Risale-i Nur hareketinin ana gövdesi

Şeyh Said hadisesi bahane edilerek, doğunun ağaları, beyleri, şeyhleri ve âlimleri Batı Anadolu’ya sürgün olarak gönderildiği gibi; o hadiseyle hiç ilgisi olmadığı halde, büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretleri de batıya sevk edildi. Bu, kaderin garip bir tecellisi ve sevk-i İlâhî idi.

Van’dan alınarak, Erzurum üzerinden Trabzon’a, oradan vapurla İstanbul, İzmir, Antalya güzergâhından Burdur’a yerleştirildi. Dokuz ay kadar kaldığı bu ilde, önce Nurun İlk Kapısı adındaki eserini telif etti. İnsanlar etrafında toplanmaya ve telif edilen eseri çoğaltarak yaymaya başladılar. Bundan rahatsız olan hükümet erkânı, Bediüzzaman’ı oradan Isparta’ya, oradan da, o zamanlar kuş uçmaz kervan geçmez bir kasaba olan Barla’ya naklettiler. Risale-i Nur Külliyatının üçte ikisi bu nahiyede telif edildi. Sekiz seneye yakın kaldığı bu beldede ve Isparta ve civarı köylerde onun dâvâsına gönül veren ve her şeyini bu uğurda feda eden nice kahramanlar yetişti. Bu hizmetleri yüzünden önce Eskişehir mahkemesinde, yüz on yedi talebesiyle birlikte muhakeme oldu. Tahliyeden sonra Kastamonu sürgün yılları başladı. Arkasından Denizli mahkemesi geldi. Oradan da berat alınca Emirdağ’a sürgün edildi. Her gittiği yer onun için bir irşad ve hizmet alanı oldu. Bu hizmetleri yüzünden de Afyon mahkemesi safahatı başladı. Çok sıkıntılı, eziyet ve işkencelerle dolu hapishane hayatını, yetmiş kadar talebesiyle birlikte yaşadı. Bir Eylül ayı sabahı erkenden tahliye edilen Bediüzzaman Hazretleri Emirdağ’ına döndü.

1950–1960 yılları arasında, Isparta’da kiraladığı bir eve de gitti geldi. Demokrat Parti’nin getirdiği hürriyet havasından kısmen o da istifade etti. 23 Mart 1960 yılında, Urfa’da ruhunu Rahmana teslim ederken, geride altı bin sayfalık bir Kur’ân tefsiri ve yüz binlerce Nur Talebesini bıraktı. Ruhu şâd ve mekânı cennet olsun. Allah bizleri de şefaatine mazhar etsin, âmin.

Bediüzzaman Hazretlerinin vefatından iki ay sonra 27 Mayıs 1960 yılında ordu kanlı bir ihtilâl yaptı. Başbakan Adnan Menderes ile birlikte üç devlet adamını astı. Ülkenin siyasî hayatı darmadağın edildi. Toplumun bütün katmanları gibi, İslâm dinine hizmet eden cemaatler ve tarikatlar da bundan etkilendi. Risale-i Nur hareketi de bunların en başında geleniydi.

1960 ihtilâlindan bir müddet geçtikten sonra, Zübeyir Gündüzalp Ağabey, Üstadın “varislerim” dediği hizmetkârlarını İstanbul’da toplayarak meşveret sistemini kurdu. Hizmete ait her mesele istişare ile hallediliyordu. Nur dershanelerinin gelişmesi ve Risale-i Nur’un matbaalarda basılması böyle olduğu gibi; haftalık İttihad ve günlük Yeni Asya gazeteleri de bu istişarelerin sonucunda doğdu. “İttihadımızı korumayak için lahana yaprağı kadar da olsa, muhakkak günlük bir gazetemiz olmalı” diyen Zübeyir Ağabeyin öncülüğünde kurulan Yeni Asya gazetesi, Risale-i Nur hareketinin ana gövdesinin muhafazasına ve fikrî ittihadın sağlanmasına vesile oldu ve olmaya devam ediyor.

Haricî ve dahilî rüzgârlar, ana gövdenin Risale-i Nur mesleğinin temel prensiplerine dayalı sağlam ve dik duruşunu hiçbir zaman sarsmadı. Ve bu duruşun haklılığı, ilk başta bazılarınca anlaşılamasa da, zaman içinde tescil edildi. Bediüzzaman’ın dediği gibi “Zaman bir büyük müfessirdir. Kaydını izhar etse itiraz olunmaz.” Risale-i Nur hakikatlerine istinad eden bu çizginin ve Risale-i Nur hareketinin ana gövdesinin, kuşaktan kuşağa intikal etmesini ve kıyamete kadar sürüp gitmesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*