Risale-i Nur mesleğinde sadakat

Sözlükte; dostluk, vefalılık, içten bağlılık, içten dostluk, doğruluk, sıdk sahibi olma, güçlü dostluk1 anlamlarına gelen sadakat, sıdk mastarından türetilen bir sıfattır. Terim manası ise bir dine, bir zata, bir inanca, bir akıma veya bir ideolojiye tavizsiz bağlanma demektir. Risale-i Nur’da sadakat ise daha derin, daha özgün bir anlam ifade eder.

Risale-i Nur mesleğinde sadakat, Risale-i Nur mesleğine tavizsiz bağlılık, Risale-i Nur’u bir hayat felsefesi olarak kabullenme, Risale-i Nur Külliyatındaki düsturları ve ölçüleri önce okuma, öğrenme, özümseme, sonra hayata hakim kılma, Risale-i Nur gözüyle hayata ve olaylara bakma demektir.

Sadakat mevzuunda en bariz, en yüksek ve üzerinde ittifak edilen, peygamberlerden sonra gelen en büyük yıldız şahsiyet, Hz. Ebû Bekir Es-Sıddık’tır (ra). Sonra diğer Sahabe-i Kiram efendilerimiz gelir. Hz. Ebu Bekir’i (ra) insanlığın zirvesine taşıyan en mühim vasfı; Efendimize (asm) olan sadakatıdır.

Sadakat, Risale-i Nur mesleğinde olmazsa olmaz esaslardan kabul edilmiştir. Bediüzzaman Said Nursî talebelerine yazdığı mektupların başında “Aziz, sıddîk kardeşlerim” ifadesiyle başlar. Üstad Bediüzzaman, bu ifadesiyle Risale-i Nur mesleğinde sadakat vasfının önemine dikkat çeker.

Risale-i Nur mesleğine sadakat örneği oluşturan Nur Talebelerinin başında Zübeyir Gündüzalp gelir. O Bediüzzaman Said Nursî’de ve Risale-i Nur’da fani olmuştu. Zübeyir Gündüzalp her hâl ve şartta Bediüzzaman’ın ortaya koyduğu Risale-i Nur’un meslek ve meşrebinin muhafazası ve devam ettirilmesi için azamî gayret ettiğini şu sözlerinden anlamaktayız: “Üstadımız ölmüş olsa ve tekrar gelse ‘Zübeyir, ben bu Risale-i Nurları yanlış yazmışım. Şöyle olsa çok daha iyi olurdu’ dese, ben Risale-i Nur’dan aldığım hizmet istikametiyle Üstadımın elini öperim. ‘Üstadım, sana hürmetim sonsuz. Emret senin için öleyim! Fakat ben bu şekilde hizmet edeceğim’ der, yoluma devam ederim.”2

Zübeyir Gündüzalp’e göre, her Risale okuyan Nur Talebesi olmaz. Nur Talebesi, ihlas, uhuvvet, sadakat, tesanüd, metanet ve sebat düsturlarını taşımalıdır.3

Bediüzzaman, Kastamonulu Nur talebelerinden Mehmed Feyzi Efendiye yazdığı mektuplardan birinde, Risale-i Nur’a sadakatin önemine şöyle dikkat çeker:

“Feyzi Kardeşim,

(…) Risale-i Nur’a hizmet ise imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise velayet mertebelerini kazandırıyor…

Bu hakikate binaen, bu şehre bir kutup, bir Gavs-ı Azam gelse, ‘Seni on günde velayet derecesine çıkaracağım’ dese, sen, Risale-i Nur’u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.”4

Yukarıdaki ifadelere göre ihlas, uhuvvet, sadakat, sebat, metanet ve tesanüdün zirvesinde bulunan Isparta Kahramanlarının, saff-ı evvel olan Nur Talebelerinin makamı yüksektir.

Hakiki bir Nur Talebesi daire haricinde başka mürşidler aramaz, başka mürşidlerin peşine gitmez, Bediüzzaman’ı âhirzamanın son mehdîsi, müceddidi ve büyük müçtehidi olarak bilir.

İman ve küfür mücadelesi Hz. Âdem (as) zamanında başlamış, iki karşılıklı cephe şeklinde Kıyamete kadar devam edecektir. Nemrud’un karşısında Hz. İbrahim (as), Firavunun karşısında Hz. Musa (as) olduğu gibi, hadislerde kendisne işaret edilen din yıkıcısı Ahirzaman Süfyanıyla Ahirzaman Mehdîsi, karşılıklı cephelerde mücadele etmişlerdir.

Günümüzde bir kısım Nur Talebeleri, ne yazık ki başka mehdî arama peşindeler. Hâlbuki Fahr-i Âlem Efendimizin (asm) haber verdiği dehşetli şahıslar olan Deccal ve Süfyan ortaya çıkmış, tahribatlarını ve yıkımlarını yaparak öbür âleme gitmişlerdir. Onlardan, Müslümanlar içerisinde çıkacak olan Süfyan gelmiş, İslâm Şeriatını bozmaya çalışmış, üç yüz senede yapılamayacak bozgunculuğu bir günde yapmış, onun karşısına çıkan Mehdî, onun tahribatını iman ve Kur’ân hakikatlerini neşretmekle tamir etmiştir. Böylece Süfyan gelmiş tahribini yapmış gitmiş, karşısında Mehdî de gelerek tamir vazifesini yapıp gitmiştir. Ancak ikisi de, arkalarında birer şahs-ı mânevî bırakarak gitmişlerdir. Süfyanın şahs-ı manevîsi, onun yaptığı tahribatı değişik şekillerde devam ettirmesine karşılık, Mehdînin şahs-ı mavevisini oluşturan talebeleri de Üstadlarının tamir mesleğine devam etmektedirler.

İslam âleminde ortaya çıkan Süfyan, yapılabilecek en büyük tahribi yapmış. Eğer bundan sonra Mehdî gelecek olsa, onun karşısında bir Süfyan olması lâzım gelir, Hadislerde geleceği haber verilen ve malum şahış olan Süfyan, başka bir Süfyanın gelmesine ihtiyaç bırakmamıştır. O hâlde onun karşısındaki Mehdî de gerekli tamir ve ıslahı yaparak başka birisinin gelmesine ihtiyaç bırakmamıştır.

Bediüzzaman Said Nursî, bazı mektuplarında mehdîliği kabul etmediğini ima edip, yaptığı hizmetlerle gelecek mehdîye hazır bir vasat hazırladığını ifade etmişse de (Emirdağ L.,s.458), bunu şahsını ve mehdîliğini gizlemek için yaptığını söyleyebiliriz. Aynı mektupta ve diğer bir kısım mektuplarda bunun sebebi olarak mehdîlik manasında siyasî bir tarafın bulunduğunu, mehdîlik nâmını kabul etmesi durumunda ehl-i dünyanın bundan telâşa ve evhama kapılarak hücuma geçeceklerini, bir kısım âlimler de tenkit ve itiraza geçeceklerini ifade etmiştir.

Daha önceki asırlarda gelen mehdî ve müceddidlerin de kendilerini gizlediklerini, mehdiyet ve müceddidiyet vasıflarını sakladıklarını görürüz. Zaten Ehl-i Sünnet itikadına göre; gerçek alim, gerçek mehdî, “Ben âlimim, ben mehdîyim” demez ve diyemez. Şayet derse olmadığına delil olur.

RİSALE-İ NUR’UN NUR TALEBELERİNE KAZANDIRDIĞI İKİ NETİCE

Bediüzzaman, Nur Talebelerine yazdığı mektuplardan birinde, Risale-i Nur’un, Nur Talebelerine kazandırdığı iki mühim neticeden şöyle söz eder:

1- Sadakat ve kanaat ile Risale-i Nur dairesine girenler, imanla kabre gireceğine gayet kuvvetli emareler (delliller) var.

2- Risale-i Nur dairesinde ihtiyarımız (irademiz) olmadan takarrür (yerleşen) ve tahakkuk eden şirket-i maneviye-i uhreviye (Ahirete ait manevî şirket) cihetiyle her bir hakiki sadık şakirt, binler dillerle, kalplerle dua etmek, istiğfar etmek, ibadet etmek ve bazı melaike gibi, kırk bin lisanla tesbih etmektir.”5

RİSALE-İ NUR’UN NUR TALEBELERİNDEN İSTEDİĞİ

Risale-i Nur, Nur Talebelerinden, onlara kazandırdığı yukarıda sayılan iki mühim neticeye karşılık fiyat olarak şunu istiyor:

“Risale-i Nur, kendi sadık ve sebatkâr şakirtlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil, fiyat olarak o şakirtlerden tam ve halis bir sadakat ve daimi ve sarsılmaz bir sebat ister.”6

Bir Nur Talebesinin, yukarıda sayılan önemli iki mühim neticeyi elde edebilmesi için, taşıması geren vasıfların başında, sadakat ve kanaatle Nur Dairesine girmek geldiği ifade ediliyor. Yani Üstada sadakat göstermek, başka mürşid, mehdî aramamak ve Risale-i Nur’a kanaat etmek, yani Risale-i Nur’a kendi eseri gibi sahip çıkıp, onları okuyarak özümsemek, neşrine çalışmak, muhtaç olan kitlelere tanıtmak ve bu işi hayatında öncelikli meşguliyet olarak benimsemektir.7

Bediüzzaman, Mektubat’ta Nur Talebesinin özelliği ve şartını; Risale-i Nur eserlerini kendi malı ve telifi gibi sahip çıkması, hayatında en mühim vazifesinin; onların neşir ve hizmeti bilmesi olarak ifade eder.8

RİSALE-İ NUR’UN İHTİYACA KÂFİ OLMASI

Bediüzaman Said Nursî, Nur Talebelerine yazdığı bir mektupta şöyle der: “Risale-i Nur, hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kafi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor. Kat’i ve çok tecrübelerle anlaşılmış ki, imanı kurtarmak ve kuvvetlendirmek ve tahkikî yapmanın en kısa ve kolayı, Risale-i Nur’dadır. Evet, on beş sene yerine, on beş haftada Risale-i Nur o yolu kestirir, iman-ı tahkikiye isal eder (ulaştırır.) Bu fakir kardeşiniz, yirmi sene evvel kesret-i mütalaa ile bazen bir günde bir cilt kitabı anlayarak mütalaa ederken, yirmi seneye yakındır ki, Kur’an ve Kur’an’dan gelen Risale-i Nur bana kâfi geliyordu. Bir tek kitaba muhtaç olmadım, başka kitapları da yanımda bulundurmadım.”9

Yukarıdaki ifadelere göre, Risale-i Nur’a intisap eden bir Nur Talebesi, “hakaik-i İslâmiyeye dair ihtiyaçlar” noktasında Risale-i Nur’a kanaat etmelidir. Risale okuma üzerine yoğunlaşmalı, iman ve Kur’ân hakikatlerini derinlemesine kavramak için tekrar tekrar ferdî veya grup olarak okuyup müzakere etmelidir. Kur’ân’ın bu asra bakan mesajını yansıtan ve onun bir mucizesi olan Risale-i Nur, Bediüzzaman’ın ifadesiyle diğer kitaplar gibi okunmamalıdır. Her yeni okuyuşla kalbe yeni pencereler, yeni ufuklar açılmaktadır. Zübeyir Gündüzalp’in ifadesiyle “Daima okumak, dem ve damarlarımıza karışacak derecede okumak… Okumak, yazmak, dinlemek, susmak… Satır satır, kelime kelime okumak…”10

Risale-i Nur, Bediüzzaman’ın ifadesiyle eskiden on beş sene medrese tahsiliyle ulaşılabilecek bir hakikate on beş haftada ulaştırıyor. İslâmî hakikatlerin öğrenilmesi için daire haricindeki bir müellifin bir cilt kitabını okumak yerine, Risaleden beş-on sayfa okumak daha faydalıdır.

Rivayet edilir ki, Padişah 2. Mahmud’a vezirlerinden biri, keçiboynuzunun faydalarından söz eder. Padişah kendisine bu meyveden bir miktar getirilmesini emreder. Bir tanesini ağzına alıp çiğnedikten sonra tükürür ve şöyle der: “Birkaç gram şeker için bir kilo odun çiğnemek istemem, götürün.”

Sözün özü: Hakiki Nur Talebesi olmak ve yukarıda müjdelenen iki mühim neticeyi elde etmek istiyorsak; Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a kanaat edip, sadakat göstermeliyiz. Nur Talebeliğinin gereğini yapmalı, başka mürşidler, başka mehdîler aramamalıyız.

KAYNAKLAR :
1- Osmanlıca- Türkçe Lugat, sadakat md.
2- İhsan Atasoy, Nurun Büyük Kumandanı, s.151.
3- İbrahim Kaygusuz, Zübeyir Gündüzalp, s.364.
4- Kastamonu L.,s.104-105.
5- Tarihçe-i Hayat, yeni tanzim, s.489.
6- Kastamonu L., yeni tanzim, s.78.
7- Barla L. yeni tanzim,s523.
8- Mektubat, yeni tanzim, s.576.
9- Tarihçe-i Hayat, yeni tanzim, s.446.
10- Altın Prensipler, s.38

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*