Risale-i Nur’un mahiyeti

Risâle-i Nur, Kur’ân’dan mülhemdir.

İlm-i vehbî ile te’lif edilmiştir. Risâle-i Nur’da vehbî olan ledünnî bir ilim vardır. Günümüze İslâmı doğru olarak aktarmıştır. Kanâatimiz o ki, Risâle-i Nur’daki bu muvaffakiyet, mânevî bir ilm-i ledün menbâının mahsülüdür. Başka bir şey değildir. Risâle-i Nur, şahıs merkezli değil, fenâ fi’l-ihvân merkezli bir yol ta’kip etmiştir. Şahıs odaklı değil, ortak akılla, mehdiyet merkezli fenâ fi’l-ihvân düsturunu tesis etmiş, şahs-ı mânevî ruhunu ortaya çıkarmıştır. Meşveret ruhunu hâkim kılmıştır. Ahirzamanın mehdiyet vazîfesini deruhte ediyor.

Risâle-i Nur, şu içinde bulunduğumuz dağdağalı, fırtınalı bir zamanda dünyaya güneş gibi ziya ve nur saçıyor. Öyle bir köşk ve bir saraydır ki, mücevherâtın bütün envâından yapılmış ve temeli Sünnet-i Seniyye üzerine vaaz’edilmiş. Risâle-i Nur, min-indillâh mânevî büyük bir vazîfe ile muvazzaftır ve asrın müceddididir. Zulmün perdelerini yırtan, hak, hakîkat ve sırat-ı müstakîm yolunu gösteren, bütün ehl-i îmân üzerine rahmet saçan bir şaheserdir.

Risâle-i Nur, dinî ve fennî ilimleri mezcetmiş, geleneği inkâr etmeyerek yeni bir dil ve üslûp kullanmıştır. Risâle-i Nur’un Kur’ân’dan mülhem kelimâtının icmâlî maânîsini samimî olarak okuyanlar anlayabilir. “Eğer anlamasa da, madem Risâle-i Nur şakirtlerinin bir şahs-ı mânevîsi var; şüphesiz o şahs-ı mânevî bu zamanın bir âlimidir.”1 O şahs-ı mânevînin üstadlığı yeter.

Risâle-i Nur dilde de imâmdır. Âlem-i İslâmın din dili noktasında umûmî ittifakına hizmet edecektir. Risâle-i Nur’un dili muhafaza edilmeli. Çünkü “Kur’ân-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın “Her peygamberi Biz ancak kendi kavminin diliyle gönderdik.”2 kavl-i şerifinin îma ve işârâtından şu devrede Türk lisânının sadmeler geçirmesine bakılırsa, “Risâle-i Nur”, Türkçe’de, lisân üzerinde de imâm olacağına; yani yarın hâlis Türkçe olan Risâle-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip diğerlerini terk edeceklerine dair işaret-i Kur’âniye’dendir…”3 Yani “Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz ancak kendi kavminin lisânıyla gönderdik.”4 cümlesi makam-ı cifrîsiyle ve baştaki âyetin işaretleri karinesiyle, Risâlet ve nübüvvetin her asırda veraset noktasında naipleri, vekilleri bulunmak kaidesiyle, bir mânâ-yı remzî cihetinde, vazîfe-i ırsiyeti yapan Risâle-i Nur’u efradı içine husûsî bir iltifatla dahil edip lisân-ı Kur’ân olan Arabî olmayarak Türkçe olmasını takdir ediyor.”5 Bu cihetle Risâle-i Nur’un dili ve kelimâtı Kur’ân’ın kudsîyetine istinâd ediyor. Ayrıca Şeâir-i İslâmiyeyi de temsil ediyor.

Risâle-i Nur İslâm düşünce geleneğini günümüze daha istikametli olarak taşımıştır. Kur’ân’a dayalı, daha selâmetli, daha eşmel, daha umûmiyetli bir yoldur. Acz, fark, şefkat ve tefekkür Risâle-i Nur’un dört hatvesidir. Risâle-i Nur kısa bir yol ortaya koymuştur. Bu cihetle acz, fark, şefkat ve tefekkür tarıki esas alınmıştır. En derin mesâili en âmiye, belki bir çocuğa dahi zararsız olarak bildiriyor. Hiçbir bulantı vermeden en derin mesâil-i hakîkatı en âmi bir adama dahi ders veriyor. Feyz-i Kur’ân ile, Risâle-i Nur bir senede o on senelik vazîfe-i îmâniyeyi görüyor. Asa-yı Musa gibi vurduğu yerden su çıkarıyor. Borularla su taşımıyor. Kur’ân-ı Hakîm’in hakîkatı ve mu’cizâne mesleği, her şeyde marifetullaha bir pencere açıyor.

Dipnotlar:
1- Lem’alar, s. 404.
2- İbrahim Sûresi, 14: 4.
3- Emirdağ Lâhikası-I, s. 181.
4- İbrahim Sûresi, 14: 4. 5- Şuâlar, s. 1121.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*