Bediüzzaman ve Risâle-i Nur hakkındaki bazı isnadlara cevaplar

Bediüzzaman Said Nursî’nin te’lif edip, bizzat tashih ederek hayatında hem Osmanlıca yazı ile hem de yeni yazı ile neşrettiği Risale-i Nur Külliyatı’nda ve “Tarihçe-i Hayatı” adlı eserinde yer alan birçok hakikat, ne yazık ki maksatlı olarak çarpıtılmakta.

Habertürk Tv’nin “Öteki Gündem” adlı programına (18 Ocak 2013) katılan Mardin Artuklu Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Kadri Yıldırım’ın, “Said Nursî’nin isminin aslında ‘Said Kürdî’ olduğu, ‘Üstad’dan sonra ‘Kürdî’ lâkabının “ağabeyler” tarafından “Nursî” olarak değiştirildiği ve Nur Talebelerine konulduğu iddiası, bütünüyle hakka, hakikate ve ilmî gerçeklere aykırı başlı başına bir bühtandır.

Bu iddia, her şeyden önce altı bin sayfayı aşkın Kur’ân tefsiri Nur Risalelerini yazan Bediüzzaman hakkında ötedenberi kavmiyetçilerin ortaya atıp çokça istimal ve istismar ettikleri bir isnattır.

BEDİÜZZAMAN, “İSMİM SAİD NURSÎ’DİR”

Gerçek şu ki Bediüzzaman’ın isminin “Said Kürdî” diye kasten başkalarıyla karıştırılması, tefsirlerinin, fikirlerinin, dâvâsının ve mücadelesinin tam aksine ithamlarla, sırf zihinleri bulandırmak için ısıtılıp piyasaya sürülen ve daha önce bütünüyle çürütülen bühtanlarla Bediüzzaman’ın görüşlerinin araştırılması engellenmek isteniyor. İnadına çarpıtmalarla “Said Nursî”ye “Said Kürdî” deniliyor.

Oysa Bediüzzaman, isminin “Said Nursî” olduğunu bizzat eserlerinde ifâde eder. Osmanlı döneminde kısa bir süre için doğduğu bölgeye atfen kullanılan “Kürdî” lâkabının ırkî bir anlam taşımadığını, doğduğu bölge adından geldiğini açıkça kaydeder.

Bediüzzaman’ın hayatı ve eserleri ortada. Daha hayatta iken, menhus mahfillerden gelen sözkonusu isnad ve iftiraların hepsine bizzat cevap verir ve tarihe geçen kahramanca ilmî ve fikrî mücâhadesiyle fiilen tekzip eder.

Osmanlı nüfus kayıtlarında tıpkı Karadeniz bölgesine “Lazistan”, Gürcülerin yaşadığı bölgeye “Gürcistan” denildiği gibi, Doğu Anadolu’ya “Kürdistan” denmesine izâfeten Bediüzzaman’a “Kürdî” lâkabı atfedilir. Osmanlı ülkesinin coğrafî terkibinde ve resmî devlet salnâmelerinde bu bölgeye “Kürdistan” denildiğinden, Bediüzzaman da önceleri buna izâfeten kısa bir süre “Kürdî” lâkabını kullanır.

Ancak Osmanlı’dan sonra Bediüzzaman bu “Kürdî” lâkabını bizzat kaldırır, kullanmaz. Bütün Risaleleri ve mektuplarını bizzat “Said Nursî” diye imzalar. Daha önce yazdığı yazılarındaki, kitaplarındaki ve makalelerindeki “Kürdî” ve diğer lâkabını tek tek “Nursî” olarak değiştirir.

Ve hayatta iken tabettirdiği “Tarihçe-i Hayatı”ında da yer alan 1935’teki Eskişehir Mahkemesi Müdafaasında bu hususu bir defa daha sarâhate kavuşturur. İsmi “Said Nursî” iken kendisine kasden “Said-i Kürdî” denilmesinin sinsî desîseleri mahkeme huzurunda deşifre eder:

“Adâlet noktasından tarafgirlik fikrini verip, adaletin mâhiyetini zulme çeviren, hakkımda sarf edilen bir tâbirdir ki, Isparta’da ve burada bazı isticvablarda (sorgularda) ismim Said Nursî iken, her tekrarında ‘Said Kürdî’ ve ‘Bu Kürd’ diye beni öyle yâd ediyorlar. Bununla, hem âhiret kardeşlerimin hâmiyet-i milliyelerine (millî hâmiyet hislerine) ilişip aleyhime bir his uyandırmak, hem mahkeme ve adâletinin mahiyetine bütün bütün zıt ve muhalif bir cereyan vermektir” açıklamasında bulunur. (Tarihçe-i Hayat, 200-203)

“KÜRDΔ YERİNE BİZZAT “NURSΔYİ YAZAR

Buna rağmen bazılarının “Kürdî” tâbirinde ısrarlarının, kendisi hakkında “bir yabanîlik hissini vermek ve nazâr-ı adâleti şaşırtmak” olduğunu belirten Bediüzzaman, devamında bu sathî ve sığ isnada karşı şu açıklamada bulunur:

“Ey efendiler! Ben, her şeyden evvel Müslümanım ve Kürdistan’da dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sâdık ve en halis kardeşlerim Türklerden çıkmış. Ve İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’âniyem cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak kudsî hizmetimin muktezası (gereği) olduğundan, bana ‘Kürd’ diyen ve kendini milliyetperver gösteren adamların bini kadar Türk milletine hizmet ettiğimi, hakîki ve civânmert bin Türk gençlerini işhâd edebilirim (şâhid gösterebilirim.)” (a.g.e.)

“Kürdî” isnadının amacının kendisine karşı propaganda ile hücum edenlerin, “Türk kardeşlerini aldatmak ve milliyetçilik damarlarını tahrik etmek dehşetli fitnesi” olduğuna dikkat çeker.

Keza Bediüzzaman’ın bütünü beraatla neticelenen, kendisinin ve Nur Talebelerinin yargılandığı mahkemelerde haklarında hazırlanan iddianâmeler, mahkemelerde yaptığı müdafaalar, kendisi ve Risaleler hakkındaki yüzlerce resmî evrak üzerindeki işlemler, resmî- gayr-ı resmî yazışmalar hep “Said Nursî” ismiyle olur.

Bunun içindir ki altı bin küsur sayfalık Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur Külliyatı kitaplarına ve daha evvel yazdığı “Hutbe-i Şamiye”, “Münâzarât”,“Sünûhat”, “Divân-ı Harb-î Örfî” gibi “eski Said dönemi eserleri”ne “Said Nursî” imzasını atar; bazı eski makale ve mektuplarındaki “Kürdî” kelimesinin yerine bizzat “Nursî”yi yazar.

“SAHTEKÂR TÜRKÇÜLERİN UYDURMASI”

Yine bunun içindir ki, “Bin seneye yakın, Kur’ân’ın bayrağını cihânın cihât-ı sittesinin (altı tarafının) etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, İslâmiyet hesâbına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım” diye kasden kendisine “Said Kürdî” denilmesinin arkasındaki maksadı deşifre eder.

Mahkeme müdafaalarında kendisine “Kürdî” denilmesine açıkça itiraz eder; bütün beyânlarına rağmen bu lâkabın kullanılmasının iyi niyetle alâkası olmayan kasdî bir yakıştırma olduğunu belirtir. Ve bütün bu cevapları Risâlelere ve lâhikalara alarak, sözlerinin arkasında olduğunu defalarca ortaya koyar.

Daha geçen asrın başlarında Kürdlere, “İttihada hayat var; mevcudiyetinizi ittihadla gösteriniz ve hâmiyet-i millî ile fikir ve vicdan-ı şahsiyenizi milletin kalb ve akl-ı müştereki (milletin ortak kalbi ve aklı) gibi gösteriniz. Yoksa sıfır çekeceksiniz” ikazında bulunan Bediüzzaman’ı, kısa bir dönem kullandığı ve vazgeçtiği birçok imzasından bir imzası olan “Kürdî” kelimesiyle anmak, tek kelimeyle açık bir saptırmadır. (Eski Said Dönemi Eserleri, 185-186)

Özetle, o devirde herkesin doğduğu yere ve geldiği bölgesine atfen kullandığı gibi bir süre taşıdığı “Kürdî” lâkabını dillerine dolayarak “ayrılıkçı” gibi göstermek, tam anlamıyla bir çarpıtmadır.

Bu bakımdan Bediüzzaman bu isnadı, “frengilik hesâbına sahtekâr bir surette kendisine ‘Kürd’ diyen ve ittiham eden mülhid münâfıkların en son ve alçakça ve vicdansızca aleyhinde istimal ettikleri bir silâh ve vicdansızcasına bir desise” olarak niteler. (Mektûbat, 407-412)

Bu yakıştırmanın amacının, “Şeytanın telkiniyle ve ehl-i dalâletin ilkaâtıyla (verdiği yanlış telkinle), kendisine karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkileri işgal eden bazı mülhidlerin (dinden çıkanların), (din) kardeşlerini aldatmak ve asâbiyet-i milliyetlerini (milliyetçilik damarlarını) tahrik etmek için” olduğunu, Mektûbat adlı eserinde açıklar. “Siz Türksünüz; maşaallah, Türklerde her nev’î ûlema ve ehl-i kemal vardır. Said bir Kürt’tür. Milliyetinizden olmayan birisiyle teşrik-i mesâi etmek hamiyet-i milliyeye münâfidir (aykırıdır)” saptırmasının hedeflediği dehşetli fitneye dikkat çeker.

Buna mukabil, “Ey bedbaht mülhid! Ben felillâhilhamd Müslümanım. Her zamanda kudsî milletimin üç yüz elli milyon efradı vardır. Böyle ebedî bir uhuvveti (kardeşliği) tesis eden ve duâlarıyla bana yardım eden ve içinde Kürtlerin ekseriyet-i mutlakası bulunan üç yüz elli milyon kardeşi, unsuriyet ve menfi milliyet (ırkçılık) fikrine fedâ etmek ve o mübârek hadsiz kardeşlere bedel, Kürt nâmını taşıyan ve Kürt unsurundan addedilen mahdut birkaç dinsiz veya mezhepsiz bir mesleğe girenleri kazanmaktan yüz bin defa istiâze ediyorum (sakınıyorum)” beyânında bulunur. (Mektûbat, 407-412)

Devamında da, “ O Türkçülük perdesi altına giren ve hakikaten Türk düşmanı olan hamiyetfuruş (milliyetçilik taslayan) mülhidlere, “bin seneye yakın, Kur’ân’ın bayrağını cihânın cihât-ı sittesinin (altı tarafının) etrafında galibâne gezdiren bu vatan evlâtlarına, İslâmiyet hesabına müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım” diye kasden kendisine “Said Kürdî” denilmesinin arkasındaki menhus maksadı ortaya çıkarır.

MAHKEMEDE “KÜRDΔ DENİLMEsİNE İTİRAZ EDER

Bulunduğu Isparta’da tek tek isimlerini saydığı yirmi-otuz Müslüman Türk gençlerini âdeta yirmi otuz bin Kürde tercih ettiğini anlatarak, “Millet-i İslâmiyenin en mühim ve mücâhid ve muazzam bir ordusu olan Türk milletine binler Türk kadar hizmet ettiğini, binler Türk şâhiddir” ifâdesiyle iftiralara cevap verir. (Barla Lâhikası, 149-150)

Aslında daha Osmanlı döneminde, Kürtlere “ittihad-ı millî” dediği millî birlik ve bütünlüğü şiddetle yegâne kurtuluş ve maddî-mânevî yükselme yolu olarak tavsiye eden, “altıyüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı i’lâ eden (yücelten) şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesâretimizi hediye edelim” çağrısında bulunan Bediüzzaman’ın, hayatıyla, eserleriyle, fikirleriyle vatan ve milletin birliği ve bütünlüğü için yaptığı hizmetler, aslında bu isnada en açık cevaptır. (Eski Said Dönemi Eserleri, 185-186)

Hakikaten, bundan bir asır önce Şarktaki aşiretlere, “Türkler bizim aklımız, biz onların kuvvetiyiz; mecmuumuz (bütünümüz) bir iyi insan oluruz. Hodserâne (dikbaşlılık, başı buyrukluk) yapmayacağız. Bu azmimizle başka unsurlara da ders-i ibret vereceğiz” diye kopmaz-kuvvetli mânevî ve millî birlik ve bütünlük halatına sarılmanın zarûretini ders veren Bediüzzaman’ın bütün eserlerinde ve mektuplarında istimal ettiği “Nursî” lâkabını bir tarafa bırakıp, ısrarla “Kürdî” lâkabını öne çıkarmak, ilmî esas ve haysiyeti hiçe saymaktır. (a.g.e)

“TÜRK-KÜRT TAM BİRLEŞMİŞ İSLÂMÎ VE DİNÎ MİLLİYET”

Doğrusu, Bediüzzaman bu isnada karşı bizzat mahkemelerdeki, resmî-gayrı resmî beyân ve belgelerdeki, Risâlelerde ve mektuplarındaki geniş izâhâtı, başka izâha ihtiyaç bırakmıyor.

Tesbit şu ki, bütün bu tahriflerin ve inadına saptırmaların amacı, ifsad şebekelerinin tahrikiyle, Bediüzzaman’ı ve bütün âleme rahmet olan Kur’ân tefsiri Nur Risalelerini bir ırka ve bölgeye has gösterip, Müslümanların ve insanlığın istifadesine mani olmaktır.

Zira Anadolu’da, İslâm âleminde ve bütün dünyada dalga dalga yayılan, kalpler ve gönüller üzerinde büyük akisler meydana getiren çağın Kur’ân tefsiri Risâle-i Nur Külliyatı, ülkemizin, İslâm âleminin ve topyekûn insanlığın mânevî bunalım ve problemlerine çözümler getirir. Demokratikleşmenin, hürriyetin mânâsının, Güneydoğu meselesinin, din ve fen ilimleri ilişkisinin, toplumun ve gençliğin ıslâhının ve diğer içtimaî konulara Kur’ânî târifler ve tefsirler getirir.

Ne var ki bu Bediüzzaman’a ve Nur Talebelerine yönelik iftira kampanyasına katılanlar, bilerek ya da bilmeyerek mâlum zihniyet hesabına kalemlerini fitne ateşine odun yapmaktalar, sözleriyle o ateşi körüklemekteler.

Daha Meşrûtiyet döneminde Kürtlere, “Maksadın büyümesi için himmet büyür. Ve hâmiyet-i İslâmiye ile Türk-Kürd tam birleşmiş İslâmî ve dinî o milliyetin galeyanıyla ahlâk da tekemmül ve teâli eder (olgunlaşır ve yükselir)” ikazında bulunan Bediüzzaman’a sırf bir ara istimal ettiği “Kürdî” lâkabından dolayı bir nevî -hâşâ- “kavmiyetçi” imâsında bulunmak ve bu imâ üzerinden hakikati tahrife yeltenmek, en hafif tâbirle saygısızlıktır…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*