Bediüzzaman ve Risâle-i Nur hakkındaki bazı isnadlara cevaplar

Türkçe’nin manevî ufkunu genişletti

RİSALELERİN TÜRKÇE OLMASINI TAHSİN VE TAKDİR

Prof. Kadri Yıldırım Habertürk TV’deki programda, Bediüzzaman’ın bütün eserlerini Türkçe yazdığı ve Kürtçe hiçbir eserinin bulunmadığı sorusuna, “Risaleler sırf o zaman yaygın olduğu için Türkçe yazılmış, Kürtçe yazılmamış; şimdi o durum geçtiğine göre artık Kürtçe yazılmalı” anlamında cevabı, bir diğer sathî çarpıtma.

Bediüzzaman’ın, İşârâtü’l-İ’câz, Mesnevî-i Nurîye ve “Arabî Hutbe-i Şamiye” gibi başta Arapça yazdığı Arabî asıllı eserlerini de, Türkiye’nin en büyük âlimlerinin başında gelen kardeşi Abdülmecid Nursî’ye Türkçeye çevirtip tashih ettiği gibi, daha sonra 130 risaleden oluşan altı bin sahifeyi aşkın Risale-i Nur Külliyatı’nın tamamını Türkçe olarak te’lif etmesinin birçok mânevî hikmet ve gerekleri var. (El Hutbetü’ş-Şamiye’yi ehemmiyetine binâen daha sonra kardeşi Molla Abbülmecid’e yeniden Arapça’ya çevirtir.)

Evvelâ, Bediüzzaman, çekindiğinden değil, sırf ilhâmî olarak eserlerini içinde bulunduğu milletin lisânıyla Türkçe olarak yazdığını her şeyden önce Risalelerde açıkça belirtir.

Bediüzzaman, “Her peygamberi Biz kendi kavminin lisanıyla gönderdik’ (İbrahim Sûresi, 4. âyeti)” âyetininin tefsirinde, “Bu âyet, Risale-i Nur’un Türkçe olmasını tahsin eder” işârî mânâsını çıkarır. Devamında, “Risâlet ve nübüvvetin her asırda veraset noktasında nâipleri, vekilleri bulunmak kaidesiyle, bir mânâ-yı remzî cihetinde, vazife-i irsiyeti (verasetle intikal eden vazifeyi) yapan Risale-i Nur’u efradı içine hususî bir iltifatla dahil edip lisân-ı Kur’ân olan Arabî olmayarak Türkçe olmasını takdir ediyor” tefsirini yapar. (Şuâlar, 625)

“RİSALE-İ NUR TÜRKÇE’DE LİSÂN ÜZERİNDE DE ÖNDER” ŞAHESER

Hakikat şu ki, ilhamî Kur’ân tefsiri olan Nur Risaleleri, bir duâ, tebliğ, zikir, fikir, hakikat kitabı olmasının yanı sıra, mantık, kelâm, ilâhiyat, teşvik-i san’at ve belâgat eserleri olarak, eşyanın hakikatini, imanın esaslarını, Allah’ın varlığını ve birliğini izâh ve ispat eden eserlerdir. Bu açıdan Türkçe oluşunun hikmetleri Risalelerde târif ve ifâde edilir.

Bediüzzaman’ın, “Halil İbrahim’in Risale-i Nur hakkındaki parlak fıkrasının sonunda kaydedilip, ikisi beraber Emirdağı mektuplarının ahirlerinde kaydedersiniz. Bu zat, Risale-i Nur’un çok eski ve çok sadık ve çok fedakâr bir şakirdidir. Risale-i Nur’a hitap ederek bu mektubu yazmış” diye takdirle kabul ederek lâhikaya koyduğu, Milaslı Halil İbrahim’in “Milas ve havalisi talebeleri nâmına” yazdığı fıkrada, “Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ‘Her peygamberi Biz kendi kavminin lisanıyla gönderdik’ (İbrahim Sûresi, 4. âyeti) kavl-i şerifinin (şerefli sözün) imâ ve işârâtından şu devrede Türk lisanının sadmeler (darbeler) geçirmesine bakılırsa, Risale-i Nur, Türkçede, lisân üzerinde de imam olacağına, yani yarın halis Türkçe olan Risale-i Nur’un kesb-i imtiyaz edip (öne geçip, yaşayan dil olup) diğerlerini terk edeceklerine dair işâret-i Kur’ânîyedendir” ifâdesini, tasdik eder. (Emirdağ Lâhikası, 86-87)

Son yüzyılda, özellikle Cumhuriyet döneminde tahripkâr derin darbelere mâruz kalan  Türkçenin aslına döneceği, Risâle-i Nur’daki gerçek ve asıl Türkçenin lisânda da önder olacağı ve öne çıkarak üstünlüğü elde edeceği tesbiti, müellif Said Nursî’ye, zamanın eşsizi anlamına gelen “Bediüzzaman” ünvânını lâyık gören çağdaşı ilim ve fikir erbabının, edebiyat ustalarının takdiriyle sabittir.

“KUR’ÂN’IN CİHANŞÜMÛL BAHÇESİNDEN DERLENEN GÜL DEMETİ”

Nur Risâlelerinin Türk edebiyatında şâheser olup, imanî, içtimaî, ahlâkî, hukukî, felsefî ve tasavvufî en mühim mevzulara izâhlar getiren Risâle-i Nur Külliyatı’nın, aynı zamanda Türkçenin zirvesinde te’lif edilen bir iman, kültür ve edebiyat külliyatı olduğu önde gelen edebiyatçılarca belirtilir.

“İkinci Mehmed Âkif” olarak bilinen büyük şâir Ali Ulvî Kurucu, “kalblerde, ruhlarda, vicdan ve fikirlerde kudsî bir ideal halinde insanlıkla beraber yaşayacak olan din hissinin, îman şuurunun, ahlâk ve fazîlet mefhumunun asırlara, nesillere telkini ile meşgul olan bir dahî, candan ve cihandan geçen bir mücâhid” diye tavsif ettiği Bediüzzaman’ın Türkçe Risalelerdeki edebî cephesini şu sözlerle anlatır:

“Üstad, zevk inceliği, gönül hassasiyeti, fikir derinliği ve hayal yüksekliği bakımından harikulâde denecek derecede edebî bir kudret ve melekeyi hâizdir. Ve bu sebeple, üslûp ve ifâdesi, mevzuya göre değişir. Meselâ, ilmî ve felsefì mevzûlarda mantıkî ve riyâzî delillerle aklı ikna ederken, gàyet veciz terkipler kullanır. Fakat gönlü mest edip, rûhu yükselteceği anlarda, ifâde o kadar berraklaşır ki, târif edilemez. Meselâ, semâlardan, güneşlerden, yıldızlardan, mehtaplardan ve bilhassa bahar âleminden ve Cenâb-ı Hakk’ın o âlemlerde tecellî etmekte olan kudret ve azâmetini tasvir ederken, üslûp o kadar lâtîf bir şekil alır ki; artık her teşbih, en tatlı renklerle çerçevelenmiş bir levhayı andırır; ve her tasvir, hârikalar hârikası bir âlemi canlandırır.

“İşte, bu hikmete mebnîdir ki, bir Nur Talebesi, Risâle-i Nur Külliyatını mütalâası ile, üniversitenin herhangi bir fakültesine mensub da olsa, hissen, fikren, rûhen, vicdanen ve hayalen tam mânâsıyla tatmin edilmiş oluyor. Nasıl tatmin edilmez ki? Risâle-i Nur Külliyatı, Kur’ân-ı Kerîm’in cihanşümûl bahçesinden derilen bir gül demetidir. Binaenaleyh, onda o mübârek ve İlâhî bahçenin nûru, havası, ziyâsı ve kokusu vardır.” (Tarihçe-i Hayat, 20-21)

“TÜRKÎ İBÂRELİ RİSALE-İ NUR, MİLLETİN MEDÂR-I İFTİHÂRI”

Nur Risâlelerindeki güçlü edebiyat hakkındaki değerlendirmesine ilâveten edebiyatımızın medâr-ı iftiharı İstiklâl Marşı şâiri Mehmed Âkif Ersoy’un Bediüzzaman’ın edebiyat ve felsefedeki seviyesini anlatırken, “Victor Hugo’ları, Shakespare’leri, Descartes’ları” misâl vermesi, Nur Risâlelerinin diline ilişenlere en açık cevaptır.

Bu meseleyi izâh için, “Risâle-i Nur gâyet fasîh ve vecizdir. Sözün kıymeti; îcazındadır, kısalığındadır” değerlendirmesinde bulunan mümtaz Nur Talebesi Zübeyr Gündüzalp ise Bediüzzaman’ın eserlerindeki hususiyet ve inceliği şu cümlelerle açıklar:

“Risâle-i Nur’da, müstesnâ bir edebiyat ve belâgat ve îcâz, nazirsiz, câzib ve orijinal bir üslûp vardır. Evet, Bediüzzaman zâtına mahsus bir üslûba mâliktir. Onun üslûbu, başka üslûplarla muvâzene ve mukayese edilemez. Eserlerin bâzı yerlerinde, edebiyat kaidesine veya başka üslûplara nazaran pek münâsip düşmemiş gibi zannedilen bir noktaya rastlanırsa, orada gâyet ince bir nükte, bir îmâ veya ince bir mânâ veya hikmet vardır. Ve o beyân tarzı, oraya tam muvâfıktır.” (a.g.e, 717)

Ve bunun içindir ki, “Risâle-i Nur’un gıda hükmündeki hakikatlerinden hem akıl, hem kalb, hem ruh, hem nefis, hem his, hisselerini alabilir. Çünkü ondaki iman-ı tahkiki ilimleri, başka ilimlere ve maariflere benzemez. Akıldan başka çok letâif-i insaniyenin nurlarıdır” diyen Bediüzzaman, “aceleciler”e “yavaş yavaş okumalarını” tavsiye eder; “teenni ve dikkatle okumaya” dâvet eder. (Emirdağ Lâhikası, 59)

Yine bunun içindir ki, “doğrudan doğruya Risâle-i Nur’un yüksek hakikatlerini ve kemâlatını çekinmeyerek ruh-u canıyla herkese ilân eden muallim, âlim, şâir, edebiyatçı Hasan Feyzi Yüreğil “Ey Risâle-i Nur!” başlıklı mektubunda, “Fasih ve beliğ nüshalarının şimdiye kadar bir eşi ve bir benzeri görülmüş müdür?” diye hitap eder.

Risâle-i Nur’un “Türkî ibâreli” olduğunu nazara verir; “Türkçemiz seninle iftihar edip dolmakta, kabarıp şişmekte ve her lisan üstüne bağdaş kurup oturmaktadır” diye Nur Risâlelerinin edebiyatta açtığı muazzam yolu tasvir eder. Türkçeyi daha da zenginleştiren Nur Risâlelerinin “Türk milletinin ve Türkçenin medâr-ı iftiharı olduğunu” yazar…

“BÜYÜK BİR SAN’AT VE MAHARETLE TÜRKÇEYE TEFSİR”

Bediüzzaman, “Kur’ân-ı Hakîmin nurlar mâdeninden iktibas edilen Türkçe lisânıyla neşrettiği eserleri”yle iftihar eder. (Mektûbat, 411) Ve bütün hayatını bu milletin saadetine hasredip “yüzer Risâle, o milletin Türkçe olan lisanıyla neşredip milletin tenvir edildiğini (nurlandırıldığını, aydınlatıldığını) belirtir. (Lem’alar, 178)

Bundandır ki, “Risâle-i Nur’daki âyetler, Kur’ân-ı Hakîmin en büyük mu’cizesi olan hususiyetleri kaybettirilmeden, büyük bir san’at ve maharetle Türkçemize tefsir edildiği için, Risâle-i Nur’u kadın, erkek, memur ve esnaf, âlim ve filozof gibi her türlü halk tabakası okuyup anlamakta. Kendi istidatları nisbetinde gördükleri istifadeler karşısında ona bir kat daha sarılmaktalar…

Bundandır ki, “Liseliler, üniversiteliler, profesörler, doçentler, filozoflar okumakta. Bu münevver sınıflar, fevkalâde istifade ettikleri gibi, Risâle-i Nur’un harikulâdeliğini ve telif san’atındaki üstünlüğünü tasdik edip hayretler içerisinde bütün külliyatı okumak iştiyakına sahip olmaktalar.” (Şuâlar, 472)

Bundandır ki en büyük bir İslâm mütefekkiri ve müellifi olan Bediüzzaman’ı, komünist ve masonlar millete, bilhassa gençliğe tanıtmamaya çalışmışlardır. Fakat uyanık Türk-İslâm milleti ve gençliği, o din kahramanı Üstadı tanımış, istifade etmiş ve ettirmiştir.

Ve yine bundandır ki, Bediüzzaman, Risâle-i Nur’un kitapları arasında Arapça yazılan iki eser olan İşârâtü’l-İ’câz’ın ve Mesnevî-i Arabî’nin Türkçesini “Rahmet-i İlâhiyenin bir ihsanı” olarak kabul eder. (Emirdağ Lâhikası, 399)

“HALİS TÜRKÇE RİSALE-İ NUR”UN KUR’ÂNÎ KUVVETLİ ÜSLÛBU

Keza Nur Risâlelerinin “sadeleştirme” perdesinde kudsî ve mübârek lâfızlarının değiştirilemeyeceği hakikati de bunun içindir.

Gerçek mânâların hazinesi olan Risâle-i Nurlar için “sadeleştirme” ameliyesinin hiçbir suretle uygulanmayacağı ve bunun bir “tahrif” olacağı kanaatinin ana fikri budur.

Bu bakımdan Nur Talebeleri, Risâlelerin sadeleştirilmesini, “inadî ve zorakî bir tarzda bir tahrif olduğu” kanaatindedirler. Sadeleştirmenin, “Risâlelerdeki canlı, hakikatli, her tarafı şuurlu ve çok ince ve nazdar, mânidar lâfızları kaybettireceği” belirtilir. Sadeleştirilerek onun yerine ikame ettirilmek istenen kelimeleri, “derisi soyulmuş meyveler misali nurlu mânâlarından mücerred, donuk, bozuk, nursuz, ruhsuz adî boncuklar” olarak nitelenir.

Keza Risaleleri sadeleştirmekle, eserin üslûbunu, ifâde tarzını tamamen bozduğunu, mukaddes mânâlarını uçurduğunu nazara veren Zübeyir Gündüzalp, Necip Fazıl’a gönderdiği mektupta, “Risâle-i Nur; hârika, muazzam, muhteşem, veciz ve cem’iyetli bir eser külliyatı olması hasebiyle, ta’dilat yaparak neşrine râzı olmak mümkün değildir. Tanıyan idrâkli gençlik tarafından aşk derecesinde sevilen, şirin, lâtif, zarif ve müstesna üslûbu altüst ediyor” gerçeğini bildirir.

Okuyanların, “halis Türkçe” olan Risâle-i Nur’daki Kur’ânî kuvvetli üslûbunu anlamalarına ve takdirlerine karşı, Prof. Yıldırım’ın Risale-i Nur’un Türkçe olmasını basit bir sebebe bağlaması, büyük garâbet olmakta ve insanı hayretler içinde bırakmakta…

TÜRKÇENİN MÂNEVÎ UFKUNU GENİŞLETİR

Gerçekten milyonlarca insanın, gençliğin iştiyakla okuduğu bir şâheser hakkında hiçbir ilmî ve sosyolojik gerçeğe dayanmadan uluorta ahkâm kesmenin sebebi nedir?

Nur Risalelerini okuyanlar, Bediüzzaman’ın edebiyat ve üslûbunu idrâk ederler. Belli ki bu tür iddiaları ve saptırmaları ortaya atanlar, Risaleleri doğru dürüst okumamışlar, etraflıca tetkik etmemişler; salt kulaktan dolma uydurma yorumlarla, indî ve ırkî önyargılarla gerçekleri çarpıtmaktalar. Bu yüzden peşinen çelişkilere düşmekteler. Ya da başka bir maksatları var.

Nur Risâlelerinin her yaştan milyonlarca muhtelif seviyedeki insanlar tarafından okunması, kırktan fazla yabancı dile tercüme edilmesi, dünya üniversitelerinde hakkında araştırma tezleri hazırlanması, ders olarak okunması; okuyucularının ülke sınırlarını, İslâm coğrafyasını aşması; Doğu’dan Batı’ya, Avrupa’dan, Rusya’dan, Uzak Doğu’ya dünya radyo ve televizyonlarında okunması, kendisini ve Nur Risâlelerini konu alan programların yapılması, “halis Türkçe” olan Risâle-i Nur’un dilinin makbuliyetine işârettir. Arapça ya da Farsça kökenli olup Türkçeleşen ve Türkçeye mal olan kelimelerin kullanılmasıyla, Kur’ânî tâbirlerin “Türkçeleştirilmesi”yle Türkçenin mânevî boyutunu büyütür, ufkunu genişletir, zenginleştiren zenginleştirir.

“Risâle-i Nur Türkçesi”nin hâlen Orta Asya’dan Azerbaycan’a, bütün Türk dünyasınca kullanılan bozulmamış Türkçe olması, Türk dünyasındaki edebiyatçı ve dil bilimcilerinin ifâdeleriyle ve tasdikiyle sabittir. Milletin inancından, mâneviyatından, tarihinden, edebiyatından, iftihar kaynağı milyonlarca ilmî-fikrî-edebî eserlerden, lisânından koparılmasını isteyen “dinden tecrid”çilerin “arı dilcilik” projesiyle “dilde devrim” perdesinde Türkçe’ye ve diğer yaşayan dillere verdikleri tahribata karşı, Risale-i Nur’un bu hususiyeti, en çok Prof. Yıldırım gibi “Yaşayan Diller Enstiütüsü”nün müdürünü sevindirmesi gerekir…

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. değerli hocam yazdıklarınız çok güzel ama bir de karşı tarafın yazdıklarına bir göz atın sadece sayın kadri yıldırımın söyledikleri değil risalelerin değiştirildiğini söyleyen gurupların yayınlarına bakın mesela ilkehaber.com da risale i nur değiştirildiği ile ilgili yazı dizisi yayınlandı hemde kanıtları ile birlikte. o yazı dizisini okuyup ona bir cevap yazarsanız çok memnun olurum. çünkü beni ikna ettiler sanırım. sizden yardım istiyorum.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*