Risale-i Nur’la yüzleşmek gerekiyor

Son gelişen hadiseler üzerine uzaktan ve yakından birçok kişi ile Risale-i Nur hizmetleri, Bediüzzaman Said Nursî’nin mahiyeti ve konumu üzerine uzun süren sohbetlerimiz oldu.

Bu insanların bir kısmı şimdilerde mahiyeti ve şahsiyeti çok ciddî olarak tartışılan bir hocaya aşırı muhabbet besleyen insanlardı. Bir vesileyle tanıdığımız veya tanıştırıldığımız bu insanlar yaşanan hadiseleri de vesile yaparak sorular sordular. Bizler de özellikle Risale-i Nur’dan bu suallere cevaplar vermeye çalıştık. Üzülerek söylemeliyiz ki, bu insanlar Risale-i Nur’dan uzak tutulmuş. Hatta Risale-i Nur’da olmayan ve Bediüzzaman Said Nursî’ye izafe edilen yalan-yanlış bilgilerle doldurulmuş. Meselâ bu kişiler Risale-i Nur’da şu ifadelerin olduğunu ve Bediüzzaman’ın aşağıdaki sözleri söylediğini naklediyorlar.

Güya Bediüzzaman Hazretleri demiş ki: “Birisi çıkacak, o kişi benim vazifemi yapacak!” Bu ifadenin külliyen doğru olmadığını söylüyoruz. Muhatabımız diyor ki, “Hayır siz bilmiyorsunuz, varmış.” Öyleyse bu bilginin delilini gösteriniz diyoruz? Ses ve cevap yok!

Bir diğer iddia: Risale-i Nur’da Bediüzzaman Hazretleri demiş ki, “Benden sonra birisi gelecek ve çok büyük siyasî bir vazife yapacak.” Bu iddianın da aslı-astarı olmadığını söylüyoruz. Eğer söylenen yer “Sonra gelecek O zat,” veya “Bir asır sonra gelecek O zat”1 ifadeleriyse bunların mahiyetinin farklı olduğunu söylüyoruz. Kesinlikle Bediüzzaman’ın “Benden sonra biz zat gelecek” ifadesinin olmadığını, “Sonra gelecek o zat” veya “Bir asır sonra gelecek o zat” ifadelerinin ise sırr-ı imtihan gereği mübhem olduğunu ve bu ifadelerin Risale-i Nur satırları içerisinde müstetir vaziyette izahının olduğunu ifade ediyoruz. Hatta bu noktaları vuzuha kavuşturacak yerleri bire bir Külliyat’tan bulup okuyoruz. Hayrette kalıyorlar!

Diğer bir iddia: ‘Bediüzzaman bir hocaya bazı evraklar ve mührünü bırakmış.’ Bizler de bunu bıraktığını hangi eserinde ve neresinde olduğunu soruyoruz? Elbette ki yine cevap yok. Çünkü Bediüzzaman’ın böyle bir beyanı yok. Hem Risale-i Nurlar öyle şahıslara, zarflara ve mühürlere kadar indirilecek basit bir eser de değildir. Bu noktalara da gerekli izahatları yapıyoruz ve Risale-i Nur’dan okuduğumuz ve izah ettiğimiz yerlere ciddî hiçbir itiraz gelmiyor ve gelemiyor.

Mesele başka noktalara kayıyor ve müceddidlik konusuna geliyor. Bu şahıslar ne yazık ki aşırı muhibbi oldukları zatı müceddid olarak kabul ediyorlar. Ya da daha başka sıfatları da veriyor olmalılar, ancak zaman ve şartlar o sıfatları kullanmalarına mani oluyor. Bu noktadan da Risale-i Nur’un müceddidlikle ilgili bahislerini okuyoruz. Şaşırıp kalıyorlar. Hatta bir tanesi aynen şu ifadeyi kullanıyor. “O zaman size göre son müceddid Bediüzzaman oluyor öyle mi?” Bizler de “Bize göre değil, gördüğünüz gibi Risale-i Nur’a göre Bediüzzaman müceddid-i ahirzaman unvanına sahiptir“ diyoruz.

En şiddetli itiraz Risale-i Nur’un sadeleştirme konusunda yaşanıyor. Risale-i Nur’dan okuduğumuz bahislerdeki kelime ve kavramların izahını yaparken “Bakınız sizler dahi bu kelimelerin izahını yapmak zorunda kalıyorsunuz. Gençler ve Risaleleri bilmeyen insanlar bu kitapları nasıl anlayacaklar? O halde niçin sadeleştirmeye karşı çıkılıyor? Halbuki sadeleştirerek Risaleleri daha çok insan okuyor ve imanları kurtuluyordu” gibi kendilerince çok masum ve haklı sayılan gerekçeler sunuyorlar. Bizler de bu eserlerin Kur’ân’ın manevî bir mu’cizesi ve tefsiri olduğunu söylüyor ve me’hazının kudsiyetinin Kur’ân olduğunu ifade ediyoruz. Bu eserlerin sadeleştirilmesiyle birlikte me’hazdaki kudsiyetin kırıldığını ve insanların vicdanlarını ikaz edip tenvir eden sırrın Kur’ân’ın me’hazındaki kudsiyet olduğunu Sünûhat Risalesi’nden okuyoruz. Sadeleştirmenin ise bu kudsiyeti kırdığını ve böylece büyük bir cinayet işlendiğini belirtiyoruz. Gelen cevap çok ilginç ve bir o kadar da manidâr! “Sadeleştirme zararlı olsaydı hocamız o işe izin vermezdi.” Bu cevap karşısında Risale-i Nur’un avam, ümmî ve çocukların da anlayacağından bahsediyor Bediüzzaman diyoruz. Şimdi Bediüzzaman doğru söylemiyor mu? Barla Lâhikası’nda “Ümmî, fakat allamelerin işini gören ve Isparta’nın intibahına vesile olan Adilcevazlı Bekir Efendi’nin mektubunu siz hiç okumadınız mı?”2 diyoruz. Anlıyoruz ki böyle bir mektuptan haberleri bile yok! Hem Bediüzzaman Fihriste-i Mektubat’ta On Birinci Mektubun fihristindeki “Onlar ne hâl ile yazılmış ise, öyle kalması lâzım geliyordu. Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz.”3 ifadesi gibi ilgili yerleri okuyoruz. Bunlar gibi birçok konuda konuşmalar daha yapılıyor ve muhataplarımızdan ayrılıyoruz.

Son tavsiyemiz: Kader-i İlâhî sizlerin yönünüzü ve yüzünüzü fani eşhaslardan ve mahbuplardan baki ve daimî bir hakikate çevirmeye bir fırsat verdi kanaatindeyiz. Bu fırsatı heba etmemek lâzımdır. Acilen Risale-i Nur ile yüzleşilmeli ve bulunduğunuz yeri ve konumu onunla tesbit etmelisiniz. Bütün suallerinizi ve ihtiyacınızı Risale-i Nur cevaplayacaktır. Bir miktar tecrübe ediniz, anlayacak ve bizlere de hak vereceksiniz. Bir daha görüşmek ve yeni suallerine Risale-i Nur’dan cevaplar bulmak üzere muhataplarımızdan ayrılıyoruz. Duâ ediyoruz ki genç ve hakikatlere muhtaç olan bu insanlar şahıs muhabbetinden hakikate intikal etsinler.

İnşâallah Risale-i Nur ile bu asrın vartalarından kurtulurlar.

Abdullah Nursöz

Dipnotlar:
1. Kastamonu Lâhikası, s.114.,
2. Barla Lahikası, s.99.,
3. Mektubat, s.825

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*