Risale-i Nur yasağı Rusya’ya yakışmıyor

21. yüzyılın insanî ve ahlâkî mesajı Nur Risaleleri’ne, Avrupa’nın, Asya’nın, Rusya’nın ihtiyacı var. Doğu ile Batı, değerler mübadelesi yapmalı…

Van Milletvekili, Dışişleri Komisyonu ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Üyesi Burhan Kayatürk:  Risâle-i Nur yasağı, Rusya’ya yakışmıyor

Van’ın Pirgarip Köyünden çocuk yaşta çıkmak zorunda kalan Burhan Kayatürk, ilk ve orta tahsilini Van’da, Lise’yi Ankara’da okuyan bir Anadolu çocuğu. Çaldıran depreminde babasının vefâtı üzerine âilenin büyük çocuğu olarak, kardeşlerine ağabeylik yükümlülüğü aldı, örnek olma sorumluluğunu taşıdı. Peşinden yurt dışı eğitim bursu ile Pakistan’ın Lahore Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Çocukluk yıllarından beri başarılı öğrencilik hayatı boyunca hep çalıştı. Amerikan Uluslar arası üniversitesinde işletme dalında master yaptı. Pakistan’da, Hindistan’da ve Bangladeş’te birçok projede yönetici ve müdür olarak görev aldı. Pakistan’daki birçok büyük yatırım projesinde katkısı ve emeği olan Kayatürk, eğitim ve iş hayatı boyunca hep memleket ve sıla hasreti yaşadı. “Genç kardeşlerime başarılı olabilmeleri adına tavsiyem; şartlar ve imkânlar ne olursa olsun çalışmaktır ve şükretmektir” tembihinde bulunuyor. İlk dönem Ankara’dan, akabinde Van ilinden AKP’den milletvekili seçilen Kayatürk, ilk dört yıllık dönemde Avrupa Birliği Türkiye – Avrupa Birliği Karma Parlamentosu üyeliğini yaptı; iki yıldır Avrupa Konseyi Parlamenter  Meclisi üyesi parlamenter olarak Türkiye’yi temsil ediyor.  AKPM’yi tam bir demokratik zemin olarak tavsif eden Kayatürk, başta çevre, nano-teknolojisi, Kürt sorunu, İslâmofobya, ırkçılık, yabancı karşıtlığı gibi uluslar arası toplumun ve bölgenin problemlerine dair tebliğler sunmuş. Batı ile Doğu’nun değerler çatışması yerine değerlerini birleştirmeleri gerektiğini belirten Kayatürk, “Batı düşüyor, Doğu yükseliyor; Avrupa’nın içe kapanmacı, dışlayıcı, ayrıştırıcı, ayrıcı politikalarının Batı’yı daha da düşüreceğini nazara veriyor.

“Avrupa’nın Asya’yı anlaması lâzım. Eğer Avrupa bu gidişatla devam ederse ciddî mânâda Asya’nın çok gerisine düşmek durumunda kalacak” tesbitinde bulunan Burhan Kayatürk, “Batı, bugünkü teknik ve teknolojide üzerinde hakkı olan kadim Doğu/Asya medeniyetinden istifade etmelidir. Değerler mübadelesinde bulunmalıdır” diye konuşuyor. Kayatürk’ün dikkat çektiği bir diğer husus, Bediüzzaman’ın analizlerinin insanlığın temel meselelerine çâreler getirmesi. Doğu’nun meşveret ve şûrâ hükmüyle meseleleri çözüme kavuşturması; Batı’dan, temelde bizim mâlımız olan insanî değerleri alıp ihya etmesi…

Bediüzzaman Said Nursî’nin baştanbaşa iman ve ahlâk dersi olan iman ve kültür külliyatı Kur’ân tefsiri Nur Risalelerinin Rusya’da yasaklanması ve bu kitapları okuyanlara soruşturmalar açılıp, yargılamalarla cezâlar verilmesi hakkında, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde Rusya delegesi parlamenterlerle görüştüğünü kaydeden Kayatürk, özellikle Rus delegasyonu Başkanı’yla diyaloğunu anlatıyor. Yasaklanan Risalelerin İngilizce, Rusça ve Fransızcalarını takdim ettiği delegelerden olumlu ve sıcak mesajlar aktarıyor. Kayatürk’ün tesbitiyle, “Bugün bütün dünyanın en önemli sorunlarının başında mâneviyatsızlık geliyor.  Avrupa’da olduğu gibi 70 yıllık komünizm rejiminden sonra Rusya’da da toplum mânevî boşluk ve ahlâkî çöküntü problemini yaşıyor.” Bundandır ki, mânevî-ahlâkî zâfiyetle, gençliğin, yeni nesillerin, içki, uyuşturucu, kumar, kötü madde bağımlılığı bataklığına saplanmasına karşı, Avrupa’nın, Asya’nın, Rusya’nın ve bütün insanlığın Bediüzzaman’ın eserlerine ihtiyacı olduğu gerçeğini sosyal vakıalarla dile getiriyor.

Burhan Kayatürk’e göre, Avrupa Konseyi’nde yer alan ve AB’nin demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları gibi değerlerini paylaşan demokratik Rusya’nın, ilmî, ahlâkî, imanî, edebî eserler olan ve bütün dünyada bütün dillere tercüme edilip okunan Nur Risalelerinin kitap yasağı yakışmamakta. Kayatürk, “Böyle bir yasak olmaz” diyor; ve bu hususta her türlü çalışmanın yapılacağını bildiriyor…

AVRUPA KONSEYİ BİR DEMOKRATİK ZEMİN

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi toplantısına gittiniz. Bu bünyedeki çalışmalarınız ve temaslarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Avrupa Konseyi önemli bir kurum. Birleşmiş Milletler’den sonra en önemli bir uluslar arası organizasyon sayılır. Avrupa Birliği’nin 27 üyesi vardı, 28. üye çok yakın bir tarihte Hırvatistan oldu. Ancak Avrupa Konseyi’nin 47 üyesi var. Türkiye de bu üyelerden bir tanesi.

Türkiye’de Avrupa Konseyi ile AB sık sık karıştırılır. Ben geçen dönem Türkiye-Avrupa Birliği Karma Parlamento üyesi idim. Bu dönemde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde (AKPM) Türkiye’yi temsilen üye olarak bulunuyorum.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi de AB gibi çok önemli bir grup. İnsan hakları, demokrasi, sosyal politikalar, iklim-çevre gibi birçok beynelmilel konuların ele alındığı ve çok önemli tavsiye kararlarının çıktığı bir kurum. Burada Türkiye’nin çıkarlarını başa alarak dünyadaki bütün meselelerle, problemlerle alâkalı görüş bildiriyoruz.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin önemli başka bir özelliği var; çok hızlı işleyen bir kurum. Bizim TBMM’de –maalesef- beş ayda yaptığımız bir işi AKPM’de beş günde yapıyoruz. Muazzam bir sistem ve mekanizma kurulmuş. Herkesin yeri, konuşmasının zamanı, soru sorma zamanı belli. Bu parlamentonun bünyesinde genel kurullar var, kurullar var, komisyonlar var, aynı zamanda gruplar var…

Türkiye’yi temsilen milletvekili olarak orada başka bir sıfatınız var; aynı zamanda herhangi bir grubun da üyesisiniz, partiler Sosyal Demokratlar, Avrupa Halk Partisi (Hıristiyan Demokratlar Grubu), Yeşiller, sol gruplar gibi. Bir diğer sıfatınız da komisyon üyeliği. Dolayısıyla beş günden yoğunlaştırılmış bir parlamento çalışması yapılıyor.

Kısacası, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi aslında tam bir parlamento. Çok muazzam bir potansiyeli olan ve gerçekten tam bir demokratik zemin. Bu zemini değerlendirmek gerekiyor…

İNSANLIĞIN MADDÎ VE MÂNEVÎ MESELELERİ…

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde zaman zaman gündem dışı konular da ele alınıyor. Herhangi bir parlamenter Meclis’te ülkesinin bir meselesini veya küresel herhangi bir konuyu gündeme getirebilir. Başka bir şans daha var; orada 47 ülkeden milletvekilleri ile görüşüyorsunuz. Hatta sadece 47 ülkenin milletvekilleri ile değil, Filistin gibi “gözlemci” ülkelerden gelen milletvekilleriyle de görüşebiliyorsunuz…

Bir başka husus; herkesin beş günlüğüne geldiği AKPM zemininde, başka ülkelerin cumhurbaşkanlarıyla, başbakanlarıyla, bakanlarıyla görüşebiliyoruz. Yani önceden hazırlanmış, yoğunlaştırılmış bir program çerçevesinde meselelerin müzâkere edilip karara bağlanması mümkün oluyor.

Bundandır ki iki aylık periyotlarla bir haftalığına Strasbourg’da yapılan AKPM çalışmalarını, sunduğu bu zemin açısından en önemli bir siyaset okulu olarak görüyorum…

Komisyonlar genel olarak Paris’te oluyor. Bunun yanı sıra zaman zaman herhangi bir başka ülkede de olabiliyor. Meselâ Almanya’da, Moskova’da yaptık. İstanbul’da daha önce yapılmış, yine Türkiye’de Van’da yapmak istiyorum…

Biz bu parlamento çatısı altında Türkiye’nin çıkarlarını başa koyup, bu doğrultuda siyaset yapıyoruz. Öbür tarafta dünya bugün insanların çok az bir kısmının –maalesef– adâlet diye bildiği, çifte standartlardan uzak bir demokrasi diyebildiği bir dönemde adâlet ve demokrasi diyoruz.

İnsan onuruna yakışır ahlâkî bir yapının da bir şekilde savunuculuğunu yapıyoruz. Bunun Avrupa Konseyi’nde savunuculuğunu yapıyoruz. Bu demokratik zeminleri ülkemizin, bölgemizin ve insanlığın problemlerini çözmede, maddî ve mânevî değerleri edinmede değerlendirmemiz gerek…

İSLÂMOFOBYA, İNSANLIK SUÇUDUR

AB sürecinde Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi zemininde demokrasi, insan hakları, hak ve hürriyetler çerçevesinde yaptığınız çalışmalar, görüşmeler, sunduğunuz tebliğler hakkında bilgi verir misiniz?

Aslında ilk dört yıllık dönemde ben Avrupa Birliği’nde Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamentosu’ndaki konuşmalarımız, sunumlarımız, sorularımız oldu. Son iki yıldır Türkiye’yi temsilen Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde Türkiye’yi temsil eden milletvekilleri olarak da birçok önemli konularda sunumlarda bulunduk.

Bu çerçevede, çevre, nano-teknolojisi, Kürt sorunu, İslâmofobya konuları başta olmak üzere tebliğler sundum. Sırası gelince konuşmalarımızı yapıp konuyla ilgili etraflı bilgileri ihtiva eden dosyalarımızı takdim ettik. Türkiye’den gidenler bir-iki tanesi Fransızca sunumlarını yapıyor, geri kalan çoğu İngilizce yapıyor.

Çevre hakkında, çevrenin korunması gerektiğini, çevrenin bize emânet olduğunu, emânete kendi farklı perspektifimizle bakıp bunun hesâbının verileceğini belirttik ve oldukça ilgi çekti.

Nano teknoloji konusundaki konuşmamda, kanserle mücadelede tıbbın şu anda çok da iftihar edici bir durumda olmadığını, silâha giden paranın çok az bir kısmının tıbbî araştırmalara gidebileceği gereğini vurguladık.

Keza Suriye’deki insanlık dramının gelecekte hepimize utanç yaşatacağına dair noktalar üzerinde durduk. Bu arada İslâmofobyanın, xonopohobianın (zenofobiyanın), yani ırkçılığın bir nev’î insanlık suçu olduğuna dikkat çektik…

BATI DÜŞÜYOR,DOĞU YÜKSELİYOR…

Güney Asya’da, Uzakdoğu’da uzun yıllar bulundunuz, Asya toplumlarını bir anlamda yakından tanıma fırsatını buldunuz. Bu arada son altı yıldır AB – Türkiye Karma Parlamentosu’nda ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nde Türkiye’yi temsilen bir parlamenter olarak görev yaptınız. Bediüzzaman Hazretlerinin, yaklaşık bir asır önce, “İşte Hindistan, İslâmın müstaid (kâbiliyetli) bir veledidir (oğludur.) İngiliz mekteb-i idâdîsinde (yüksek mektebe hazırlayan lisesinde) çalışıyor” târifinde bulunur. Bugün bilişim teknolojisinin, silikon vadilerinin Hindistan’da, Pakistan’da konuşlandığı, keza Batı’nın bütün oyunlarına ve engellemelerine rağmen, (Hindistan’ın yanı sıra) Pakistan’ın nükleer enerjide ilerlediğini ve atom bombasına sahip tek İslâm ülkesi olduğunu görüyoruz. Bu temel parametrelerle Asya ve Avrupa’nın geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Batı bugün ciddî ekonomik ve sosyal sıkıntılar içinde yaşlanmış bir toplum. Ancak Avrupa’nın bu bakışla problemlerine çözüm getirmeyeceğini biliyoruz. Öncelikle ırkçılığa en ufak bir tolerans duymaması gerekir. Batı’nın kucağını daha fazla açması; Asya’dan, İslâm dünyasından, Hindistan’dan, Pakistan’dan, Bengladeş’ten, Asya’dan Avrupa’ya insan göçü ve beyin göçü önündeki engellerin kaldırılması gerekir. Avrupa’nın içe kapanmacı, dışlayıcı, ayrıştırıcı, ayrımcı politikalarının ekonomiye en ufak bir fayda getirmediği gibi Batı’yı daha da fakirleştireceği, yalnızlaştıracağı mesajını verdik…

Avrupa ve Asya’nın dünden bugüne durumunu, bir Batılı gazetecinin meşhur bir sözü çok iyi târif eder: “Vaktiyle bir gazeteci kızına der ki, ‘Kızım benim annem bana, ‘Tabağındaki yemeği iyice bitir, çünkü o tabaktaki yemeği Hindistan’da ve Çin’de bulamayan milyonlarca insan var.’ Ben şimdi kızıma diyorum ki, ‘Yavrum kendini o kadar iyi yetiştir ki ileride sen milyonlarca Çinli ve Hindistanlı mühendisle yarışacaksın…”

Şimdi bu duruma geldik. Batı doksan yaşında ihtiyarlamış ve mezara doğru iniyor; yani şahâne tesbitle, Batı doksan yaşında, Doğu dokuz yaşında büyüyor, güçleniyor ve yükseliyor…

Batı, demokrasi, sanayi ve teknoloji açısından medeniyetin bütün dünyaya yayıldığı yer. Merhum düşünür Cemil Meriç’in ifâdesiyle “Batıda bir karanlığın başladığını, güneşin Doğudan yükseldiğini” ve özellikle Uzakdoğu’dan Güney Asya’ya gelerek Türkiye’ye kadar ciddî mânâda ekonomik gelişimin ve potansiyelin olduğunu, buna mukabil Avrupa’nın düşüşte olduğunu görüyoruz.

Aslında “tarih tekerrürden ibarettir” gerçeği bir defa daha tahakkuk ediyor. Batının bugün bunu çok iyi analiz etmesi lâzım. Zira problemi çok iyi târif etmişler. Ama çözüm noktasında tam tersi bir çâresizlik içindeler. Bir anlamda teşhis var, tedavi yok…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*