Risale-i Nur’a devlet tekeli 27 Mayıs planı

1963’te risalelerin telif ve neşir hakkını zor ve tehdit  kullanarak devralıp engelleme girişiminde bulunulmuş.

ÜNLÜKUL BEKİR BERK’E BİLDİRDİ

1963’te, İsmet İnönü’nün başbakanlığı döneminde Abdülmecid Ünlükul’a, ağabeyi Bediüzzaman’a ait eserlerin telif ve veraset haklarını devrettiğine dair bir belge tehditle imzalatıldı. Ünlükul bilâhare durumu Bekir Berk’e bildirdi.

TEDBİREN DURDURULMASI İSTENDİ

Daha sonra “Bediüzzaman” isimli bir dergi çıkaran Mustafa Kırıkçı’ya karşı açılan davada, “Risale-i Nur Külliyatı adı altında toplanmış her türlü resim, makale ve kitapların yayınlanmasının tedbiren durdurulması” talep edildi.

BEKİR BERK TALEBİ GERİ ÇEKTİRDİ

Söz konusu belgenin zorla imzalatıldığını Ünlükul’un kendi beyanlarıyla ortaya koyan Avukat Bekir Berk, eserlerin neşrinin durdurulması talebinin geri çekilmesini ve davanın “feragat mukavelesi” ile sonuçlanmasını sağladı.

Risale-i Nur’a devlet tekeli 27 Mayıs planı

TARİHî BİLGİ VE HATIRALARDA Risale-i Nur eserlerinin telif ve neşir haklarınA devletçe EL KONULARAK, neşrinin engellenmesiyle ilgili çabalara, ilk defa 1963’te İsmet İnönü hükümeti tarafından bilfiil teşebbüs edildiği ortaya çıktı.

Risale-i Nur eserlerinin telif haklarının devletçe gasp edilerek yayınlanamaz hale getirilmek istenmesiyle ilgili çabalara, ilk defa Cemal Gürsel’in cumhurbaşkanı olduğu 1963’teki İsmet İnönü hükümeti tarafından bilfiil teşebbüs edildiği ortaya çıktı.

O günlerde Risale-i Nur’un telif haklarını almaya çalışan Av. Kayhan Selek ve Erdoğan Bakkalbaşı gibi müşahhas isimlerin de zikredildiği tarihî bilgi ve hatıralar, Bediüzzaman’ı gören son şahitlerden merhum Mustafa Kırıkçı’nın da isminin geçtiği olaylarla sabit.

Yeni Asya Neşriyat’tan İslam Yaşar imzasıyla çıkan ‘Bediüzzaman Beşlemesi’ isimli tarihi romanın beşinci cildi olan ‘Muhabbet Fedaileri’ isimli kitapta roman üslubundaki tasvirlerin arasında tarihî ve müşahhas gerçeklere değiniliyor.

Ayrıca Av. İbrahim Ünlü’nün internette yer alan, 10.2.2012 tarihli “Risale-i Nur’un sadeleştirilemeyeceği” hakkında kaleme aldığı bir makalede de aynı gerçekler tarihî kayıt ve belgeleriyle teyit ediliyor.

1960’LARDA ÇANKAYA’DA YAPILAN GİZLİ TOPLANTI

Yeni Asya Neşriyat’tan çıkan “Muhabbet Fedaileri” isimli tarihî romanın 43. Bölümü olan “Dava Adamı” başlıklı kısmında 127. sayfadan itibaren tarihî gerçekler aynen şöyle tasvir ediliyor:

“Eskiden ‘Nurcularla mücadele’ dendiği zaman, dişi dökülmüş, tırnağı sökülmüş bir aslan gibi kükreyerek saldırıya geçen İnönü, bu sefer tilki kurnazlığını seçti ve devletin üst makamlarını işgal eden birkaç has adamının katıldığı gizli bir toplantı yaparak işe başladı. (…)

“Etrafında her zaman böyle başı yerde insan manzaraları görmeye alışkın olan İnönü, ihtiyar fakat menfur ve kurnaz olmasına rağmen, bunca adama hükmetmenin gururuyla arkasına yaslandı.

“İşte tam o sırada fark etti Davud’u. Uzun zamandır yurt dışındaki gizli teşkilat merkezlerinde eğitim gören ve gelir gelmez işe başlayan mahir bir ajandı o. Diğerleri gibi yılışıp yaltaklanmıyor, ısrarla kendisine bakıyordu. Onun bu hali, koltuğuna konan çivi gibi gururunu incitti. Gözleri çok iyi görmesine rağmen, kamburunu çıkararak ona doğru eğildi.

‘Birşey mi söyleyeceksin David, pardon Davud?’

‘Müsaade buyurursanız Paşam.’

‘Ne söyleyeceksin?’

‘Plânınız son derece mükemmel, tebrik ediyorum. Yalnız bu şekilde davranarak bütün Nurcuları karşımıza almıyor muyuz?’

‘Başka ne yapabiliriz?’

‘Onların yegâne kuvvet kaynaklarına el koyabiliriz.’

‘Nasıl?’

‘Said Nursî’nin eserlerinin telif haklarını satın alarak.’

‘Kimden?’

‘Kardeşi Abdülmecid’den.’

‘Satar mı dersin?’

‘Paraya kanmazsa canından da korkmaz değil ya. Mezar naklinde yapıldığı gibi dayarız silâhı gırtlağına, bir satış sözleşmesi imzalatırız olur biter.’

‘Devletin böyle bir iş yapması millet tarafından pek hoş karşılanmaz.’

‘Biz de devlete değil, devlet destekli, geniş yetkili birkaç yayıncıya veya avukata yaptırırız. Onlar da eserlerin telif haklarını alıp kitapları neşretmezler. Ellerinde kitap olmayınca Nurcular da fazla devam etmezler ve dağılıp giderler.’

“Makul bir teklif. Makulden öte, dâhiyâne.”

“Teveccühünüz Ekselansları.”

PLANIN UYGULAMAYA KONMASI

“Risâle-i Nur’un telif haklarını almaya çalışan Kayhan Selek ve Erdoğan Bakkalbaşı adlı avukatlar, garnizon komutanı, emniyet amiri ve bir manga askerle birlikte Said Nursî’nin varisi olan Abdülmecid Efendinin evine geldiler.

“Askerler evin etrafını sardıktan sonra komutan ve amirle birlikte eve giren avukatlar, önceden hazırladıkları belgeleri Abdülmecid Efendiye uzatıp imzalamasını isterken yanına da bir zarf koydular. O, olanlardan pek birşey anlamamış gibiydi.

“Ne bunlar?”

“Vekâlet ve verâset devir belgesi.”

“Ne vekâletinden, ne verâsetinden söz ediyorsunuz siz?”

“Ağabeyiniz Said Nursî’ye ait eserlerin verâset ve telif haklarının satış usulü ile devir belgeleri.”

“Bu zarf neyin nesi?”

“Onda da telif haklarının karşılığı ve hizmetinizin mukabili var.”

Abdülmecid Efendi olduğu yerde donup kalmışcasına kaskatı kesildi. Titreyen elleri ile zarfı avukat Erdoğan Beye doğru iterken, belgeleri aldı ve okumaya başladı. Okudukça rengi sarardı, asabî titreyişleri arttı. Onun bu halinden, belgeleri imzalamaya pek niyetli olmadığını anlayan kumandan kararlı bir tavırla karşısına dikildi.

“Bu belgeleri imzalamanızda vatanın, milletin menfaati var Hoca Efendi. İmzalamadığınız takdirde vatanın, milletin zarar görmemesi için size zarar vermek zorunda kalabiliriz.”

Garnizon komutanının ne demek istediğini çok iyi anlayan Abdülmecid Efendi, ilk anda hızla başını doğrultup birşeyler söylemek istedi ise de, onun yüzünün, sözlerinden daha merhametsiz ve iğrenç bir ifade ile dolu olduğunu fark edince düşündüklerini söylemekten de, o tarafa bakmaktan da vazgeçti.

Halka biraz daha yakın olduğu için bazı insanî haller ve hasletler taşıyabileceği ümidi ile emniyet müdürüne bakan Abdülmecid Efendi, onun da vicdanını, şahsiyetini menfaatine kurban eden nâdânîlerden biri olduğunu anlayınca, yıllar önceki bir hadiseyi hatırladı ve acı acı güldü.

Bediüzzaman Said Nursî, Urfa’ya giderken yanına uğradığında, gözyaşları içinde kucaklaşıp helâlleşmişlerdi. Ağabeyi tam arabasına bineceği sırada, geri dönüp kendisini tekrar kucaklayarak kulağına eğilmiş; “Abdülmecid,” demişti. “Kardeşim, bu kadar korkak olma. Hapishanede sana Rabia’dan daha iyi bakarlar.”

“Ben ne yapabilirim ki Seyda. Cenab-ı Hak, benim cesaretimi de sana lütfetmiş. Senin cesaretin iki kat olmuş, bende ise hiç kalmamış.”

Kendisi bunları söylerken ağabeyi gülümseyerek arabasına binip gözden kaybolmuştu. Onun, o andaki tebessümünü ve sükûtunu, yüreğini saran korkuya müsamaha işareti sayan Abdülmecid, bu gaybî müsamahaya sığınarak imzaladı önüne konan belgeleri. Ardından da odasına çekilip sabaha kadar ağladı.” (s. 167)

RİSALE-İ NUR’DAN İKTİBAS YAPAN YAYINLAR DAHİ ENGELLENİYOR

“..O günlerde Ankara’da bulunan Mustafa Kırıkçı, (…) Konya’ya gitti… Hafız Abdullah Tekin ve Ali Polat’ın da yardımı ile Bediüzzaman adlı bir dergi çıkardı. (…) Aleyhte yazı yazan Çetin Altan, Falih Rıfkı gibi yazarların iddialarına cevabî mahiyette yazılar yazdı. (…) ikinci sayısı çıkmadan kapatıldı. Bu heyecanın sönmesine fırsat vermek istemeyen Kırıkçı bu sefer dergiyi Bediülbeyan adı ile çıkardı.

“Mustafa Kırıkçı’nın bu dergilerde Risâle-i Nur’dan iktibaslar yapması Ankara’nın kara ruhlu zorbalarına bekledikleri fırsatı verdi. Said Nursî’nin vârisi olan Abdülmecid Efendiden Risâle-i Nur’un telif haklarını aldıklarını iddia eden avukatlar, Kırıkçı’nın kendilerinden izin almadan bu iktibasları yaptığını söyleyerek Kırıkçı hakkında suç duyurusunda bulunup dergilerin de toplatılmasını istediler.”

AV. BEKİR BERK’İN MÜDAHALESİ VE PLANIN AKİM KALMASI

“Âlem-i İslâmın malı olan ve insanlığa armağan edilen Risâle-i Nur Külliyatı gibi bir şaheser tefsirin telif hakları bahanesiyle gasbedilmeye çalışılması üzerine, bütün Nur Talebelerinin Risâle-i Nur’a sahip çıkmalarını isteyen Zübeyir Gündüzalp, Bekir Berk’i, Fırıncı’yı, Aytimur’u, Birinci’yi de alarak Ankara’ya gitti.

“Tahsin Tola’nın evinde Said Özdemir, Mustafa Sungur, Tahirî, Bayram, Hüsnü, Abdullah, Kırkıncı gibi on beş, on altı kişi ile meseleyi müzakere eden Nur Talebeleri mahkemeye müdahale etme kararı aldılar ve hemen Konya’ya hareket ettiler.

“Mustafa Kırıkçı hapiste olduğu için Konya’da önce Abdülmecid Efendiyi ziyaret edip mahkemenin seyri hakkında bilgi alan Bekir Berk, Said Nursî’nin sağlığında kendisine verdiği vekâletnameyi mahkemeye verdikten sonra Risâle-i Nur’daki konu ile ilgili ifadeleri de içine alan hararetli ve haşmetli bir müdafaa yaptı.

“Dâvâya bakan Balıkesirli hakim, Bekir Berk’in yaptığı müdafaadan sonra, ibraz ettiği belgelere dayanarak avukatların iddialarını reddedip veraset dâvâsının düşmesine karar verince, Risâle-i Nur Külliyatı devletin hukukî tasallutundan kurtuldu.” (s. 170)

AV. ÜNLÜ’NÜN ‘TARİHî OLAYI’ TEYİT EDEN MAKALESİ

Av. İbrahim Ünlü, internette yer alan, 10.2.2012 tarihli “Risale-i Nur’un sadeleştirilemeyeceği” hakkında kaleme aldığı bir makalede aynı gerçekleri tarihî kayıt ve belgeleriyle teyit ediyor:

“1963 yılında vefadar cefakâr ve fedakâr Nur Talebelerinden Mustafa Kırıkçı, Bediüzzaman isimli haftalık dergi neşrine—istişare ile—başlamıştır. Her ne kadar bu neşriyat haftalık da olsa serbestçe hiçbir kanunî engele takılmaksızın sayfalarında iman ve Kur’ân hakikatları neşredilmekte olduğundan açtırılmış olan dava ile belli mihraklarca Bediüzzaman isimli dergi üzerinden Risale-i Nur neşriyatını engelleme çabaları harekete geçirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu engelleme çabası yalnızca derginin neşriyatını durdurmak değildir. Konya Asliye Hukuk Mahkemesine neşriyatın tedbiren durdurulması talebli dilekçede “Risale-i Nur Külliyatı adı altında  toplanmiş her türlü yazı, resim, makale ve kitabın yayınlanmasının tedbiren durdurulması” taleblerine yer verilmiş olması bu maksatlarını açıkca ifşa etmektedir.

Müracaat Bediüzzaman Said Nursi’nin hayatta bulunan tek kardeşi Abdülmecid Ünlükul adına avukatlarla yapılmış olmaktadır. Bu müracaat üzerine mahkemece tedbir kararı verildikten sonra esas davanın açıldığı ve dava dilekçesine karşılık Mustafa Kırıkçı’nın vekili Av. Bekir Berk tarafından verilen cevabi dilekçede Abdülmecid Ünlükul’a atfen “Esasen iş bu davayı Risale-i Nur Külliyatının neşrini önleyebilmek için Adliyeyi vasıta  olarak kullanmağa kalkanların tazyiklerine mukavemet edemiyerek kendisine söylenilen avukatlara vekâletname vermek suretiyle müsadere davası açılmasına rıza göstermiş ve bu işe nasıl âlet olursun diyenlere karşı da kendisini, oğlunu ve kızını memuriyetten atılmaması için katlandığını ifade ederek  ‘Ben Bediüzzaman değilim..” calib-i dikkat beyanına yer verildiği görülmektedir.

Davanın muhakemesi sürecinde taraflar arasında yapılan 07.11.1963 tarihli “Davadan Feragat Mukavalesi”  ile dava neticelendirilmiştir. Bu mukavelenin “Davadan feragat davalının Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri üzerindeki hakkını ölümünden evvel … verildiğine mütedair 20.01.1960 tarihli altı mühürlü ve Emirdağlı Mehmet Çalışkan ve Hamza Emek’in şahit bulundukları vesikayı göstermesi üzerine yapılmış”  olduğuna açıkca temas edildiği görülmektedir. Mukavele Davacı Abdülmecid Ünlükul ile vekilleri Av. Kayhan Selek ve Av. Erdoğan Bakkalbaşı ile davalı vekili Av. Bekir Berk tarafından imzalanmıştır.

Aktardığım 1963 yılına ait Konya Asliye Hukuk Mahkemesinde muhakemesi yapılmış olan dava sürecinde davacı Abdülmecid Ünlükul’un davalı ve vekili  tarafından  ibraz edilmiş olan “Yüz otuz parçadan mürekkep Risale-i Nur Külliyatından …… vesair Türkçe ve Arabi eserlerimin neşir ve muhafaza ve müdafaalarına ait her türlü haklarımı hususi hizmetkârlarım ve varislerimden …… tevdi ediyorum. Ben öldükten sonra bana ait bütün Risale-i Nur kitablarının neşrine devam edeceklerdir. Risale-i  Nur ne benim ne başkasının malıdır. Kur’an’ın malıdır. …. Bu manevi evlatlarım ve talebelerim benim tarzımda Risale-i Nur’a ve umuruna hizmet edeceklerdir. Lüzumu halinde bu vasiyetimi alâkadar resmi makamata vermek üzere tanzim ediyorum.”  Vasiyetnamede Bediüzzaman Said Nursî’nin arzu ve beyanlarının  davacı Abdülmecid Ünlükul tarafından kabul edilmiştir. Bu beyanları havi vasiyetname altında Şahitler olarak Emirdağlı Mehmet Çalışkan ve Hamza Emek’in imzaları ve Said Nursî ismi altında 16 kuruşluk damga pulu üzerinde ve haricinde S.NURSİ yazılı mührü bulunmaktadır.

Av İbrahim Hilmi ÜNLÜ
http://ihunlu.wordpress.com/

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*