Risale-i Nur devletleştirilirken biz kimden yanayız?

alt

Nemrut, Hz. İbrahim Halil’i (as) dağ gibi odunları yığıp tutuşturduğu ateşe atar. Karıncanın biri ağzına bir hüzmecik su almış canhıraşane ve var gücüyle koşuşturmaktadır. Arkadaşları sorarlar:

“Nedir bu hal, ne oldu, nereye gidiyorsun böyle?”

“Duydum ki, Nemrut denen zalim, İbrahim Peygamberi (as) yakmak için ateşi tutuşturmuş, söndürmeye gidiyorum!” Arkadaşları gülüşür:

“Yahuu… Senin taşıdığın sudan ne çıkar, ateşe hiç kâr etmez ki!”

“Ben de biliyorum, işe yaramayacağını, ancak ben vazifemi yapıyorum. Bu arada safım ve kimden yana olduğum belli olur.”

Risale-i Nur devletleştirilirken kimden yanayız!

Yasakçılardan, devletleştirmek isteyenlerden, Kemalistlerden, münafıklardan, ifsat ve zındıka komitelerinden yana mı, Bediüzzaman’dan yana mı?

Evet, bizim gücümüz, deccalizmin/süfyanizmin şubeleri olan “ifsat, zındıka, dinsizlik ve ahlâksızlık komitelerinin” çağdaş Nemrutların tutuşturduğu bu ateşi söndürmeye yetmeyebilir. Vazifemiz de söndürmek değil. Zirâ, bizim vazifemiz Allah yolunda “cihad” etmektir. Galip etmek, mağlûp etmek, netice almak Cenâb-ı Hakk’ın vazifesi, yani işidir, taktiridir. Onun taktirine karışılmaz, müdahale edilmez.

“Meşhurdur ki, bir zaman İslâm kahramanlarından ve Cengiz’in ordusunu müteaddit defa mağlûp eden Celâleddin-i Harzemşah harbe giderken, vüzerâsı/vezirleri ve etbâı/ona tabi olanlar, adamları ona demişler:

“Sen muzaffer olacaksın. Cenâb-ı Hak seni galip edecek.”

“O demiş: “Ben Allah’ın emriyle, cihad yolunda hareket etmeye vazifedarım. Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmam. Muzaffer etmek veya mağlûp etmek O’nun vazifesidir.”

“İşte o zat bu sırr-ı teslimiyeti anlamasıyla, harika bir surette çok defa muzaffer olmuştur.

“Evet, insanın elindeki cüz-ü ihtiyarî/hür irade ile işledikleri ef’allerinde/fiillerinde, Cenâb-ı Hakk’a ait netâici/sonuçları, takdiri düşünmemek gerektir… Halbuki, Üstad-ı mutlak, muktedâ-yı küll, rehber-i ekmel (her meselede, mükemmel uyulacak Üstad) olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, “Peygambere düşen, ancak tebliğ etmekten ibarettir.”1 olan ferman-ı İlâhîyi kendine rehber-i mutlak ederek, insanların çekilmesiyle ve dinlememesiyle daha ziyade sa’y/çalışıp ve gayret ve ciddiyetle tebliğ etmiş. Çünkü “Sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Ancak Allah dilediğine hidayet verir.”2 sırrıyla anlamış ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek, Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir; Cenâb-ı Hakk’ın vazifesine karışmazdı.”3

Evet, Yeni Asya olarak biz safımızı belli ettik! Ağzımıza bir hüzmecik su aldık ve canhıraşane koşuyoruz! Sonuç alıp-almamak bizim işimiz değil. Bizim işimiz harekete geçmek ve safımızı belli etmek”

Ey ehl-i iman ağabeyler, kardeşler! Safınıza geçiniz!

Dipnotlar:
1. Kur’ân, Nur Sûresi, 54.
2. Kur’ân, Kasas Sûresi, 56.
3. Lem’âlar, s. 135.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*