Risale-i Nur her derdimize devâ!

Seyahatlerden notlar ve dersler

İstanbul’da Demokrat Eğitimciler Derneği üyelerine verdiğim seminerle başlayan seyahatim 17 Aralık’ta Düsseldorf’la devam etmiş ve Bediüzzaman Hazretlerinin “Muhakemat” adlı eserinden okuma molası verilmişti. Ancak aynı günlerde Türkiye’de çıkan kriz bizim oradaki okuma programına yansımış, ister istemez arkadaşlar Türkiye ile yakından ilgili oldukları için beni günü gününe olaylardan haberdar etmişler ve konuyla ilgili Risale-i Nur’dan pasajlar sunmamızı istemişlerdi.

Biz de 15 gün boyunca, Üstadın içtimâî eserlerinden ilgili yerleri okuyarak “doğru İslâmı ve İslâmiyete lâyık doğruluğu” anlatmaya çalıştık. Bu vetirede maalesef münferit hareket edenleri ve Risale-i Nur’un içtimâî-siyasî konularını ihmal edegeldiklerinden ölçüyü kaybedip siyaset çamurunun içine düşüp boğulanları da gördük. Şimdi daha iyi anlaşıldı ki; Risale-i Nur’da meğer o ‘siyasî’ denilen meseleler bizi yanlış siyasetten ve siyasetin içine düşüp boğulmaktan koruyormuş. Demek onlar bize bir ölçü kazandırıyormuş. “Taallüm-ü siyaset siyaset değildir” gerçeğini inşaallah şimdi anlamışlardır.

Demek bazılarının Risale’ye teslimiyeti de yokmuş veya siyaset cazibesi ile unuttular. Ferdî hareket ettiler. Bediüzzaman ise “Ferdi olmayan bir meslekte tevatür vardır, tevatürde butlan yoktur”1 yani bir anlamda ‘Meşverette butlan yoktur, ferdî harekette butlan vardır’ demektir.

Risale-i Nur’daki “içtimaî-siyasî ölçüler”den sarf-ı nazar ederek içtimâiyât alanında Nur Talebelerinin ölçüsüz kalmasına sebep olanlar, genel anlamda Müslümanları çaresizliğe mahkûm ettiler. Risale-i Nur’un o nezih ismini de siyaset çamuruna bulaştırdılar! Bilhassa 1980 ihtilâli sonrası ihtilâl ve iktidarlara, dolayısı ile rejime teslimiyet yolunu seçenler maalesef bu hastalığı camialarına da sirayet ettirmişlerdi. Şimdi yeniden ‘doğru siyaset’i bulmak için kolları sıvamak gerekiyor. Hani büyüklerimiz “Bir musîbet bin nasihattan iyidir” demişler. İşte aynen öyle! Artık yeniden o Kur’ânî düsturlara sarılmak zamanıdır. Zira Üstadın “Bu millet Risale-i Nur’un dışındaki bütün yolları deneyecek (zarar ve çıkmazlarını görüp) ve dönüp dolaşıp Risale-i Nur’a gelecek” manasında bir söz sarf ediyor. Düşünürler, “Bir toplumu mütefekkirler aydınlatmazsa, şarlatanlar kandırır” demişler. Bu görev yapılmadığından dolayı; “servet, şöhret ve şehvet” düşkünlerine fırsat çıkmış, hemen arzularının tahakkuku için ihtilâl ve iktidara teslim olmuşlardır.

Halbuki Üstad bunları Hutbe-i Şamiye, Divan-ı Harb-i Örfî, Münâzarât ve Muhakemat gibi eserlerinde izah etmiştir. Belki biz bütün Nur grupları olarak, ne pahasına olursa olsun ısrarla bunları dile getirseydik bu vahim manzara olmayacaktı…

Üstadın içtimâî – siyasî meselelerde verdiği derslerin sebebi, bu gibi yanlışlardan korunmaktır. Çünkü bunlar bugünkü ve benzeri krizlerin ilâcıdır. Onun için bu gibi sorulara cevap vermek mecburiyetinde kaldık ve elhamdülillah her derde deva ve şifa olan Risale-i Nur’la ancak teselli bulduk.

Düseldorflu kardeşlerimizin moralleri çok düzgün. İstikbale Risale-i Nur’un verdiği işaret ve beşaretler doğrultusunda çok ümit ve şevkle bakıyorlar. Yoksa bazıları gibi o gurbet illerde teselliden nasibi yok, hazan ağlıyor baharında durumuna düşecektik. Cenâb-ı Allah’a ne kadar şükretsek azdır. Şimdilik o soru ve cevapları başka vakte talik ederek biz seyahatimize devam edelim.

Bilindiği gibi o günler aynı zamanda yılbaşına da denk geldği için Avrupa Nur Cemaatinin mutat toplantısı olan Ahlen merkezli toplantıya da katılmak nasip oldu. Orada da istikametin doğruluğuna dair bir ders yapmak nasip oldu ve Avrupa’nın dört bir köşesinden gelen kardeşler le kucaklaştık, şevk alıp şevk verdik. “Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadanın İslâmın sadası olacağı”nı gür bir sesle ilân ettik. Sonra tekrar Düseldorf ve sonrasında Paris’teki derse yetiştik ve iki akşam orada dershaneyi dolduran cemaatle yine bu minvalde dersler yaptık. Fransa ve Paris’in hizmet ehli Abdullah kardeşimiz (Allah ondan ve yardımcılarından razı olsun) altında evi, bir üstü erkekler ve daha üst katta bayanlara ait dersanesi olan bir bina yaptırmış. Biz de orada kaldık ve Parisli kardeşlerimize Risale-i Nur’dan bir ders okumuş olduk. Daha nice hizmet ve başarılar diliyorum ve oradan bir hatıra ile bu seyahati noktalamak istiyorum:

“RİSALE-İ NUR’U FRANSIZLARIN İMDADINA YETİŞTİRELİM”

Paris dershanesinde kıyafeti çok farklı ve ehl-i tarîk biri dikkatimi çekmişti. Onunla biraz ilgilendim ve kendisine “Türkiye’nin neresindensin?” dedim. “Ben Türk değilim, Parisliyim” dedi, ben de “Bu kadar güzel Türkçe’yi nasıl öğrendin?” dedim. Risale-i Nur’u tanıdığı ve Müslüman olduğu için Allah’ın lütfu olduğunu söyledi ve şöyle bir olay anlattı.

Kendisini Nurculuktan oranın emniyetine çağırıp eserler ve cemaat konusunda ikaz etmek istemişler, o da onlara giderken beş tane Risale götürmüş. Onlara bunları vererek şöyle demiş: “Bakın beyler, laiklik burada icad edilmiş ve en katı ve din düşmanlığı şeklinde Türkiye’de uygulanmıştır. Bu eserler ve bu cemaat buna rağmen orada binlerce beraat almış, dolayısı ile siz Türkiye’ye rağmen çok daha demokratsınız, kesinlikle bu eserleri yasak sayamazsınız. Onun için bu gerçeği anlamanız arzusu ile bu eserleri size hediye ediyorum, önce okuyun sonra konuşalım” demiş ve o eserleri verince, kendisinin sorgulamasını erteleyerek eserleri okuyacak şekilde gün vermişler. Zamanı gelince bu zat gitmiş ve o heyet kendisini ayakta ve hürmetle karşılayıp “Sen bir ilim ve fikir adamısın, kusurumuzu mazur gör, biz her ihtimale karşı bu davranışı yapmaya mecburduk. Şu andan itibaren saygı duyuyoruz ve kitaplardan varsa yine bize temin ederseniz seviniriz” deyip dost olmuşlar.

Bu hadiseyi bana anlattıktan sonra bu zatın benden bir ricası oldu, o da şudur: “Şu anda tercüme edilmiş kitaplar yetersiz, yani iki üç civarında tercüme var, bir an önce Risale-i Nur’un Fransa’ya tercüme edilerek bu milletin imdadına yetişmesi lâzım, ben o zaman icabında Paris’in ortasında bir büro kurarak dünyaya bu eserleri ilân ederim, fakat bunun için çok finansman ihtiyacı var. Ve Paris’te her şey çok pahalı. Mütercimlere de suç bulamıyorum, illâ ki bir hayır sever bulup bu ihtiyacı karşılamak lâzım, çok büyük hizmet ve maslahattır” dedi ve bana böyle bir sorumluluk ve vabal yükledi. Ben de bunun için elimden geleni yapacağımı söyledim ve bu ilânâta gazetemizdeki bu yazı ile başlıyorum. Ehl-i hamiyet ve gayret dâvâ adamlarına duyurumdur.

Teklif ve gayret bizden, himmet ve hayır sizden. İşte tam burada Üstadın “Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir”2 sözünü hatırladım. Allah bu hayr-ı aziminizi peşinen kabul etsin emin!

Dipnotlar:
1- İşaratü’l-İ’câz B. S. Nursî.
2- H. Şamiye, B. S. Nursî.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*