Risale-i Nur’un yayın hakkı devletin ‘el’ine geçmiyor mu?

Tarih, ‘iyilik’ zannıyla ‘fenalık’ yapanların varlığına şahittir. Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin telif ettiği Risale-i Nur eserlerinin yayın izniyle ilgili çıkarılmak istenen kanun maddesinin de ‘iyi niyet’le izah edilmeye çalışılsa da netice itibarıyla ‘fenalık’ olacağı anlaşılıyor.

TBMM gündeminde olan kanun maddesine en büyük itiraz, kanun maddesinin kabul edilmesi halinde Risale-i Nur eserlerini kimin basacağına Bakanlar Kurulu’nun yani ‘devlet’in karar verecek olmasıdır. Kanun maddesinin başka mahzurları da var, ama en ciddî tehlike bu. Buna karşılık bu maddeyi savunanlar da var elbette. Onlara göre bu madde Risale-i Nur’u koruyor, devlet Risale-i Nur’a sahip çıkmış oluyor. Misal olarak da Diyanet’in İşârâtü’l-İ’câz’ı basmış olması gösteriliyor.

Tekrarlamak durumundayız ki, ‘devlet’in Risale-i Nur’a sahip çıkmasına ya da Diyanet’in bu eserleri basmasına itiraz eden yok. Aksine tebrik ederiz ve ediyoruz. Ancak bu eserleri basma hakkının ‘sadece devlet’e verilmesine itiraz ediliyor.  Ve çıkarılmak istenen kanun bunu getirmiyor mu?

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 14 maddelik bir açıklama yaparak güya tartışmaya açıklık getirmeye çalışmış, ama mesele açıklama yapmakla bitmiyor. Meselâ, açıklamanın bir yerinde “Risale-i Nurların basım ve yayımının zorlaştırıldığı, engellendiği veya devlet tekeline alındığı iddiaları kesinlikle doğru değildir” denilmiş. Peki, bu kanunla kimin Risale-i Nur’u basacağına ‘devlet’ karar vermeyecek mi? Karar verme yetkisini ‘el’ine alan ‘tekel’ olmaz mı?

Aynı açıklamada “Torba Kanun kapsamında yapılan düzenleme ile koruma süresi dolmadan eserlerin kamuya mal edilmesi, dolayısıyla basılıp yayımlanması mümkün kılınmaktadır” denilmiş. Peki, Risale-i Nur’un basılıp yayınlanmasına düne kadar bir engel var mıydı? Yoktu. Engel, “bandrol yasağı” ile  başlamış olmadı mı?    

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik de yaptığı açıklamada, ‘tepki’lerden rahatsız olduğunu ihsas edip, “Tam tersine basmak isteyenlerin yasal izni yok. (…) Bu eleştiride bulunanlara şunu sormak lâzım: Ellerinde yasal varislerden verilmiş bir belge var mı? Mesele bundan ibaret.”

İlk bakışta makul gibi görünse de kökten yanlış bir değerlendirme değil mi? Doğrudur, bu eserleri yayınlayanların ellerinde ‘varis’lerinden alınan belge yoktur. Fakat aynı zamanda bu varislerin, kanunî mirasçılarının bu eserlerin bu şekliyle, tahrif etmeden, orijinal haliyle basılmasına da bir itirazları yoktur. Bunca yıl devam eden bir hizmet karşısında “Belgen yok, belge getir” demek engellemek anlamına gelmez mi? Unutulmaması gereken nokta, kanunî mirasçıların mevcut hale itiraz etmediğidir. Yani, işlerin bu hale gelmesi ve içinden çıkılmaz bir hal alması, kanunî mirasçıların itirazı üzerine olmamıştır.

Önemli bir nokta da, “itirazları olanlar alternatif bir çözüm önerisi sunmadı” denilmesidir. Yeni Asya, itiraz ederken aynı zamanda bir ‘çalıştay toplanmasını’ da içine alan teklifler gündeme getirdi. Tabiî ki dinleyen olmadı.

İyi niyetli olmak, bir yandan bu çalışmaları yaparken öte yandan da bandrol vermeyi sürdürmeyi gerektirirdi. Sonraki adımları düşünmeden atılan ‘bandrol yasağı adımı’ bu konuyu tıkamış oldu. Çare olarak müracaat edilen ‘kanun yoluyla meseleyi halletme’nin de çare olmayacağı önümüzdeki günlerde ortaya çıkar.

Bugün de teklif ediyoruz: Tahrif etmeden basılan eserlere bandrol / izin verilsin. Bu arada çalışmalar da devam etsin. Ama bu çalışmaların arasında “baskı yetkisini devletin tekeline veren” bir düzenleme olmasın. Böyle bir yetkiyi ‘devlet’e vermek çok yanlıştır. Mahkeme kadıya mülk olmadığı gibi, iktidarlar da partilere mülk değildir. Kanuna gerek kalmadan çözüm bulunabilir ve bulunsun. Hep birlikte çözüm bulalım. “Bir kısım yayıncı”ları göz ardı ederek değil!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*