ait ve Üstadımıza ait hadisatta da aynen kasti ve inayetkarane tevafuku, akvaldeki o ef’alde dahi görüyoruz.4

Üstad Hazretleri bu konu ile ilgili olarak Barla Lâhikası’nda şunları yazmıştır: “Şuurumuz ve ihtiyarımızdan hariç bir kısım inayata mazhar oluyoruz. Öyle ise, o inayetleri bağırarak ilân etmeye mecburuz. İşte geçmiş “Yedi Esbab”a binaen, küllî birkaç inayet-i Rabbaniyeye işaret edeceğiz. (…)

“Ezcümle, Mu’cizât-ı Ahmediye Mektubatında, Üçüncü İşaretinden tâ On Sekizinci İşaretine kadar altmış sayfa, habersiz, bilmeyerek, bir müstensihin nüshasında, iki sayfa müstesna olmak üzere mütebâki bütün sayfalarda, kemâl-i muvazenetle, iki yüzden ziyade Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimeleri birbirine bakıyorlar. Kim insafla iki sayfaya dikkat etse, tesadüf olmadığını tasdik edecek. Halbuki, tesadüf, olsa olsa bir sayfada kesretli emsal kelimeleri bulunsa, yarı yarıya tevafuk olur, ancak bir iki sayfada tamamen tevafuk edebilir. O halde böyle umum sayfalarda Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesi, iki olsun, üç olsun, dört olsun veya daha ziyade olsun, kemâl-i mizanla birbirinin yüzüne baksa, elbette tesadüf olması mümkün değildir. Hem sekiz ayrı ayrı müstensihin bozamadığı bir tevafukun, kuvvetli bir işaret-i gaybiye, içinde olduğunu gösterir.5

Üstad Hazretleri mektubun devamında, “Elbette böyle mübarek bir cemaatte, tevafukat-ı gaybiyeden daha ziyade kuvvetli bir işaret-i gaybiye var ben görüyorum; fakat herkese ve umuma gösteremiyorum.” demektedir.

Re’fet Bey, Barla Lâhikası’nda yer alan ve Üstad Bediüzzaman’a yazdığı bir mektubunda ise şöyle demektedir: ”Madem şimdiye kadar böyle hakikatler hiçbir eserde görünmemiş ve işitilmemiştir; yazılması çok muvafıktır. (…) Hülâsa, tevafukat ve rumuzat-ı Kur’âniye, tebşirat-ı azîmeyi ihtiva etmesi itibarıyla, kemal-i hassasiyetle takip ve tetkik olunmaktadır.” 7

Mustafa Sabri ise bu konu ile ilgili Üstad Said Nursî’ye yazdığı bir mektubunda şöyle der:
“Üstad-ı Âzam Efendim Hazretleri. Bu defa hoş ve lâtif tevafukatıyla nuranî yolculara dest-i mânevîsini uzatarak, ziyâdar parmağıyla “Bizler başıboş, gelişi güzel serpilmiş şeyler değiliz. Belki muvazene-i tâmme ve tevafuk-u hakikiye ve bir kıyâs-ı kat’iye ile inkişaf ve temevvüc eden kitab-ı semâviyye-i Kur’âniyenin misalsiz birer yıldızlarıyız” diyerek, bâlâsı zîrine, sağı soluna eyâdî-i mânevîsiyle musafaha ve mukabele edercesine tevafukatı müşahede edilen Kitab-ı Mübînin lemeât ve tereşşuhatının tevafukatı, Onuncu Sözde dahi müşahede edildi.“ 8

Üstad Hazretleri Hüsrev ve Rüştü’ye hitaben yazdığı bir mektubda ise şeyle demiştir: “Münasebat-ı tevafukiyeye dair işaretler, mutlak ve mücmel ve küllî surette sünûhat-ı ilhamiyedir.” 9

Sonra bu işte öyle bir muvaffakiyet ve teshilât göründü ki, şüphe bırakmadı ki, burada bir sır var. Nazar-ı dikkati celb etti. Dikkat ettik ki, evvelki mektupta size yazdığımız gibi, İstanbul’da oturan bir adam, üç defa buraya misafireten gelerek, onun eliyle Nuh Beyin üç defa mektup telgrafı elime geçiyor. Ve en sevdiğim Hulûsi Bey ve Molla Abdülmecid ve Molla Hamid ve Hoca Abdülmecid Efendilerin selâmları ve isimlerini bir mektupta, yine o Mehmed Efendi geçen sene bana o getirdi. Dedim: Bu bir işaret-i inâyettir; bu tesadüfî değil. 10

Şu kubbe Mi’rac Risalesine bakıyor. Öyleyse, sair nevilerin dahi, risalelerin nevilerine işaret eder diye, dikkat ettim ki, yedi nevi hurma gönderilmiş. Bir parçası büyükçe, otuz üç tane kadar. Fesübhânallah, dedim, yedi nev’i göndermekte ne mânâ var? Birden kalbime geldi ki: İman-ı billâha dair yedi nevi ile aynı hakikat yazılmış, Van’a gönderilmiş. Dikkat ettim: Evet, mevzu vahdâniyet-i İlâhiye olduğu halde, Yirminci Mektupla sureti küçük, mânâsı pek büyük zeyliyle ve Yirmi İkinci Söz herbiri birer risale, Birinci Makam, İkinci Makamı ve Otuz İkinci Söz Üçüncü Mevkıfı ile evvelki iki mevkıf herbiri birer risale hükmünde ve Otuz Üçüncü Mektup, Otuz Üç Pencere ile yedi risaledir. O da aynen yedi nevi envâr-ı mârifetullahtan bir şems-i hakikatin ziyasındaki elvân-ı seb’a gibi bir mahiyet gösterdiğinden, Medine-i Münevverenin hediyesi içinde hakikat-i hurmadan yedi nevi Nuh Beyin eline verilip buraya kadar gönderilmesi, o yedi nura tevafukla bir makbuliyet işareti veriyor dedik, Allah’a şükrettik. 11

Mu’cizat-ı Ahmediye (asm) Risalesindeki tevafukla ilgili olarak Üstadımız şunları yazmış: “Saniyen: Bu defa bize yazdığın Mu’cizât-ı Ahmediye (asm) risalesi çok harika düşmüş. Kim ona bakıyor; bir zevk-i hakikî hisseder. Demek oluyor ki, mânevî, hâlis, samimî hisler, maddî nakışlar suretinde kendini hissettiriyor. Bu sırra ben muttali olduğum vakit, kardeşim Galip dahi aynı hisse iştirak etti. “Evet, bunun altında manevî tebessüm var” diye, senin hattını kendi hattına tercihle mukabele etti. 12

Üstad Hazretleri Onuncu Söz’le ilgili olarak da şöyle demiştir: “Bu zamanda gözle görünecek gayet cüz’î bir eser-i inayet, mânevî büyük kerametlerden daha tesirlidir. İşte bu cüz’î eser-i inayet, hem bana, hem sizin gibi kardeşlerime bir kolaylık temin ettiği için, ziyade ehemmiyet verdim. Madem bu Sözdeki tevafuk bize ve misafirlere çok faydalıdır ve hayırlı neticeler verir; elbette içinde bir inayet var. Âdî olsun, yüz emsali bulunsun, yine bize fevkalâde bir inayet, bir ikram-ı Rabbânîdir. 13

Yine On Dokuzuncu Mektubla ilgili olarak, ”Refet Bey, Senin çok antika iki mu’cize-i kudret, müzehânemi tezyin etti. Âdi zannettiğimiz şeylerde ne kadar hârikulâde işler bulunduğunu ihtar ediyorlar, şu On Dokuzuncu Mektupta ikinci, üçüncü cüz’ünde salâvat-ı şerifenin her sayfada birbirine bakması tesadüf işi olamaz” denilmiştir. 14

İktisat Risalesi’yle ilgili olarak da şu tevafuktan hahsedilmiştir: “İktisat Risalesi, birbirinden habersiz altı müstensihin yazdıkları altı nüshada, elif’lerin elli üç adedinde tevafukları, telif ve istinsah tarihi olan elli üçe muvafık gelmesidir. Sonra baktım ki, asıl müsvedde-i ûlâda çok çıkıntı ve tashihlerle beraber elli üç adet sırrını muhafaza ettiğini hayretle gördük. 15

Denizli Mahkemesi’nce Risale-i Nurlar’ın serbestiyetiyle ilgili bir tevafuktan ise şöyle bahsedilir: “Aziz, sıddık kardeşlerim, Katiyen şek ve şüphemiz kalmadı ki, bu hizmetimizin neticesi olan Risale-i Nur’un serbestiyetini değil yalnız biz ve bu Anadolu ve âlem-i İslâm alkışlıyor, takdir ediyor; belki kâinat memnun olup cevv-i sema, feza-yı âlem alkışlıyor ki, üç dört ayda yağmura şiddet-i ihtiyaç varken gelmedi ve Denizli de mahkemenin bilfiil teslimine karar vermesi, yine leyle-i Mi’racda aynen Risale-i Nur’un bir rahmet olduğuna işareten leyle-i Regaibe tevafuk ederek kesretli melek-i radın alkışlamasıyla ve rahmetin Emirdağ’ında gelmesi o teslim kararına tevafuk etmesi (…) Risale-i Nur’un da manevî bir rahmet ve yağmur olduğuna kuvvetli bir işarettir.” 16

Çekirge, serçe ve küddüs kuşlarıyla ilgili tevafuk: “Lâtif ve manidar bir tevafuktur ki, dünkü gün, masumların mecmuası elime geçti, açtım. O mecmuanın başında, o masumların bir kumandanı hükmünde ve medrese-i Nuriyenin kahramanlarından Marangoz Ahmed’in gayet ziynetli ve nakışlı ve dikkatli yazdığı Küçük Sözler, başında derc edilmiş gördüm. “Maşaallah Marangoz Ahmed, dedim, masumların çavuşu olmuş.” Aynı günde bir mektubu elime geçti, açtım. Marangoz Ahmed’in gönderdiğimiz mektupları arkadaşlara gecede okumak zamanında, iki çekirge mektubun başına gelip ta bitinceye kadar dinlemelerini gördüm. Birkaç gün evvel biz mektubu yazarken, iki güvercin, mektubun makbuliyetini ve müjdeci serçe ve kuddüs kuşlarının müjdelerini tasdik ettikleri gibi, marangozun iki çekirgeleri de güvercinleri ve müjdeci kuşları tasdik ederek, “Biz dahi Risale-i Nur u tanıyoruz diye” lisan-ı halleri ifade ediyor diye lâtif ve manidar tevafuk olmuş. 17

Üstada yazılan mektubdaki tevafuklar: ”Birinci tevafuk: Hakkımda teveccüh-ü ammeyi kırmak için bir yüzbaşı bana karşı beş vecihle kanunsuz hakaret ve ihanet ettiği aynı zamanda, belki aynı saatte, yüz tane böyle yüzbaşıdan ehl-i hakikat nazarında daha ehemmiyetli ve Risale-i Nur’un erkânından bir kardeşimiz, bu yeni mektubu, haddimden yüz derece ziyade ihtiram verip o gibi ihanetleri hiçe indirerek yazmış. Hem şakirtlerin erkân-ı mühimmesinden dört zat, aynı meseleye iştirak edip imza basmışlar. Ben de bu garip tevafukun hatırı için, mesleğime muhalif olan senakârane mektubu kabul edip tadil ederek Lâhikaya geçirdim ve size de müsveddesini gönderdim.” 18

Üstad Hazretleri manidar olarak gördüğü bir tevafuktan şöyle bahsetmektedir: “Çok aziz, çok sıddık ve sadık kardeşlerim ve Risale-i Nur cihetinde emin ve halis varislerim. Çok manidar ve kuvvetli bir tevafuk ve şakirtlerin sadâkatlerine delil, bir zahir keramet-i Nuriyeyi beyan etmeme bir ihtar aldım. Şöyle ki: Ben vasiyetnamemi yazdığım aynı zamanda, gizli münafıklar, benim itimad ettiğim hizmetçilerimi zabıta tarafından yanıma gelmekten men ettikleri aynı vakitte, fırsat bulup, tanımadığım birisiyle, sabık dokuz defadan daha tesirli bir zehir bana yutturdular. Hem aynı zamanda, Tonuslu ve âlim kardeşlerimizden ve buraya kadar geçen sene beni görmek için gelip görüşmeden giden Hoca Haşmet, Yozgat’tan buraya yazıyor ki: “Said vefat etmiş, Risale-i Nur’un yüz otuz risalesi muhafaza edilsin. Ta ki, ileride tab edeceğiz.” Hem aynı zamanda Halil İbrahim’in, vefatım hakkında bir hazin mersiye hükmündeki parlak mektubu, şakirtleri ağlattırdı. 19

Bir başka tevafuk şöyle anlatılır: “Lâtif bir tevafuktur ki, bir aydan beri burada hiç yağmur gelmiyordu ve kalbimiz dahi malûm taarruzdan Nurculara gelen füturdan ağlıyordu. Birden, Hüsrev’in, iki gün evvel makine müjdesi ve Nazif’in bugün tafsilli mektubu ve makinenin yazısının nümunesi elime verildiği aynı zamanda; ve bana hizmet edenler Eskişehir ezan-ı Muhammedi’yi okumaya başlaması ve malûm çavuşa bana ihanet için emr-i cebri veren adam tokat yediğini dedikleri aynı vakitte rahmet yağmuruyla çoktan ağlayan mahzun kalblerimizin büyük ferahlarına ve sevinç ve inşirahlarına tam tamına tevafuku ve tetabuku, inşaallah bir fa l-i hayırdır.” 20

Hafız Ali Abinin Üstadın bedeline vefatı ve Hasan Feyzi Abinin Üstadın yerine hastalanmasındaki tevafuk: “Hasan Feyzi’nin şiddetli ve tehlikeli hastalığını beyan eden bir mektubu, çok ehemmiyetli bir kardeşimiz olan Muharrem’den aldım. Kanaat-i katiyem geldi ki, Hasan Feyzi, aynen şehid Hafız Ali (rahmetullahi aleyh) gibi, benim musîbetimin kısm-ı azamını kendine alıp manevî bir fedakârlık eylemiş. Hafız Ali, benim bedelime birkaç emare ile berzaha gittiği gibi, bu Hasan Feyzi de aynı hastalığım zamanında, aynı vakitte, aynı müddette, aynı tarzda, aynı sıkıntılı dışarıya çıkmamakta tevafuku kuvvetli bir emaredir ki, bana çok acıyan ve şefkat eden o kardeşimiz, manen hastalığımı kısmen kendine aldı.” 21

Hafız Ali Ağabeyle ilgili başka bir tevafuk: “Hafız Ali kardeşim, Bir zaman Barla’da Cuma gecesinde duâ ederken, senin “Amin” sesini iki defa sarihan işittim. Arkama baktım, dedim: “Hafız Ali ne vakit gelmiş?” dediler: “O burada yoktur.” Ben şimdi o vakıadan diyebilirim ki, üç dört saat mesafeden duâma âminini işittirmesi, otuz günlük mesafeden buradaki zayıf dâvet ve duâma kuvvetli ve tesirli bir âmin hükmünde olan yazıların imdadıma yetişmesi çok mânidar bir tevafuktur. 22
“Ve Aydınlı Hasan Atıf’ın, Hafız Ali’nin mektubunun haşiyesinde yazdığı misli görülmemiş şu duâ, “Yâ Rab, güldür Said’i, ta gülmelerinden güller açılsın” diye pek garip fıkrası, Risale-i Nur’a onun sadâkat ve ihlâsının acip bir kerametidir ki, otuz günde bir defa gülmeyen o biçare Said, bir günde otuz defa güldüğünün yazılması ve size o mektubun gönderilmesi zamanına tam tamına tevafuk ediyor.” 23

Latîf bir tevafuk: Ahmed Nazif’in bu defa çok meşgaleler içinde yazdığı, yalnız On Dokuzuncu Mektupta (Mu’cizat-ı Ahmediye [asm]) tevafukatın mecmuu, dokuz bin sekiz yüz otuz üç adede bâliğ olduğunu gördük. O Mektuptaki mu’cizât-ı Ahmediyenin (asm) bir kerametidir diye hükmettik. 24

Câ-yı hayret ve medar-ı ibret bir tevafuk: İktisat Risalesini, üçü acemî olarak, beş altı ayrı ayrı müstensih, ayrı ayrı yerde, ayrı ayrı nüshadan yazıp, birbirinden uzak, hatları birbirinden ayrı, hiç elif’leri düşünmeyerek yazdıkları herbir nüshanın elif’leri, duâsız 51, duâ ile beraber 53’te tevafuk etmekle beraber, İktisat Risalesi’nin tarih-i telif ve istinsahı olan Rûmîce 51 ve Arabî 53 tarihinde tevafuku ise, şüphesiz tesadüf olamaz. İktisattaki bereketin keramet derecesine çıktığına bir işarettir. Ve bu seneye “Sene-i İktisat” tesmiyesi lâyıktır. 25

Mânidar bir tevafuk-u lâtife Risale-i Nur şakirtlerini itham ettikleri ve cezalarını istedikleri 163’üncü maddesine, Risale-i Nur Müellifinin medresesine 150 bin lira verilmesine dair lâyihanın, 200 mebustan 163 mebusun adedine tevafuk edip, mânen o tevafuk diyor ki: “Hükümet-i Cumhuriye’nin 163 mebusun takdirkârâne imzaları, 163’üncü madde-i kanuniyenin hükmünü, onun hakkında iptal ediyor. Hem yine mânidar tevafukat-ı lâtifedendir ki, Risale-i Nur’un 128 parçası, 115 parça kitap ediyor. Risale-i Nur’un şakirtlerinin ve müellifinin mebde-i tevkifi olan 27 Nisan 1935 tarihi ile, mahkemenin karar ve hüküm tarihi olan 19 Ağustos 1935 tarihi olmasına nazaran, 115 gün olup, Risale-i Nur kitapları adedine tevafuk etmekle beraber, istintak edilen, 115 suçlu gösterilen eşhasın da adedine tam tamına tevafuk ettiği gibi, gösteriyor ki, Risale-i Nur Müellifinin ve şakirtlerinin başına gelen musîbet, bir dest-i inâyetle tanzim ediliyor. 26

Risale-i Nur’un Isparta’ya rahmet olduğuna delâlet eden tevafuklar: “Isparta vilayeti, sekiz seneden beri Risale-i Nur’un müellifini sinesinde saklamıştı ve Barla gibi şirin bir nahiyesinde, Cenâb-ı Hakk’ın lütuf ve keremiyle muhafaza etmişti. Bu müddet zarfında yavaş yavaş intişar eden Risale-i Nur’dan, binler adam, Isparta’da imanlarını takviye ettiler. Bilhassa gençler pekçok istifade ve istifaza etti. Vaktaki Üstadımızın Barla gibi lâtif ve şirin bir mahaldeki sıkıntılı ve pek acılı ve en katı kalbleri ağlatan işkenceli esareti bitti; Risale-i Nur’un müellifi olan Üstadımızın nazarı, Cenâb-ı Hakk’ın inayetiyle, Isparta’ya müteveccih oldu. Evhama düşen bazı zalim ehl-i dünyanın teşebbüskârane harekât-ı zahiriyesi bir sebeb-i adi olarak, Üstadımız Isparta’ya getirildi. Fakat Üstadımızın teşrif ettiği zaman, yaz mevsiminin en hararetli zamanı idi. Yağmurlar kesilmiş, Isparta’yı iska eden sular azalmış, bir kısm-ı mühimminin menbaı kesilmiş; ağaçlar sararmaya, otlar kurumaya, çiçekler buruşmaya başlamıştı. Risale-i Nur’un en ziyade intişar ettiği mahal Isparta vilayeti olduğu için, Risale-i Nur’un şakirdleri olan bizler, acib bir vak’aya daha şahit olduk. Bu hadise ise, Risale-i Nur’un Müellifinin Isparta’ya teşrifini müteakip, bir asır içinde bir veya iki defa vukua gelen bu yaz mevsimindeki yağmurun kesretli yağması olmuştur. Pek harika bir surette yağan bu yağmur, Isparta’nın her tarafını tamamen iska etmiş; nebatata yeniden hayat bahşedilmiş, bağlar, bahçeler, başka bir letafet kesb etmiş, ekserisi hemen hemen ziraatle iştigal eden halkın yüzleri Risale-i Nur’un nail olduğu inayetten ve bereketinden olan bu yağmurdan istifade ederek gülmüş, ruhları inbisat etmişti.” 27

Risaletü’n-Nur hizmetinin bir kerameti de şöyle anlatılır: “Birkaç günden beri Üstadımızın ziyaretine gitmediğimizden, kardeşim Emin ile beraber Üstadımızın ziyaretine gittik.

İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra, bize emretti ki: “Size yemek yedireceğim, burada tayınınız var.” Mükerreren, “Yemezseniz bana dokuz zarar olur” dedi. “Çünkü yiyeceğinize karşı Cenâb-ı Hak gönderecek.” Yemek yemekten affımızı rica etmişsek de emretti: “Rızkınızı yiyin; bana gelir.” Emrini kırmamak için lütuf buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeye başladık. Daha sofrada iken ümit edilmeyen bir vakitte ve bir tarzda ve aynı miktarda, bir adam geldi yediğimiz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz miktarda-fındık kadar-tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam bir misli kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüb edilecek, hiçbir cihette tesadüfe mahal kalmayarak Risaletü’n şakirdlerinin rızkındaki bereket-i Rabbaniyeyi gözümüzle gördük. Üstadımız emretti: “İhsan on misli olacak. Halbuki bu ikram tamı tamına mislidir. Demek tayın ciheti galebe etti. Tayın temini ise mizan ile olur.” Sonra aynı akşamda sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz gördük ki: Ekmek on misli; tereyağı tatlısı, o da on misli ve kabak tatlısı, çok sevmediği için kabak, patlıcan turşusu on misli, memul hilâfında Risaletü’n-Nur’dan İkinci Şuânın bir hafta mütalâasına mukabil bir manevî ücret olarak geldi. Gözümüzle gördük. Demek kabak tatlısının tatlılığı, tereyağını un helvasına girdi, kendisi turşuda kaldı.”

Mehmet Bilgin

Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, 40.
2- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası,167.
3- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, 169.
4- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, 170-71.
5- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 14.
6- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 15.
7- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 66.
8- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 95.
9- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 98.
10- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 139.
11- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 140.
12- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 158.
13- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 169.
14- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 185.
15- Bediüzzaman Said Nursî, Barla Lâhikası, 197.
16- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, 43.
17- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, 61.
18- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, 120.
19- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, 122.
20- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, 151.
21- Bediüzzaman Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, 160.
22- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, 28.
23- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, 86.
24- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, 15.
25- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, 275.
26- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, 89.
27- Bediüzzaman Said Nursî, Sikke-i Tasdik-ı Gaybi, 45.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*