Bediüzzaman ve Risâle-i Nur hakkındaki bazı isnadlara cevaplar

Risaleleri, müellifi Bedüzzaman tashih etmiştir

BEDİÜZZAMAN, “KÜRDİSTAN” TÂBİRİNİ “ŞARKÎ ANADOLU” OLARAK DEĞİŞTİRİR

Prof. Kadri Yıldırım’ın Habertürk Tv’de söylediği, aslında zaman zaman perde altında dedikodu şeklinde ilka edilen bir diğer çarpıtma ise, “Said Nursî’nin eserleri değiştirilmiş, abiler toplanmış, ‘Burası silinsin’ demişler” türü ortaya atılan iddialar…

Risale-i Nur’daki, özellikle “Eski Said Dönemi Eserleri”nde yer alan “Kürdistan” ve “Ey Kürtler”, “Aslan Kürtler” gibi tâbirlerin ve hitapların “abiler heyeti’ tarafından ‘silindiği”ni söyleyip, özellikle bu konuda birçok “değişikler”in yapıldığı saptırması, öncelikle Risale-i Nur hakkında şüpheler uyandırmaya ve şâibe bulaştırmaya yeltenen bir bühtandır.

Öteden beri, kitaplarda “Kürtler hakkındaki yerlerin çıkarıldığı” saptırması, muhtelif zamanlarda zihinleri bulandırmak için ortaya atılan, ısıtılıp piyasaya sürülen bayat bir isnattır. Bu isnad, Bediüzzaman’ın tefsirlerinin, fikirlerinin, dâvâsının ve mücadelesinin tam aksine bir ithamdır. Öncelikle Nur Risalelerinin mânâ ve mahiyetini anlamamaktır; Risâle-i Nur’un neşriyat tarihini bilmemektir.

Gerçek şu ki “Risalelerin tahrif edildiği” iddiası, çağımızda bir Asr-ı Saadet Müslümanı olan Bediüzzaman’ın hayatında bütünüyle çoktan çürütülmüş basit bir iftiradır.

Her şeyden önce şu gerçek bilinmelidir ki; Osmanlı döneminde doğduğu bölgeye atfen kullanılan “Kürdistan” tabirini, bizzat Bediüzzaman Nur Risalelerinin bir tek kavme mahsus ve Kürtleri muhatap aldığı şaşırtmasına karşı kaldırıp kullanmadığı gibi, bütün kitaplarını ve mektuplarını bizzat “Said Nursî” diye imzalar. Hatta eski yazılarında kullandığı “Kürdistan” tâbirlerinin ekserisini bizzat “Şarkî Anadolu” olarak değiştirir. Osmanlı’dan sonra, hele yeni dönemde bu tâbirin, bütün Müslümanlara ve insanlığa Kur’ân’ın çağımızdaki tefsiri olan Risale-i Nur’un bütün kavimleri, bölgeleri aşan, Müslümanları ve insanlığı muhatap alan ulvî mânâ ve mesajı için bizzat tashih eder.

O dönemde Doğu’daki Kürt aşiretlerine verilen Meşrutiyet ve hürriyet derslerine, aslında Kürtlerin yanısıra Türklerin, Arapların ve bütün diğer Müslüman kavimlerin muhtaç olduğunu belirtip, “45 sene sonra eline geçen ‘Münâzârat’, ‘Sünûhat’, ‘Divân-ı Harb-i Örfî’” gibi “Eski Said eserleri”ni bu mülâhaza ile tashih eder; bütün vatandaşları, dindaşları muhatap kılar.

“ŞU ESERLERDEN HER BİRİSİ KÜRT OLDUĞU GİBİ, AYNI HALDE TÜRK, AYNI VAKİTTE ARAPTIR.”

Esasen, Bediüzzaman’ın bilhassa bazı eski eserleri üzerinde sonradan bizzat yaptığı tasarruf ve tashihleri, hiçbir surette mânâya yönelik değildir. İttihad, birlik, kardeşlik, meşveret, hürriyet ve Kur’ânî medeniyeti ders veren mânâ aynıdır ve asla değişmez. Ve hiçbir şekilde mânâ ve muhtevaya ilişmez, tam tersine takviye eder.

Bu esasla, Osmanlı döneminde yazdığı, sonradan eline geçen makale ve kitaplarındaki “Kürdistan” kelimelerinin çoğunun üzerini çizerek mübarek kalemiyle “Şarkî Anadolu” diye tashih eder. Hatta Osmanlı’nın son döneminde Şark’taki aşiretlere verdiği “içtimâî hayatımıza nâfî (menfaatli) hürriyet ve meşrûtiyet dersleri”nde, “Ey Kürtler!” diye başlayan bazı hitapları dahi “Ey bu vatan evlâtları!” olarak değiştirir. O gün Doğudaki Kürt aşiretlerine verilen bu derslere bütün vatandaşları muhatap kılar. Hayatı ve eserleriyle bu konudaki isnad ve iftiralara bizzat cevap verir.

Mesela “Münâzarât”ta Şarktaki aşiretlere verdiği derste “Ey Kürtler!” hitabıyla muhatap Kürtler olurken, daha sonra sözkonusu derslerin kitaplaştırılıp yeniden tab’ında Bediüzzaman, bu hitabı “Ey Türkler ve Kürtler!” şeklinde değiştirip, Kürtlerin yanısıra Türkleri de muhatap almıştır. Zira mevzubahis içtimâî derse, Kürtlerin yanı sıra Türkler de, Araplar da muhtaçtır.

“Münâzarât” adlı eserinin başındaki “İfâde-i Merâm”da “Şu eserlerden her birisi Kürt olduğu gibi, aynı halde Türk, aynı vakitte Araptır. Güya her bir eser Arap abâsını iktisâ ve Türk pantolonu giymiş külahlı bir Kürttür” ibâresi, bu anlamın ifâdesidir. (s.13)

Tıpkı 1911’de Şam’daki Emeviye Camii’nde, 100’den fazla İslâm âliminin bulunduğu on bini aşkın büyük cemaate “Ey bu Cami-i Emevî’deki kardeşlerim gibi âlem-i İslâmın câmi-i kebirinde (büyük camiinde) olan kardeşlerim!” hitabında Arapları muhatap alarak bütün Müslümanlara hitapta bulunduğu gibi, hitablarının altındaki değişmez yüksek hakikatleri ifâdede muhatap bütün Müslümanlardır…

ESKİ ESERLERİNİ TASHİH EDİP YENİDEN NEŞREDER

Hakikat şu ki, Bediüzzaman’ın zamana ve zemine göre değişen hitap cümlelerine mukabil, altındaki hakikat hiçbir şekilde değişmiş değildir. Bundandır ki eskiden neşrettiği makalelerine, yazılarına, eserlerine dair şu hakikati serdeder:

“Bütün kuvvetimle derim ki: Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki (makalelerimdeki) umum hakaikta nihayet derecede musırrım (ısrarlıyım). Şayet zaman-ı mazi (geçmiş zaman) cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adâletnâme-i şeriatla (şeriat mahkemesi ile) dâvet olunsam; neşrettiğim hakaikı (hakikatleri) aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcâatının (gereğinin) modasına göre bir libas (elbise) giydireceğim. Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ (akılların tenkidi, soruşturması, sorgusu) mahkemesinden tarih celbnâmesiyle celb olunsam, yine bu hakikatleri tevessü (genişleme) ve inbisat (yayılma) ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez (değişmez); hakikat haktır. Elhakku ya’lû velâ yu’lâ aleyhi. “Hak üstündür, ondan üstün olamaz.” (Sünûhat, s.14-15)

Doğrusu, Bediüzzaman’ın eserlerine bakıldığında, irâd ettiği hakikatli fikirlerinin değişmediği görülür. “1908’lerde neyi konuşmuş, neyi yazmışsa, aynısıyla hak ve hakikat olduğu ve el’an da ve hatta kıyamete kadar da o hakikat, lüzum-u kat’îsinin bütün cihetleri ve çıplaklığıyla ortada olduğu gibi; o tarihten otuz üç yıl sonra, yani 1951’lerde aynı hakikatleri, tevessü’ ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamak ya da has ve hususî iken, umûmileştirmek ve bir nevi cüz’iyyetten külliyete çıkarmak gayesiyle ufak tefek bazı tasarruflarla yeniden tashih ederek neşrettiği şekliyle de elbetteki haktır, hakikattir ve yerindedir.” (Abdülkadir Badıllı, Asâr-ı Bediiye, 670)

Eskide yazılmış bir eserinde Kürtlere hitap ettiğinde, “İslâmiyet milliyeti çerçevesinde milliyetçilik hislerini tahrikle intibaha getirmek niyetiyle”, Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyübî’lerin isimlerini yâd ederken; daha sonra sözkonusu eserini yeniden neşrettiğinde Türklerde de aynı ulvî hisleri uyandırmak için Barbaros Hayreddin Paşa ve Celâleddin-i Harzemşâh vesâirenin isimlerini zikretmesi, mevzubahis meselenin mânâ ve mahiyetini açıklığa kavuşturur. (A.g.e.)

Kaldı ki bu tashihleri, eklemleri bizzat Bediüzzaman yapmıştır. Kendi kalemiyle bu isimleri ilâve ettiğini gösteren orijinal belgeler halen mevcuttur. Bütün bunlar ortada iken, hâlâ Bediüzzaman’ın bizzat yaptığı bazı mahdut tashihlerden hareketle “Risalelerin değiştirildiği”ni ileri sürmek boş bir iddiadır.

MÂNÂ VE MUHTEVA DEĞİŞMEMİŞTİR

Bütün bu gerçekler ve Nur Risalelerinin neşir tarihçesi ortada iken, Bediüzzaman’ın özellikle eski eserlerinde beyân ettiği aynı hakikatleri –zamanın icâbıyla- daha da kuvvetlendirip takviye eden düzeltmeleri, eklemeleri ya da tasarruf ve tashihleri, “Risalelerin ağabeyler tarafından değiştirildiği” şeklinde bir isnadla karalama aracı haline getirmek, hiçbir akademik bakışla ve insaflı bir araştırma hakikatiyle bağdaşmaz.

Yoksa dört cebbar kumandanlara karşı ölümü hiçe sayarak haykıran Bediüzzaman’ın, tamamen Kur’ânî olan tefsir ve tesbitlerinden tâviz verme, çekinme, korkma asla sözkonusu değildir.

Bediüzzaman’ın, “Divân-ı Harb-i Örfî/ İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi” eserinin ilk matbu nüshasında, “Biz ki Kürdüz, aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz” cümlesini, bilahare, “Biz ki hakikî Müslümanız; aldanırız, fakat aldatmayız. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz” şeklinde tashih etmesi, bunun bâriz bir örneğidir. Daha önce Müslüman Kürtlerin muhatap alındığı bir hakikat, tashihle bütün Müslümanlar kastedilerek aynı mânâ ile serdedilmiştir.

Bediüzzaman’ın ilk haliyle ve daha sonra eline geçip bizzat tashih ettiği eserleri meydandadır. İlk (eski) nüshaları ile bizzat tashihinden sonraki nüshalarının, ibârelerinin mânâ ve muhtevası da aynıdır. Zira “Bediüzzaman, eskide yazıp neşrettiği fevkalâde mühim, ciddî ve muazzam hakikatlerden geri adım atmış değildir. Her şeyini uhuvvet (kardeşlik) ittihad-ı İslâma fedâ eden o aziz ve kerim Üstad, bu hususlarda elbetteki zamanın nezâketini düşünmüş ve ilcaatını (gereğini) muhâfaza etmiştir. (a.g.e)

Hulâsa, esas gâyesi olan iman ve Kur’ân hizmetinin selâmeti hesâbına, -bazı mihrakların aksi maksadıyla istimal edebilmelerine karşı- Bediüzzaman’ın tashihleri ve tasarrufları ortada. Muhataba bağlı olarak hitap cümleleri ve “zamanın ilcaatı”na bağlı bazı kelimeleri değiştirse de altındaki muhteva ve mânâ asla değiştirilmemiş, daha da takviye edilmiştir…

“ESKİ ZAMANDAN ZİYADE BU ZAMANIN TAM BİR DERSİ”

Bediüzzaman’ın, “Divân-ı Harb-i Örfî/ İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi”ni yeniden neşrinde kitabın başına, “Yarım asır evvel tab’ edilen (basılan) bu müdafaayı, şimdi bu asra daha muvafık gördük. Güya o zamandan elli sene sora bir hiss-i kable’l-vuku’ ile (ilhamî bir önsezi ile) bir nev’i ihbâr-ı gaybî (gaybî haber verme) olarak hayat-ı içtimâiyeyi (sosyal hayatı) alâkadar eden çok hakikatlere temas ettiğinden neşredildi” notunu düşmesinin anlamı budur. (s.11)

Keza kitabın basımından kırk beş sene sonra yeniden tashih edip son şeklini veren Bediüzzaman’ın, yeniden tab’ ettirmek için Ankara’ya gönderdiğinde yazdığı mektup, yarım asır sonra eline geçen eski kitaplarında yaptığı bazı mahdut tashihlerin hedef ve maksadını izah eder:

“Aziz sıddık kardeşlerim; bu tashihli tarzı hâs dostlar meşveretiyle teksir edebilirsiniz. Bu musahhahın (tashih edilmiş eserin) bir suretini İnebolu’ya gönderip, eski harflerle kabil ise teksir edilebilir. Madem eski zamanda iki defa tab’ edilmiş, kimse itiraz etmemiş… Hem ilişmek ihtimali bulunan bazı kelimeler de değiştirilmiş ayn-ı hakikat bir risaleciktir. Has dostların tensibiyle, fakat sıhhatine tam dikkat etmek şartıyla neşredebilirsiniz. Eski zamandan ziyade bu zamanın tam bir dersi olabilir.”

Görüldüğü gibi, Bediüzzaman, “eski zamandan ziyade bu zamanın tam bir dersi olan” ve “aynı hakikat bir risâlecik” dediği “Divân-ı Harb-i Örfî / İki Mekteb-i Musîbetin Şehâdetnâmesi”ni, tashih ettikten sonra “has dostların meşveretiyle” ancak “sıhhatine tam dikkat etmek şartıyla” neşrini bizzat istemiş…

“RİSALELER DEĞİŞTİRİLMİŞ” İDDİASININ HİÇBİR MESNEDİ YOK

Neticede, Bediüzzaman’ın eserlerinde hayatında bizzat yaptığı tasarruf ve tashihten sonra, hiçbir şekilde herhangi bir tebdili, tağyir ve değişikliği, hangi sâikle olursa olsun Risale-i Nur’un bir cümlesine, bir kelimesine ilişmeyi haddini aşmak olarak görüp şiddetle sakınan sâdık Nur talebelerini ve hele hayatlarını Nur Risalelerinin sahih te’lif ve neşrine fedâ edip vakfeden Nur ağabeyleri, “Risaleleri değiştirmek”le itham etmek, çirkin bir iftiradır.

Esasen daha matbaalarda basılmadığı ve hatta teksir makinesine geçilmediği, yalnız elle yazılıp çoğaltıldığı tek parti devrinde Afyon Savcısı’nın tesbitiyle 600 bin yazılı nüsha yazılan ve bütün yazma eserlerde en başta Bediüzzaman’ın tashihinden geçen, ardından teksir makinesiyle çoğalması ve matbaalarda basılmasıyla binlerce-yüzbinlerce Nur talebesi okuyucunun tetkikiyle rasihleşip hâfızalarda yer eden, Türkiye’nin her ilinde, ilçesinde, kasabasında, dünyanın muhtelif memleketlerinde Nur derslerinde okunup dinlenen, tekrarlanıp teyid edilen yüzlerce baskının yapıldığı büyüklü-küçüklü Nur Risalelerinin “değiştiğini-değiştirildiğini” iddia etmek, en hafifiyle Risale-i Nur’un yazılış ve neşir serencâmını bilmemek ve idrâk etmemektir. Ve hiçbir mesnedi yoktur.

BEDİÜZZAMAN’IN RÜYÂSI; İMAN VE KUR’ÂN HAKİKATLERİ VE HİZMETİ

“Modern Kürt Tarihsel söyleminde İktidar, Direniş ve Gerçeklik” konferansında, “Kürt, Süryani ve Arap Dili ve Kültürü Anabilim dalları” oluşturduklarını nazara veren Mardin Artuklu Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü Prof. Kadri Yıldırım, “Türkiye’de ‘Kerkük sorunu’ olarak adlandırılan sorun, Güney Kürdistan’ın aslî sınırlarına kavuşması sorunudur ve 80 yıldır, Bağdat’taki merkezi hükümetlerle Kürtler arasındaki anlaşmazlığın temel gerekçelerinden biridir. Kürt siyasi liderliği, yok olma tehlikesini göze alarak (30’larda Şeyh Mahmud, 70’lerde Mele Mustafa Barzanî) bu konuda taviz vermedi. Bundan sonra da vermesi düşünülemez” görüşlerinin ileri sürüldüğü, “Kürtlerin modern tarihi” üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Kemal Mazhar Ahmed’in “tarih, politika ve etnik yapı”ya dair kitaplarını çevirebilir. Ancak “Bediüzzaman’ın eserlerini değiştirmişler” demeye hakkı yoktur.

“tırtık.com” adlı sitede yayınlanan haliyle, Prof. Yıldırım, başında bulunduğu, Enstitü’de,  “kültürel mirasımızın zenginlikleri”nden saydığı Zazaca’yı sahiplenip standartlaşması, folklor alanında tezler için gayret sarf etmesiyle övünebilir. “Zazacanın gelişmesi” ve “Zazaca’ya katma değer ekleyecek akademik eserler” için, yeterli akademik donanıma sahip olabilir. Ancak hiçbir surette Nur Risalelerine, ilmî gerçeklerden uzak, indî-delilsiz iddialarla isnadlarda bulunamaz.

Yaşayan Diller Enstitüsü Müdürü olarak, Prof. Kadri Yıldırım’ın iddiası, rüyâsı ve hayali, “Zazacayı unutturmamak” olabilir. Lâkin bu “rüyâ”yı, Kurmancî Mem û Zin yazarı Ehmede Xanî`nin, ilk Zazaca Mevlidin yazarı Melaye Xasî`nin ve Seyîd Rıza’nın yanısıra, bütün dâvâsı, meselesi, hüyası, ideali ve rüyâsı İslâmiyetin ihyası, “iman ve Kur’ân hizmeti” ve istikbâlde İslâm’ın ve Kur’ân’ın hâkimiyeti olan Said Nursî`nin “rüyâsı”nı buna indirgeyemez. Zira sözünü ettiği İslâm âlimleri ile birlikte Bediüzzaman’ın ruhu, İslâm’ın ve Kur’ân’ın hakikatlerinin arşında dolaşır.

Prof. Yıldırım, “Kürtlerin İslâm öncesi kadim tarihi”yle hemhal olup, “Demirci Kava” ile “Zerdüştlük”le bilimsel olarak ilgilenebilir. Ama eserleri, bizzat tashihi ve tasdiki ile neşredilen Bediüzzaman hakkında uluorta ahkâm kesmekten sakınmalıdır. Bir dizi yanlışla, Bediüzzaman’ın isminin ve eserlerinin değiştirildiği benzeri isnadlara hakkı yoktur…

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. değerli hocam yazdıklarınız çok güzel ama bir de karşı tarafın yazdıklarına bir göz atın sadece sayın kadri yıldırımın söyledikleri değil risalelerin değiştirildiğini söyleyen gurupların yayınlarına bakın mesela ilkehaber.com da risale i nur değiştirildiği ile ilgili yazı dizisi yayınlandı hemde kanıtları ile birlikte. o yazı dizisini okuyup ona bir cevap yazarsanız çok memnun olurum. çünkü beni ikna ettiler sanırım. sizden yardım istiyorum.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*