Risale-i Nur ve devlet tekeli

Meşhur şair Enverî pazaryerinde bir kalabalığa rast gelir.

Bakar ki ortada bir adam yüksekçe bir yere çıkmış birkaç yıl önce yazmış olduğu kasidelerini kendi şiiri diye okuyor; halk da alkışlıyor ve bahşiş veriyor. Enverî adamı bozmak istemez bekler, kalabalık dağılınca adamın yanına yaklaşır ve sorar: “Bu şiirler kimin?” Adam cevaplar: “Tabiî ki Enverî’nin.” Şair tekrar sorar: “Sen Enverî’yi tanır mısın?” Adam son derece kararlı bir şekilde elini göğsüne vurarak yüksek sesle: “Enverî benim, ben…” der. Şair adamın sahtekârlığına dayanamaz ve ellerini açarak, “Allah’ım çalınmış şiir çok gördüm, ama çalınmış şair ilk defa görüyorum.” der.

Meclise gelen “Telif hakları ile ilgili torba kanun tasarısı” böyle bir şey. Devlet artık gözüne kestirdiği bir şiiri bir eseri isterse kamulaştıracak ve tabiri caizse şair, müellif, yazar veya ressam “benim, ben” diyecek. Hatta daha ötesi, eser sahibinin yapamadığını, yapmadığını bile yapma yetkisi olacak. Pazaryerinde mi okur, okuyabilir mi, nasıl okur veya hiç mi okumaz; bilemiyoruz. Hikâyedeki gibi tek kişi olsa yine iyi… Devlet bu, en alttaki memurundan en üst seviyesine kadar değişen bir bürokrasi çarkı… Bu çarklar hangi değerleri ve kimleri öğütmedi ki…

Gerekçe malûm: Koruma, kollama ve kurtarma. Zabitan-ı Halaskâran’dan buyana bu millet korumacılardan ve kurtarıcılardan çok çekti. İçlerinde şüphesiz iyi niyetliler de yok değildi ancak esastaki yanlış iyi niyetleri boşa çıkardı. Ayrıca ne korumaya çalıştıklarını da bilmediklerinden en çok zararı onlar verdi. Evet, bu memlekette korumacılardan korunmak çok daha önemli… Şimdi güya Risale-i Nur korunmaya çalışıyor. İlk telif yıllarından itibaren yetmiş seksen senedir her türlü zorluk ve engele rağmen Cenâb-ı Hakk’ın inayeti ve bu milletin sahip çıkmasıyla neşrine bir gün dahi ara verilmeden devam eden Risale-i Nur; koruma gayretiyle birlikte üç aydır yayınlanamıyor. Bu da bazılarının niyeti için iyi bir gösterge.

Devletin korumacılığı ne kadar sağlıklı? Bediüzzaman Hazretleri Münâzarât isimli eserinde dinin koruyucusu olarak bilinen devletin zaafından dolayı endişe edenlere verdiği cevap bu kanun tasarısına tam cevaptır: “Hem de mağlûb bîçare bir reise yahut müdahin memurlara veyahut mantıksız bir kısım zabitlere itimad edilirse ve dinin himayesi onlara bırakılırsa mı daha iyidir, yoksa efkâr-ı âmme-i milletin arkasındaki hissiyat-ı İslâmiyenin madeni olan ve herkesin kalbindeki şefkat-i imaniye olan envâr-ı İlâhînin lemaatının içtima’larından ve hamiyet-i İslâmiyenin şerarat-ı neyyiranesinin imtizacından hasıl olan amud-u nuranînin ve o seyf-i elmasın hamiyetine bırakılırsa mı daha iyidir, siz muhakeme ediniz.”

Telif hakları tasarısı eğer düzeltilmezse, devlet Risale-i Nur’u kamulaştıracak. Basım ve yayınını Diyanet yürütecek. Bu kadar büyük bir Külliyat’ın altından kalkabilmesi imkânsız. Diyanet İşleri iyi kadrosuna ve bunca dirayetine rağmen devletin kırmızı çizgilerinden çıkamaması geleceğin ne kadar zor olacağının açık bir işaretidir. Ehl-i Sünnet mezhepleri arasında bile bir politika takip eden devlet ve diyanetin; Risale-i Nur’a has bazı konulardaki davranışını tahmin etmek hiç de zor değil. Diyanet kendisi devlet hantallığından ve bürokrasi çarkından kurtulmak için vakıf gibi çeşitli araçlara yönelirken Risale-i Nur’u buraya yöneltmek çıkmaz sokağa girmek demektir.

Kanun tasarısındaki muğlaklığa rağmen bakanlığın kontrolünde başka yayınevlerinin de kitapları basmasına müsaade edileceği söyleniyor. Bu da yeni bir akreditasyon demektir. Artık devletin ve hükümetin akredite yayınevleri olacaktır. Politikacıların ve bürokratların yüksek müsaadelerine mazhar yayınevlerinden çok şey beklemek abesle iştigaldir. Okuyucularını aynı tehlike bekliyor. Çünkü Risale-i Nur’un esas gücü sivil olmasında ve okuyucusuna yani Nur Talebelerine ait olmasındadır. Hiç bir yönlendirmeyi kabul etmemesi ve Allah rızasından başka hiç bir kırmızı çizgisi olmamasındadır.

Sanat, edebiyat ve ilmî eserler gerçekte devletin işi değildir. Bu hususta en çok müdahale eden, destek veren ve bütçe ayıran Sovyetler Birliği, çarlık döneminde yetişen Tolstoy ve Dostoyevski gibi edebiyatçı yetiştiremediği gibi olanları da yok etti. Okunma seviyesini de en aşağılara indirdi. Devletin destek ve koruması en nihayetinde prangaya dönüştü.

Hadise sadece Türkiye değildir. Kontrolü hükümete ve devlete vermek demek, diğer devletlerin de kontrolüne açık hale gelmektir. Gerçekte devletlerin gücü de ne kadar sivil olduklarına bağlıdır. Bugün milletler arası birçok kuruluşa üye olan Türkiye, küresel güçlerden gelen baskılara karşı ne kadar dirençli olabilir? Koruması altına aldıkları, kısa sürede milletlerarası baskılara açık hale gelecektir. Bugün 11 Eylül gerekçesiyle pek çok Müslüman ülkenin eğitim müfredatına müdahaleler yapılıyor. İslâm’ın ruhundan ve temel kavramlarından habersiz bilen bilmeyen kişilerin yönetiminde sansüre uğruyor. Onun için bu kamulaştırmanın milletler arası boyutunu ihmal etmemek gerekiyor.

Devlet çizgisine girdiğinizde devletten veya devletlerden kabul görmek kabul görmemekten daha tehlikeli… Bugün dünyadaki hâkim güçlerin itibarı malûm. Kan, gözyaşı ve adaletsizlikte hâkim güçlerin payı büyük. Bunlardan kabul görenler ve akredite olanlar da aynı suçlamalara maruz kalacaktır. Hâlbuki dünyada yeni Müslüman olanların ekseriyeti hâkim güçlerden zarar gören veya adalet isteyenlerdir. İslâmiyet’i bir sığınak olarak görmektedirler.

Sadeleştirme gerekçe olarak gösteriliyor. Zaten kurtarıcıların hep bir gerekçeleri olmuştur yoksa da kendileri meydana getirir, teşvik eder, ortam hazırlar. Sadeleştirme hiçbir zaman tutmayacak geçici bir hevesten başka bir şey değildir. Nur Talebelerinin bu meseleyi kendi aralarında çözmesi çok uzun zaman almaz. Bir kısım zevatın hiç ilgisi olmayan devlet ve siyaseti hadiseye dâhil etmesi işi bambaşka bir mecraya sürüklemiştir. Hâlbuki Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerine, meslek ve meşrebine varis olan Zübeyr Gündüzalp’ın çizgisi olan Yeni Asya ile istişare edilseydi sağlıklı bir netice alınırdı.

Batılı bir yöneticinin söylediği bir söz vardır: “Türkiye, Türklere bırakılamayacak kadar önemlidir.” Demek ki birileri de “Risale-i Nur, Nur Talebelerine bırakılamayacak kadar önemlidir.” diyor. Evet, bazıları basit siyasî hesaplar yapıyor olabilir, ancak şer güçlerin de onları da yutacak çok derin hesapları olduğunu unutmamak gerekiyor.

Türkiye’deki yasakların kalkmasında özellikle Risale-i Nur’un serbestçe neşredilmesinde Yeni Asya’nın payı büyüktür. Bugün Türkiye ve dünya konjonktürü müsait olduğu için devlet dâhil herkes Risale-i Nur’u neşretmek istiyor, ancak şartların böyle devam edeceğini kimse garanti edemez. Yeni Asya’nın metanet ve sebat ve özellikle teyakkuz ve istikametine her zaman ihtiyaç duyulacağını kimse aklından çıkarmamalı.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*