Hafta sonu devlet televizyonunda yapılan bir yayında “Artık Risale-i Nur’a Kültür Bakanlığı sahip çıkacak ve ‘korsan’ risale yayınlarına da, külliyatın sadeleştirilmesine de engel olacak” haberinin bir “müjde” olarak sunulduğunu duyunca ilk tepkimizi, Twitter’daki takipçilerimize şöyle bir mesajla ilettik: “Risale-i Nur devletleştirilemez ve Üstadı doğru anlayan hiçbir Nur Talebesi, hiçbir haklı mesnedi olmayan böyle bir projeye destek veremez.”
Gerekçelerimizi kısaca ifade edecek olursak:
Bediüzzaman, 1950’den sonra milletin oylarıyla iktidara gelen DP iktidarına, risalelerin “resmen” neşri talebini iletirken, CHP’nin tek parti devrinde eserlere konulan “kanunsuz” yasağın kaldırılıp, külliyatın matbaalarda serbestçe basılarak özgürce okunabileceği ve yayılabileceği hürriyet ortamının tesisini istiyordu.
1950’de Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki’ye, bizzat tashih ettiği eserlerini hediye edip, ondan “Tedricen neşrine çalışacağız” sözü aldığında da asıl niyet ve maksadı buydu.
Bu yolun açılması, devletin de, Diyanet’in de, çeyrek asrı aşkın bir zamandan beri cenderesine sokuldukları Kemalist zihniyet ve rejimin prangalarından kurtulup özgürlüğe kavuşmalarının ve gerçek misyonlarını ifa edebilecekleri konuma ulaşmalarının önündeki en büyük engelin bertaraf edilmesi anlamına geliyordu.
Ne yazık ki, o dönemde bu mümkün olmadı. Ama Risale-i Nur kendi yolunu kendisi açtı ve 1956’da külliyatın takım olarak matbaalarda basımı gerçekleşti. Ondan sonra da bu neşir hizmeti çığ gibi büyüdü ve gelişti. Gelinen noktada onlarca yayınevi risaleleri basıyor ve ayrıca birçok dile yapılan tercümelerini yayınlıyor.
Kemalist zihniyetin yıllarca devleti, hattâ Diyanet’i kullanarak bu hizmetin önüne çıkardığı engeller, Nur camiasının müsbet hareket çizgisindeki kararlı ve sebatkâr tavrıyla aşıldı ve risalelerin neşri hizmeti, Said Nursî’nin baştan beri esas aldığı “sivil” zeminde bugünlere erişti.
Bu aşamaya gelinmişken ortaya atılan, yukarıda bahsettiğimiz “müjde” ne anlama geliyor?
“Devlet” Risale-i Nur’la barışmak ve ondaki hakikatlere samimiyetle sahip çıkmak mı istiyor; yoksa “sahiplenme” görüntüsü altında, bu hizmeti bugünlere taşıyan “sivil ruh”u etkisizleştirerek, risaleleri “devletleştirmek” ve bunu yaparken Said Nursî’yi M. Kemal’le barıştırarak, Nur hareketini bunun için kullanıp manipüle etmek gibi yeni bir hesabın mı peşinde?
Benzer konuda makaleler:
- Risale-i Nur devletleştirilemez
- Risaleler devletleştirilemez
- Risale-i Nur resmîleştirilemez
- Saadet Ünlükul’a neden kızıyorlar?
- Risale-i Nur’a devletleştirme darbesi
- Risale-i Nur’a devlet tekeli büyük tehlike
- Diyanet baskısı Risalelerin önemi
- Nurculuk Kemalizmle barıştırılamaz
- Risalelere devlet tekeli ve AKP’nin intiharı
- Yetkisiz iken böyle yaparsa, yetkiyi alınca neler yapar?
1959 Kütahya doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini burada tamamladıktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesini bitirdi. Fakülteye girdiği yıl Yeni Asya Yayınlarında çalışmaya başladı. Yayınevinin çıkardığı çok sayıda kitabın editörlüğünü yaptı. Bu görevini sürdürürken, 1984-92 yılları arasında, aylık Köprü dergisinin sorumluluğunu üstlendi. 1988 yılı başından itibaren yayına başlayan Bizim Aile dergisinin kurucu editörü oldu. 1992 yılından bu yana Yeni Asya Gazetesinin Genel Yayın Yönetmenliği ve Başyazarlığı görevlerini yürütüyor.
İlk yorum yapan olun