Rızık ile dinî yaşantı ilişkisi

Günümüzde hemen çoğu insan hâlinden şikâyetçi. Fakir zengin olmanın çabasında, zengin de daha zengin olmanın arayışında. Kanaat ve şükür olmayınca fakir fakirliğini dert ediniyor, zengin de verilen nimetleri görememenin azabını çekiyor. Kanaatin yerini hırs; şükrün yerini açgözlülük ve doyumsuzluk alınca fakir zaten halinden müşteki, zengin daha da şükürsüz ve müşteki…

Koşturmaca bir hayata kaptırdık kendimizi gidiyoruz meçhule. Gayretimiz, himmetimiz hep dünyaya… Her ne ki elde yoksa, hayalde varsa onu ihtiyaç olarak görmenin tatminsizliğini, doyumsuzluğunu yaşıyoruz galiba. Dünyalık zevk ve lezzetlerin peşinden hep koşuyoruz, belki de bir kısmına erişiyoruz. Bir süre sonra o zevk ve lezzetlerin de gerçek ve kalıcı olmadığını anlıyoruz, ama yine aldatıcı, belki de zararlı zevk ve lezzetleri kovalamaya devam ediyoruz.

Tuhaftır, zengin de ekmek kavgası ediyor, fakir de… Debdebeli bir yaşantı içinde olan da derd-i maişetten müşteki… Birisi daha yeni aldığı son model arabasının biçimini, boyasını beğenmediği için huzursuz; diğeri asgarî ücretle çalıştığı için istediği gibi tatil yapamadığından, özel bir araba alamadığından sıkıntılı…

Anlaşılan günümüz insanı rahatı, huzuru malda mülkte, parada pulda aramanın boş ve beyhude bir hayal olduğunu anlayıncaya kadar, böyle bir koşturma hayata devam edecekler her halde. Dünyaya bakan keyif ve lezzetlerin, zevk ve tatların aldatıcı ve geçici bir meşgaleden başka bir işe yaramadığını derk edinceye kadar daha çok yorulacaklar galiba. Gerçek lezzetlerin, hakikî zevklerin imanda, ibadette-tâatte olduğunu anlayıncaya kadar dünyalık meşgalelerinden vazgeçmeyecekler her halde. Bu dünyanın zevk-ü safa yeri olmadığını, gerçek zevk ve safa yurdunun ahiret yurdu olduğunu derk edinceye kadar, daha bir süre dünyalık, yorucu meşgalelerini terk etmeyecek günümüz insanı.

Bu koşturmaca, yorucu hayat tarzımızın iyi bir muhasebesini yapsak diyorum. Dünya ve ahiret hayatımız yönünden getirisini, götürüsünü bir hesabını yapsak nasıl olur? Açgözlülükle, hırsla, sonu gelmez bir doyumsuzlukla dünyalık meşgalelere girdiğimiz halde neden istediğimiz sonucu alamıyoruz? Niçin arzuladığımız rahatı, huzuru bulamıyoruz? Neden özlemini çektiğimiz sermayeye, mala-mülke kavuşamıyoruz? Bütün bunların doğru bir hesabını yapabilsek, belki o zaman hırsla dünyaya yönelmekten vazgeçebiliriz.

Zannediyoruz ki, zengin olmanın yolu çok çalışmaktan veya çok bilmekten geçiyor. Veya aciz, zayıf insanlar fakirliğe mahkûm, güçlü olanlar da mutlaka mal-mülk, servet sahibi olurlar. Bu durumun çoğu zaman tersine işlediğini, yani zayıf, nahif mahlûkatın bazen güçlü kuvvetli mahlûkattan daha kolay beslendiklerini, daha bol rızıkla rızıklandıklarını belki de düşünemiyoruz.

Halbuki rızkın arkasından bu kadar koşacağımıza, Rezzak’ın peşinden koşsak, kulluk vazifelerimizi yerine getirmenin gayretinde olsak, verdiği nimetlere karşı şükretme mes’uliyetimizi bihakkın yerine getirsek, belki o zaman umduğumuz imkânlara, arzuladığımız nimetlere daha kolay erişebiliriz. Rezzak-ı Hakiki’nin rızası dairesinde, helâl-haram sınırlarını gözeterek, hırs ve açgözlülüğü bir tarafa koyarak, kanaat ve iktisada riayet ederek çalışıp çabalamayı adet edinsek, belki daha kolay, daha bol ve bereketli, bir kazancı elde ederiz.

Yüce Allah’ın “Şükredenleri elbette mükâfatlandıracağız” (Âl-i İmran Sûresi: 145), “Şükrederseniz, elbette daha çok veririm” (İbrahim Sûresi: 7) şeklindeki şükretmenin sonucunu belirten kelâmlarını iyi okumak gerek. Ayrıca, Efendimizin (asm) “Bir kul yaptığı günahtan dolayı rızıktan mahrum edilir” hadisini… Yüce Allah’a karşı kulluk vazifelerimizi yerine getirmeyip, ayrıca günah işlemenin rızıkla doğrudan olan alâkasını göz ardı etmemekte fayda var.

Dinî yaşantımızdaki durumun, yine peşinden koştuğumuz rızkın derecesiyle olan irtibatını da Efendimizin (asm) şu hadis-i şerifinden anlamak mümkün: “Takva rızkı celbettiği gibi, takvayı terk de fakirliği celbeder.”

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*