Risâle-i Nur´un diline müdahale edilemez

Risâle-i Nur’un her meselesi tartışılacaktır. Ahir zamanda insanlığı mutlak dalâlet ve felâkete sürüklemekte olan dinsizilik ve imansızlık cereyanlarının önüne “manevî bir set olan bu Kur’ânî eserin” her meselesi tartışıldığı gibi; lisanı, üslûbu, mantığı, sunduğu kültür ve inşaa ettiği dünya da tartışılacaktı. Risâle-i Nur’un dili adı altında Risâle-i Nur Enstitüsünün hazırladığı makale faydalı ve güzel tartışmaların önünü açıyor, kanaatindeyim. Biz yalnızca Risâle-i Nur’un Türkiye Türkçesine kazandırmakta olduğu mevkii ve bazı hususiyetleri üzerinde duracağız.

Bediüzzaman Hazretleri birçok yerde Risâle-i Nur’un medreselerde on beş senede tahsil edilen ilmi “on beş hafta”da verdiğini belirtiyor. Kendisinin düzenli tahsili olan “üç buçuk aylık medrese” zamanı ile onbeş hafta arasındaki tevafuku da bu arada ortaya çıkıyor. On beş senelik medrese tahsilini on beş güne sığıştıracak lisan nasıl olmalıydı? Bir kelimeye kaç mânâ yüklenmeli, tabirlerin içi nasıl doldurulmalıydı? Kur’ân’ın nübüvvet çerçevesindeki bu harika takdimini yüklenen dilin sair eserlerin dillerinden farklı olacağını bilmemek mümkün değil, elbette.

Risâle-i Nur’un dilinin ağırlığından bahsedenlerin dikkat edemedikleri bir husus var: Her kelimeye ve cümleye yüzlerce mânânın yükletilmiş olması edebiyat tarihimizde “ilktir.” En az mânâ kaybını yaşayan Arapça tercümelerde de durum Türkçeden farklı değil. On beş senedir tanıdığım âlim bir Arap arkadaşım, Risâle-i Nur’un dilinin ağırlığından ve normal seviyedeki Arapların bu metinlerin mânâlarını anlayamadığından bahsetti… Avrupalıların ilk okuyuşlarında Risâle-i Nur´u çok derin felsefî meseleler olarak anlamaları da yukardaki mânânın çerçevesinde bir tesbit olsa gerek.

Risâle-i Nur’un; bilgi sunan ve haber veren yalnızca didaktik bir eser olmadığını okuyanlar bilir. Şiirin bilinen ölçülerini (vezin, kafiye, edebî sanat, v.s.) ihitiva etmeyen metinlerde ortaya çıkan bediî; yüksek, ihatalı ve tenasüplü hali görenler, ona “şiir değildir” de diyemiyorlar. Birçok eserdeki ahenk ve lirizm şiirin boyutlarının çok fevkindedir. Meşhur bir şairimizin şiirine Farsça-Arapça kökenli kelimelerden dolayı kalem karıştırmak mümkün mü? Bırakın şairini titizlikle seçtiği kelimeyi değiştirmeyi, o şiiri şairin hoşlanmadığı tarz ve edada okumanız bile sanatkârını incitir. (M. Âkif merhum, “Bülbül’ü” ve merhum Necip Fazıl’ın “Sakarya Türküsü” ile ilgili ilginç hatıraları bir çoklarımız bilirler.)

Üç buçuk aylık bir tahsilin semeresi mi Risâle-i Nur? Değilse vehbîdir. Yazdırılmıştır. İlhama mazhar binlerce âlim ve sanatkâr vardır, tarihimizde… Sehl-i mümtenîyi gösteren bir çok eser ilham-ı İlâhidir. Süleyman Çelebi’nin “mevlid”inden merhum Akif’in İstiklâl Marşına kadar. Risâle-i Nur’un birçok yerinde “muhavere” “uzaktan uzağa görünme” “ihtar edildi,” “yazdırıldı” gibi ifadeler de bu Kur’ân tefsirinin vehbî olarak ihsan edildiğini gösteriyor. Bediüzzaman’ın bile kendisine mâl etmekten imtina ettiği ifadeler ve kelimeleri hangi deha değiştirebilecek ki…

Evvelâ Türkçe’de sadeleştirme hareketinin her nevine karşı olduğumuzu ifade edelim. Dünyamızı kazanmak veya daha rahat yaşamak için “Batı dillerine “ harcadığımız emeği görmeyen var mı? Bin senelik İslâmî kültürümüzü kaybolmaktan kurtaran eserleri Nasreddin Hoca’nın kuşuna çevirerek hayatsız ve ruhsuz bırakma teşebbüsüne hiç bir vicdan sahibi evet diyemez. Tembelliğimizi, Batı kültürüne teslimiyetimizi, düşünce ve muhakeme dünyamızın ikinci Avrupa’ca tahribinin karşısındaki aczimizi ve efsunlu kelimelerle sefahat karşısında hipnotize olmuş şahsî dünyamızı kurtaracak Risâle-i Nur’un, fıtrî haliyle oynamak evvelâ bizlere, Anadolu Türkçesi konuşan Türklere bir felâkettir. Risâle-i Nur talebelerinden görerek Selef-i Salihînin kitaplarını Nur cemaati tarzında okumak isteyen sair Müslümanların, bugüne kadar muvaffak olamamaları da Risâle-i Nurun dilindeki cazibeyi gösteriyor, kanaatindeyim.

Müslümanların cemaatleşmelerini istemeyen Risâle-i Nur karşıtları, bu eserlerin cazibesini kıracak yüzlerce teşebbüsde bulundular. Bediüzzaman’ı Türk milletine menfî göstererek başlayan hareketler, Risâle-i Nur hareketini tarikatlaştırmaya, oradan da Risâle-i Nur’un anlama ve uygulama biçimini tahribe yöneldiler. Bu rüzgârlar esmeye devam edecek… Yalnız Risâle-i Nur’un dilini muhafaza gayreti de yetmeyecek, bize. Risâle-i Nur´ların “şerhi” adı altında karartma teşebbüsleri olacağı gibi, felsefenin yardımıyla “Risâle-i Nur talebeliğinin karakterini bozma” çalışmaları da yapılacak. Dinsiz solun uydurduğu kelime ve tabirleri Risâle-i Nur´ların nuranî ifadelerinin yerine ikame gayretleri de olacak.

Risâle-i Nur’un İsm-i Hakîme mazhar olmuş düşünce ve hareket tarzını bu milletin elinden çalma gayretlerini, “Batı felsefesinin” yığınla tercümeleriyle devam ettirenler, Risâle-i Nur’un Kur’ân’ın zamanımızdaki bir mucizesi olduğunu bilemiyorlar. Denenmişi denemeye devam edecekler… Bin beş yüz senedir Kur’ânla muaraza edenlerin ulaştıkları yere ancak ulaşabilecekler.

İşin en hazini de; Batı dillerinin insanımız arasında yaygınlaştığı şu zamanda; devletimizin, diyanet ve millî eğitimimizin Risâle-i Nur’a bîgâne kalmalarıdır. Tahripkâr, sefaheti teşvikedici ve millî değerlerimizi imha edici “semavî din düşmanı Batı kültürü” karşısında Risâle-i Nur’dan başka durabilecek hangi kültür eseriniz var ki? Müfsit âletlerle Anadolu insanını çepeçevre sarmış bu insanlık karşıtı fikir cereyanlarına mukabelede Risâle-i Nur’dan başka hangi eser dayanabilir ki…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*