Risâle-i Nur’u anlama yolunda…

Nefsimizin sevmediği konu ve konular hakkında nefsin üzerine baskı kurmak… Bizi okuyarak anlamada yarı yolda bırakacak olan bu konuda, iman, Kur’ân hakikatlerini öğrenmek ve anlamak noktasında nefis ve şeytanın ortak ürünü umursamazlık, tembellik ve önem vermeme konularının üzerine ısrarla giderek, kendimizi değil, nefis ve şeytanı yarı yolda bırakmalıyız.

Alâka ve ilgi, her zaman kendimizin dışından birilerinden uyandırılmak, sevk ve idare edilmek noktalarından beklenmemeli… Risâle-i Nurlar eğer dikkatle ve sabırla okunursa, binler merakaver imanî ve kudsî mesele bizlerin alâka, ilgi ve dikkatini çekecektir.

Sevdiğimiz şeye yöneliriz… Gelin değer verdiğimiz Risâle-i Nurları okuyarak sevdiğimizi de gösterelim. Kim neyden, ne kadar şikâyetçi olursa olsun asla nefsinden onun zulüm ve tembelliklerinden şikâyetçi olmuyor. Gelin, bizi Kur’ân, iman ve itikad yolundan alıkoyan nefis ve şeytanımızdan şikâyetçi olalım Rabbimize… O’na samimî yüreklerle hulûs-u kalple teveccüh edip bizleri Nurları okumaktan alıkoydukları nefis ve şeytanımızı şikâyet edelim, yardım istiyelim. Tabiri caiz ise, nefis ve şeytanımızın dedikodusunu kendi kendimize yapıp, asıl olan ve önemli bir mesele olarak bizleri her türlü kudsî hizmetlerden alıkoyan okumama ve tembellik konusunu Rabbimize anlatalım ve muavenetini, rahmetini ve hıfzını dileyelim İnşaallah…

Ne olur yani nefsin elinden, şeytanın yönlendirmesinden bakış açımızı değiştirsek, kurtarsak ve iman, Kur’ân, İslâmiyet hakikatlerini öğrenmeye yönelik okuyarak, anlayarak meselelerimizi sahiplensek ve bu konuda gayret sarf etsek… Ne kaybederiz ki?

Kendimizi bir an için insanoğlu insanın yerine koysak ve her şeyi bilen bu insanın İslâmiyetini bilmediğini, iman ve Kur’ân hakikatlerinden bîhaber olduğunu düşünsek, acaba bize vazife olarak ne düşüyor bir bilsek… Bu bilmenin baş harfinde önce kendimizin bilgili olması gerektiğini anlasak… Bilgi, iman, Kur’ân, İslâmiyet bilgisini elde etmek için çalışmamanın, okumamanın mesuliyetini bir düşünsek, bir anlasak… İmanlı bir insanın sevinci, rahatı ancak imansız fertler kalmadığı zaman mümkün olabilir… Yani karşımızdakinin yerine kendimizi koyalım, bakalım bizlere ne gibi ve nasıl pencereler açılacak acaba?

Yalnızlık insan eliyle insana gelir. Kur’ânın ve imanın kâinatı kucaklayan muazzam ve muhteşem daireleri, halkaları içinde tıpkı namaz ibadetinde olduğu gibi, yalnız olmadığının şuurunda olmalıyız. Cemaat şeklinde hareket etmek, düşünmek ve okumakla elbette hem kendimizin yalnız olmadığını, hem de muazzam ve muhteşem kuvvetimizin olduğunu kendimize ispat etmeliyiz… Bunun yolu da okumaktan, anlayarak okumaktan geçer.

Elele, kafa kafaya vereceğimiz tek meselemiz budur ve bu olmalıdır. Kur’ân hakikatlerini, imanın muazzam meselelerini anlayarak okumak ve öğrenmektir.

Bu yolda Rabbimize yüzümüzü çevirmek, elimizi açmak ve anlayarak okumaya başlamak bizim birinci vazifemiz olmalı.

Allah yardımcımız olsun…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*