Risale-i Nur’un Bab-ı Âli sancaktarı Mehmet Kutlular

Bab-ı Ali’nin manasını ve tarihçesini bilmeyenler elektronik ansiklopedilerden öğrenirler.

Türkiye’miz mutlak istibdattan 1950’lerde kısmî demokrasiye geçtiğinde, Türkiye gazetecilik ve dergiciliğin buraya taşınması münasebetiyle “Bab-ı Ali”, artık ülkemizin basın merkezi olarak telâkki edilmişti. Otuz senelik bir Kemalist istibdadın hafiflediği 1950 ve 60’larda; Türk Milletinin tarihine, mukaddes değerlerine ve inançlarına saldıranlara karşı, sağ cenahın demokrat, milliyetperver ve hamiyetli münevver yazarları da; bilhassa komünist ve mason iftira ve saldırılarına, Bab-ı Ali’den karşı koyacaklardı.

Bu dönemin aydınlarından, demokratlarından ve Marksist felsefenin karşısında duranlardan bahsederken; Türkiye kamuoyunun bildiği en büyük kuvvetin Bediüzzaman Said Nursî ve talebeleri olduğundan, o günün tarihi ittifak ediyor.

Tarih 1960… Bediüzzaman vefat etmiş. Demokratların “fert olarak” dayandıkları, ahirete de intihal edince, içimizdeki kuzgun ve akbabalar, Pentagon’daki Marksistlerin yardımıyla Türkiye Demokrasisinin üzerine çullanacaklardı ve bazı güzide kahramanlarını da vahşice parçalayacaklardı. Yani 27 Mayıs ihtilâli ve cunta süreci… İslâmiyet ve Türklük düşmanı bazı subayların millet iradesine ihanetinden sonra; komünist-mason ittifakı ile Risale-i Nur Talebeleri, yurt çapında büyük bir mücahedeye girişeceklerdi. Karşıda onlarca gazete ve yüzlerce kitap… Yüzlerce kara cübbeli devrim akademisyeni…

Milletin inançlarını, demokrasi ve İslâmiyeti esas alan Nur Talebeleri; iftira ve imana hücum edenlere cevap vermek üzere İzmir’den, Ankara’dan, Samsun’dan ve Antalya’dan mevzi gazete ve dergilerle karşı duracaklardı. İşte bu genel, kuvvetli ve ittifaklar kurmuş halde, dine saldıranlara karşı; Bediüzzaman Said Nursî’nin Talebeleri önce haftalık İttihad Gazetesini (1967 Ekim) çıkaracaklardı ve daha sonra Bediüzzaman Said Nursî’nin yanında on sene boyunca kalan, Zübeyir Gündüzalp topladığı meşveretle günlük olarak Yeni Asya Gazetesi yayın hayatına başlayacaktı (1970 21 Şubat).

İşte Mehmet Kutlular, bahsettiğimiz Şûrâ’nın kararıyla önce haftalık İttihad ve sonra da günlük Yeni Asya Gazetesi’nin idaresine getirilecekti. Elbette onunla beraber N. Mustafa Polat, Bekir Berk, Hekimoğlu İsmail, Sabahattin Aksakal gibi daha nice kahramanlar vardı. Bab-ı Ali’deki sağcı, dindar ve Demokrat basınının ilk fidelerini bu bahçeye ekenlerin içinde bulunan ve tam 53 sene boyunca bu bayraktarlık vazifesini çektiği zindan ve nice meşakkatler, uğrunda kaybettiği biricik evlâdı ve tasviri müşkil nice fedakârlıklarla bugüne taşıyan bir kahramandan bahsediyoruz. Risale-i Nur Talebeleri istihdama inanırlar. Mehmet Kutlular da Allah tarafından buna da çalıştırılmıştı. Dünya nimetlerini elinin tersiyle iterek…

İttihad ve Yeni Asya’nın ilk zamanlarında Türkiye’mizde kısmî demokrasi devam ediyordu. Merhum Demirel milletin mozayiğine sahip olmak için birçok dinî cemaatlerden, tarikat ileri gelenlerinden ve diyanet camiasından bazı şahsiyetlere vekillik yolu açmıştı. Bu teklifi bir kaç defa merhum Mehmet Kutlular’a da yapmıştı. Fakat o, tıpkı Zübeyir Ağabey gibi; bir yerden bir yere Nurlarla alâkalı bir kitap veya mektubu taşımayı, vekillikten üstün görmüştü.

60 küsurluk sene Risale-i Nur hayatı destanımsı hadiselerle dolu bir kahramanı, uzaktan bakıldığında görünebilecek birkaç çizgi ile tasvir etmeye çalışıyoruz. Yaşadığımız zamanın ufuklarından, o zamanı yaşamamış günümüzün gençlerine… Demokrasi, hürriyet ortamında Müslümanların birlik beraberliği ve ahirzaman dinsizlerine karşı ortak cephe inşaası… Bu noktaların hikâyesi, belki de kitapların hacmini aşacak. Yeni Asya’yı takiben Bab-ı Aliye taşınan Millî Gazete, Bugün, Türkiye, Bayrak, Sabah, Bizim Anadolu, Her Gün, Yeni Devir ve daha niceleri… Yeni Asya piştar olmuştu. Zübeyir Ağabeyin teklifi ile Mehmet Kutlular’ı, Şûrâ buraya Sancaktar olarak göndermişti.

En büyük başarılarından bir tanesi; ahirzaman dinsizliğine karşı dindar ve milliyetçi medyayı “Yurt Ajansı” adı altında birliktelik halinde inşaa etmesiydi. Merhum Enver Ören, Kemal Kaçar ve diğer sancaktarlarıyla kurduğu ittifak, Türk milletinin birlik ve beraberliğini her yerde dalgalandıracaktı. Vah esefa ki tarihimizin en dehşetli ve münafıkane darbesi bu mutlu ve kutlu ittifakı 12 Eylül ile birlikte dağıtacaktı. İsterseniz hikâyemizin devamını bir başka yazıya bırakalım.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*