Risale-i Nur’u, kimse, hiçbir şeye âlet etmesin!

Said Nursî, bu asra, Kur’ân’a dayanan bir hayat modeli getirmiş. Bu modeli önce nefsinde yaşamış, sonra da nasihatlerini paylaşmış. Bu Peygamberî bir ahlâktır. Peygamberimiz de (asm) öyle yapmamış mı? O nasihatlere sadakatle itimat edenler, sahil-i selâmete ulaşıyor. Etmeyenlerin başları ağrıyor, ağrıyacak.

Bu, devlet ricali için de, Nur Talebeleri için de, sair ehl-i iman için de, insan ehli için de geçerli bir ‘insanî’ kanun. Tâbi olan, rahat ediyor. Olmayanın ise, uykuları kaçıyor. Tâbi olan, bütün maddî ve manevî düşmanlarından kurtuluyor, nokta-i istinada, Allah’a dayanıyor; bir de bütün ihtiyaçlarından emin oluyor, onları tedarik ediyor, bütün ihtiyaçlara cevap veren Rabbü’l-Âlemîn’e vasıl oluyor. Daha ne kaldı. Düşmanlarından emin oldun, ihtiyaçların da karşılandı.

Mesele bitti. ‘Nokta-i istinad’ ve ‘nokta-istimdad’, sırlı kelimeler.

Gençlik yıllarımda, Risale-i Nur eserlerinin beni en çok sarsan ve kendisine bağlayan vecizelerinden birisi, İhlâs Risalesinde geçen şu cümleler idi: “Eğer O razı olsa, bütün dünya küsse ehemmiyeti yok. Eğer O kabul etse, bütün halk reddetse tesiri yok.” (Lem’alar, s. 391.)

Bu, ne kadar insana özgürlük veren, insanı rahatlatan, izzetli kılan bir cümledir. Kul olmanın ne kadar tadına doyum olmayan bir özgürlük alanı olduğunu insan bu cümlelerde görüyor, yaşıyor. Kim olursa olsun, hangi makam olursa olsun hiç kimsenin karşısında zillete düşmemeyi, izzet-i İslâmiyeyi hakkıyla taşımayı işte insana kazandıran, ancak burada geçen ‘ihlâs’ hakikatidir.

En güçlü tokat da, ihlâsı kıranlaradır. Çünkü o zaman insan sadece kendine zarar vermiş olmuyor. İhlâsı kırmakla; “hem bu hizmetteki umum kardeşlerimizin hukukuna tecavüz, hem hizmet-i Kur’âniyenin hürmetine taarruz, hem hakaik-ı imaniyenin kudsiyetine hürmetsizlik etmiş oluruz.” (Lem’alar, s. 390)

Her şeyin Sahibine dayanmaktan daha muhteşem ne olabilir?

Mal, makam, para, şöhret, kesret-i etba hepsi fena, fani ve kırılan şişeler hükmünde; ama iman, ihlâs, sadakat, samimiyet, muhabbet, uhuvvet gibi kavramlar her zaman ve zeminde insanın yüzünü ak eden ve dik yürümesini sağlayan kavramlardır. Onun için dinin en küçük bir hakikati, dünyevî, siyasî hiçbir şeye âlet edilemez. Edilse divanelik edilmiş olur.

Her insan çağının çocuğudur. Dolayısıyla çağının imtihanına tabidir.

Onun için herkesin çağını ve onun imtihanını bilmeye ihtiyaç vardır.

Bu çağın düşünen kafalarına Said Nursî’den bir kaç cümle sunmak istiyorum. Emin olun, gerek bireysel ve gerekse toplumsal anlamda bu cümleler hakkıyla anlaşılsa ve hayata tatbik edilse bireysel, ailevî ve toplumsal hiçbir problem kalmayacaktır. Çağın yıkım unsurları da, inşaa unsurları da, bu tiryak hazinede yer almış. Hastalık için, doğru teşhis, doğru tedavi ve etkili ilâç ne ise; bu helâket ve felâketler çağı için de Risale-i Nur odur.

İşte o muhteşem cümleler: “Bu asır, o damar-ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdî bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder. Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfat ile ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr ü zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerâit-ı hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehl-i dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celp etmiş ki, edna bir hacat-ı hayatiyeyi, büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor. Bu acip asrın bu acip hastalığına ve dehşetli marazına karşı Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın tiryak-misal ilâçlarının naşiri olan Risale-i Nur dayanabilir ve onun metin, sarsılmaz, sebatkâr, halis, sadık, fedakâr şakirtleri mukavemet edebilir. Öyle ise, her şeyden evvel onun dairesine girmeli, sadakatle, tam metanet ve ciddî ihlâs ve tam itimad ile ona yapışmak lâzım ki, o acib hastalığın tesirinden kurtulsun.” (Kastamonu Lâhikası)

Evet, kimsenin Kur’ân’ı ve Kur’ân hakikatleri olan Risale-i Nur’u kendi şahsî, siyasî, dünyevî hiçbir meselesine âlet etmeye hakkı yoktur. Âlet etmeye kalkanlar, elbette Kur’ân ve Kur’ân’ın hakikatlerini karşılarında bulacaklardır.

Bütün mesele bu Kur’ânî prensipleri hayatımızda yaşanır hale getirmektir. Bu, hem devlet hem bireyler için bir zarurettir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*