Risale-i Nur etrafında dönen bir yolculuk Konya’dan Afyon’a

Çocukların nazik ve masum zihinlerinde mükemmel yerleşen (25. Söz) Risale-i Nur’un Kur’ân’ın bir manevî mu’cizesi olduğu hakikatini gözler önüne seriyordu. Biz de bu dönemki okuma programında bu hakikati bir kez daha temaşa ettik.

Konya’dan Afyonkarahisar’a okuma programı için gelen Risale-i Nur’un küçük şakirtleri vefadar, sadakatli ve iman cihetiyle kahraman bir neslin habercisi oldular. Onuncu Söz’ü okurken saatler geçmiş. Çocuklar, merakından, zamanın nasıl geçtiğini anlamamışlardı. Dersleri dikkatle dinliyorlar, anlamadıkları yerleri de bendenizden sorarak öğrenmeye çalışıyorlardı. Ben de elimden ve dilimden geldiği kadar bu Elmas, Cevher, Nuru onların anlayabileceği şekilde izah etmeye çalışıyordum. Bu hakikatleri dinlerken, çocukların yüzleri renk renk oluyordu, dersanemiz bir çiçek bahçesine dönüyordu. Bendeniz de çocukların yüzüne baktıkça, hepsinde ayrı ayrı nurlu Saidler görüyordum.

28. Lem’a daki hakikatleri  bizlere hissettiren bu küçük şakirtler, bir inayet-i İlâhiye tarafından Risale-i Nur’a muvafık bir şekilde hayatlarının hazırlandığını kendileri de hissetmeye başlıyorlardı. Bilgisayar, oyun, film gibi oyalayacağı şeyler yerine “elmas, nur ve cevher” olan Risale-i Nuru koyan bu küçük şakirtler, “elmas, nur ve cevher”le ilgili çok sorular soruyorlardı. Aynen 28. Lema Zekâi Ağabeyin mektubunda olduğu gibi.

“Suallerinde “Nur hangisi, Cevher hangisi ve Elmas hangisi?” diye sorduklarında, “Evet, Nur bunu okumaktır. Bak, sizde bir güzellik meydana geldi.” Onlar da birbirinin yüzüne baktılar ve tasdik ettiler.

“Ya Elmas nedir?”

“Bu Sözleri yazmaktır. O zaman, yani yazdığınız zaman sizin yazılarınız elmas gibi kıymetli olur.” Tasdik ettiler.

“Ya Cevher nedir?”

“İşte o da bu kitaptan aldığınız imandır.” Hepsi birden şahadet getirdiler.

Bu sohbette üç dört saat geçmiş; bendeniz farkına varmamıştım. “İşte Elmas, Cevher, Nur budur” dedim. Tasdik ettiler. Hepsi birden bana bakıyorlardı ve “Bunu kim yazdı?” diyorlardı.

Elmas, cevherin ve nurun sevdalısı olan Mevlânâ’nın torunları Konyalı küçük şakirtler, Mevlânâ’nın hoşgörüsünden Bediüzzaman’ın şefkatine yapmış oldukları bu yolculukla, akıllarını ve meraklarını büyük bir hakikati öğrenmekte istihdam etmenin mutluluğunu yaşıyorlardı.

“On dakika sonra, yedi mu’cizeye mazhar yedi çocuğun bahsi tashih edilirken, umulmadığı bir zamanda, hazır zatların nazarında mübarek Meliha isminde beş yaşında bir çocuk geldi, oturdu. Çocukların bahsini zevkle dinlemeye başladı. Çay verdik, çocuk bahsi bitinceye kadar içmedi.” (Barla Lâhikası) hakikatine de mazhar olan bu çocuklar, maddî ve fâni zevklerden ziyade Risale-i Nur’un uhrevî ve ebedî zevklerini tercih ediyorlar. Risale-i Nurla meşgul olan bu çocuklar manevî bir cenneti dünyada iken yaşıyorlar ve yaşatıyorlar.

“Risale-i Nur’un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta, masum çocuklardır.”( Emirdağ Lâhikası) diyen Bediüzzaman, bu çocukların Risale-i Nur’a koşmasının sırrını izah ediyor.

“O çocuklar, gözlerinden akan muhabbet nurlarıyla Üstadı selâmlarlar. Üstad, gafil büyüklerden ziyade, onlara samimî ve ciddî selâm ederdi. Ve ‘Bunlar istikbalin Nur Talebeleridir’ derdi. (Tarihçe-i Hayat) Bu çocuklar, nefret ve kinle kirlenen şu ahir zamanda, her şeye muhabbetle bakmanın ve muhabbetle yaşamanın dersini Risale-i Nurdan alıyorlar. Aşk ve muhabbetle dönen Mevlevîler gibi, Risale-i Nur’un etrafında dönen bir dünya ve insanlık için yolculuklara çıkıyorlar. İmansızlık ve sefahate dur deyip, iman ve hidayetle yaşamanın ve yaşatmanın yolunu Risale-i Nurdan öğreniyorlar. Sanki bizlere “Çocukça görünen maddî bedenimize aldanmayınız, Risale-i Nur ile inkişaf ve terakki eden ruhumuzla inşallah çok hizmetler edeceğiz” diyorlar. Bizde binler tebrikler diyoruz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*