Risale-i Nur’u sadeleştirme adı altında ‘dehşetli bir plan’ hükmediyor

Ehl-i dalâlet ehl-i imana karşı yaptığı muharebede Risale-i Nur gibi bir esere mukabele edemeyeceklerini anlayınca planlarını değiştirmişler. Zira dinsizlerin bütün hile ve şüphelerini kökünden kesip bel kemiğini kıran Risale-i Nur’u, ancak onu sıradan bir esermiş gibi gösterip tesirini kırmakla, maksatlarına muvaffak olacaklarını düşünmüş olacaklar ki; perde üstünde bazı safdil kimseleri bu işe âlet edip, sadeleştirme adı altında bu tahrifatı yaptılar.

Doğrusu ben bu sadeleştirme adı altındaki tahrifatla alâkalı bir şey yazmak istemiyordum. Çünkü başta muazzez Üstadımızın “hem talebelerim, hem varislerim, hem de manevî evlâtlarım” gibi pek çok sözleriyle taltif ettiği, aynı zamanda hizmetinde ve Nurların telifinde bulunmuş, hem de tarz-ı hizmetine vekil tayin etmiş olduğu pek muhterem ağabeylerimiz, bununla alâkalı gayet açık mektuplar yazarak, bu sadeleştirmenin çok ciddî bir tahrifat olduğunu, gerek ilmî, gerek mantıkî ve gerekse de manevî veçhesiyle en kat’î bir şekilde ispat edip reddetmişlerdir. Buna karşın bu işe tevessül edenlerin her halde bundan vazgeçip yaptıkları bu azim hatayı telâfi edeceklerini beklerken, esefle müşahede ettik ki ikinci bir kitap daha tahrif etmişler. Buna karşı bu işe âlet olanlara burada birkaç husus zikretmeyi bir vecibe bildim; tâ ki bu sadeleştirme ile ne denli bir suikast ve ne büyük bir cinayet işlediklerini anlasınlar.

“SONRADAN TASHİH VE TANZİME MEZUN DEĞİLİZ”

Evvelâ şunu çok açık olarak belirtmek isterim ki; hizmet adı altında yapılan bu sadeleştirme faaliyeti katiyen bir hizmet değildir, belki çok büyük bir hezimettir. Sadeleştirilen eserler aslındaki hasiyeti muhafazadan çok uzak oldukları gibi, artık vasfını yitirmiş, nurlarla hiçbir alâkası kalmamış olup Risale-i Nur eserleri değillerdir.

Bunun böyle olduğunu bir hatıra ile izah etmek istiyorum. Bir gün Ahmed Feyzi Ağabey Üstadımıza gelerek “Gençlerin anlaması için Nurların bazı yerlerini sadeleştirsek olur mu?” sorusu üzerine Üstadımız: “O zaman o eser benim olmaz; ismimi siler, kitaba kendi ismini yazarsın” buyurur.

Gerek Nurlarda gerekse de hatıralarda bu gibi hususlar çokça zikredilmiş. Hatta Üstadımız “Sonradan tashih ve tanzim etmeye mezun değiliz” tabiriyle kendinin bile kalem karıştıramayacağını ve bu husustaki hassasiyetini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Üstadımızın ve varislerinin bu hassasiyetini idrak edemeyenler Nurları anlamamış kimselerdir, nasıl başkası anlasın diye tahrif ediyorlar, doğrusu hayret ediyorum.

Üstadımız eserlerin bir çok yerinde Nur Risalelerinin cansız değil belki hayattar ve ruhânî eserler olduğunu, bir mürşit gibi talebelerinin imdadına yetiştiğini, okunması da bir sadaka-i makbule nevinden bu vatanı afat-ı arziye ve semaviyeden muhafaza ettiğini zikretmiştir. Nurların sadece aklî mesail-i ilmiye olmayıp belki kalbî, ruhî ve hâlî mesail-i imaniye olduğunu, Kur’ân’dan geldiğini, akla ders verdiği gibi kalbe de iman hâli telkin ettiğini, ruha iman zevki verdiğini ilâahir beyan etmişlerdir. Bunun böyle olduğunu Nurları okuyan her akl-ı selim ve insaf sahibi anlayacağından işin bu cihetini burada ifade etmeyeceğim. Asıl bu sadeleştirme adı altında yapılan dehşetli bir plan, bu planın nereye dayandığını ve bu işe âlet olanların arkasında kimlerin olduğunu göstermek için bir hususu arz edeceğim şöyle ki:

SADELEŞTİRME ADI ALTINDA DEHŞETLİ BİR PLAN

Ehl-i dalâlet ehl-i imana karşı yaptığı muharebede Risale-i Nur gibi bir esere mukabele edemeyeceklerini anlayınca planlarını değiştirmişler. Zira dinsizlerin bütün hile ve şüphelerini kökünden kesip bel kemiğini kıran ve iman hakikatlarını madde âlemiyle iki kere iki dört eder katiyetinde ispat eden bir hakikat hazinesi olan Risale-i Nur’u, ancak onu sıradan bir esermiş gibi gösterip tesirini kırmakla, maksatlarına muvaffak olacaklarını düşünmüş olacaklar ki; perde üstünde bazı safdil kimseleri bu işe âlet edip, sadeleştirme adı altında bu tahrifatı yaptılar.

Zira aynı zihniyet, mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerîm için de “Bu Kur’ân Müslümanların elinde kaldıkça biz onlara hakikî hâkim olamayız, ya Kur’ân’ı Müslümanların elinden kaldırmalıyız veya Müslümanları ondan soğutmalıyız” demişlerdi. Daha sonra bu planın bir parçası olan “Kur’ân tercüme edilsin, ta ne mal olduğu bilinsin” fikriyle ortaya çıktılar. Yani Kur’ân yerinde tercümesi okunsun deyip, i’cazının en mühim veçhi olan îcâzını yani belagatını ortadan kaldırdırıp ruhânî tesirini ve ulvi feyzini ve daha bir çok manevî esrarını izale ettikten sonra neticede Kur’ân’dan kopan bir nesil meydana getirmek, onlar için çokta zor olmamıştır. Zaten Tarihçe-i Hayat’ta bu plan açıkça zikredilmiş ve denilmiş: “Öyle bir plan yapalım ki otuz kırk sene sonra gelen nesil kendi eliyle Kur’ân’ı kaldırsın.”

Bütün bu gibi dehşetli planlara karşı Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri: “Ben de Kur’ân’ın sönmez ve  söndürülemez bir manevî güneş olduğunu âleme ispat edeceğim” deyip o saik ile çalışmıştır. Kur’ân’ın hakikî tercümesinin kabil olamayacağını, lisan-ı nahvi olan lisan-ı Arabi’den başka hiçbir lisanın bu manaları ifade edemeyeceğini, küfrün dayandığı bütün temellerinin çürük olduğunu, imanın uhrevî saadet gibi dünya saadetine de medar olduğunu ve iman hakikatlarını zıtlarına imkân kalmayacak bir surette hak ve hakikat olduğunu güneş gibi ispat edip, küfrün temel taşını zir-ü zeber etmiştir.

Eski Said olduğu dönemde İngilizlerin İstanbul’u işgali hengâmında, Hutuvat-ı Sitte adlı eserini telif edip neşrettiği zaman, İngilizler; “Bu eser sahibi dünyada kalsa biz emellerimizi tahakkuk ettiremeyiz, derhal bunun vücudunu ortadan kaldırmalıyız” demişlerdi. Risale-i Nurlar te’lif edilmeye başlandığında ise aynı zihniyet tekrar meydana çıkıp Üstadı imha için her vesileyi kullanmaktan çekinmediler. Bazı resmî makamları evhamlandırıp âlet ederek, onu sürgün ettiler. Yanına kimseyi yaklaştırmadılar, hapse attırdılar, hücrelerde ölüme terk ettiler ve en nihayet defalarca zehirlediler, ama gayelerine ulaşamadılar. Kâinatın Efendisi Hz. Peygamber’i (asm) Kureyş müşriklerine karşı örümcek ağı ile muhafaza eden Allah-ı Zülcelâl Hazretleri, onun bu asırda en büyük bir varisini de her türlü şerlere karşı muhafaza edip, Kur’ân’ın dellâllığı vazifesini ifada onu muvaffak kılmıştır.

Üstadın vefatından sonra bu kez, hizmetin tarzını muhafazada ve Nurların intişarında üstadlarının kendilerine tevdi ettiği bu mukaddes vazifeyi yine ona lâyık tarzda muhafaza için, can ve mallarını evlâdu iyallerini nazara almadan, her türlü eza ve cefalara katlanan onun mühim ve en yakın talebelerini hedef aldılar. Çeşitli işkencelerle, akla gelmez iftiralarla, insanları onlardan uzaklaştırmak ve soğutmak ve halk nazarında küçük düşürmek, talebeler arasındaki tesirlerini kırmak için her vesileyi istimal ettiler, ama heyhat! Bunda da maksatlarına ulaşamadılar. Çünkü Nur dairesi bir cemiyet olmadığı gibi onları idare eden bir şahsiyet de yoktur. Her Nur Talebesi Nur arkadaşlarıyla ancak manen bağlıdır, hiçbir dünyevî komite bunları kendi gayelerine âlet edemez.

BİRİLERİ NURLARDAKİ TESİRİ, ME’HAZDAKİ KUDSİYETİ KIRMAK İSTİYOR

Şimdi dünyanın her köşesinde Risale-i Nurlar intişar etmiş, manevî fütuhatına devam ediyor. Bunu gören ehl-i dalâlet, bir kez daha meşum gayelerine ulaşmak için bu defa daha büyük bir hücum ile, Nurlardaki tesiri, me’hazdeki kutsiyeti kırarak, bu sayede Nurların intişarına set çekilir düşüncesiyle, gayet sinsî bir plan ile bazı safdil kimseleri de bu işe âlet ederek meydana çıktılar. Risale-i Nur gibi dünyada emsâline rastlanmayan bir selâset, belâgat, fesahat ve cezalet timsalini ve yüzlerce defa okumak hissini veren cazibedar üslûbunu ve ulvî feyzini ve ruha kut ve gıda olup imanı ilmelyakînden aynelyakîn ve hakkalyakin mertebesine çıkaran tekrarı tilâvetini sadeleştirme adı altında izale edip, sıradan bir kitap seviyesine düşürtüp okunmaz hale getirmek, adeta ruhsuz bir cesede çevirip, o ulvî ve parlak yıldızları sönük cam parçaları şeklinde göstermekle Nur halkasını dağıtmak, bu sayede imanın yeryüzündeki ihtişamlı neşrine set çekmek, acaba perde arkasında ehl-i dalâletten başka kimin işi olabilir?

SADELEŞTİRENLER NEYE HİZMET ETTİKLERİNİN FARKINDA MI?

Onun müellifi muhteremini ki Ahmet Feyzi Ağabey Afyon mahkeme müdafaasında şöyle tarif ediyor: “Tahsil hayatı üç aydan başka mevcut olmadığı halde bu kadar feyz-i ilim neşreden ve ilmin harikalarıyla en müntehâ mesâil-i ilmiye ve âliyede en yüksek mütefekkirleri dahi hayrette bırakacak bir mantık ulviyeti ibraz eden ve hayatının yarısından sonra öğrendiği bir lisanla bu kadar cazibedar bir tarz-ı beyan ve sürükleyici bir hareket izhar eden ve gayet feyyâz bir aşk ve heyecan terennüm eden bir derya-yı iman ve bir hazine-i tevhid ve bir umman-ı hikmet halinde coşan bir ikinci Bediüzzaman gösterebilir misiniz?” Aynı hakikat olan bu hâlini perdeleyerek sıradan bir müellif gibi göstermeye çabalamak, acaba Üstadımızın bahsettiği kendisiyle mücadelede her vesileyi istimal eden kökü dışarıda kendisi içeride olan o komiteden başka kim olabilir? Bu sadeleştirme tahrifatını yapanlar, kime ve nasıl bir gayeye hizmet ettiklerinin farkına varıp derhal bu ateşi söndürmeye çalışsınlar. Yoksa Nurlara hiçbir zarar veremeyecekleri gibi, o; onların amellerini heder edecektir.

“KÂİNATI DAĞITAMAYAN BİR KUVVET RİSALE-İ NUR’U BOZAMAZ”

Dostlarda şunu bilsinler ki hiç kimse Nurların intişarına zarar veremez. Çünkü Üstadımızın ifadeleriyle: “Risale-i Nur’lar Kur’ân’ın himayesi altında kendi kendine intişar ediyor ve muhtaç olanlara kendini okutturuyor. Kâinatı dağıtamayan bir kuvvet onu (Risale-i Nur’u) bozamaz. Risale-i Nurlar Kur’ân’ın himayesi altında olduğundan, ona ilişmek isteyen her el kırılır ve her dil kurur.”

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. S.a.

    Bizim asil vazifemiz imanlari ve imanimizi kurtarmak degilmi? Tabiki anlatiginiz gibi risaleleri özünden okumak en güzeli. Ama herkesin buna sabri yok, kitap okuma aliskanligi olmayanlarda ise hic okutturamiyosunuz. bu insanlarda az olmadigini biliyoruz. Bunlarin imanlari bizden sorulmuyacakmi. Biraz sadelestirilmiz risaleler böyle insanlar icin cok iyi bir alternativ degilmi? Iman yanginini risalelerin özü kadar olmasasda o manevi havayi veremesede satelestirilmis risalelerde o yangini söndürebilir. Imansiz ölmektense, az olsada imanli gitmek daha iyi degilmi?

    Sadelestirmek sizin acinizdan dogru görünmüyorsa, ozaman risaleleri baska hic bir dilede tercüme edemezsiniz. cünkü ozaman yine o manevyati gidiyor. Ben risalenin almancasinida okudum, dediginiz gibi o manevi hava gidiyor. Ama imani meseleleri anliyorsunuz, ve imaniniz kuvvetleniyor. Selamlar ( benim türkcem fazla iyi degil, almanyada büyüdüm cünki)

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*